Kabahatin çoğu senin canım kardeşim

Sami Özuslu

 

Nazım Hikmet ‘Dünyanın en tuhaf mahluku’ şiirinde ne de güzel anlattı insanın sorumluluğunu...
 

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
           beş değil,
                      yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
                            deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
                                    senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                      kabahat senin,
                                     - demeğe de dilim varmıyor ama -
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

**

Bakın etrafa...
Ve hatta aynaya...
Akrepler görüyor olmalısınız!..
Serçeler de...
Bakın, midye orada...
Ve sönmüş yanardağın ağzı...
Koyun hatta!..
Balık da...
Gördünüz, değil mi?
Hepsi orada, burada, şurada...

**

Sorumlu arıyoruz ya sorunlara dair...
Kimse giymiyor sorumluluk ceketini...
Hep dışarıda arıyoruz kabahatliyi...
Bir ağlama, bir sızlama faslı...
Bir de ‘hedef tahtası’ bulduk muydu, tamamdır.
Ruhumuzu zemzem suyuyla yıkayıp, vurun abalıya!..
Etrafa bakmak yok...
Aynaya hiç...
Oysa akrepler, koyunlar, yanardağ ağızları hep burada, bizim içimizde...

**

“Koyun gibisin kardeşim” lafı başkasına söylendiğinde sorun yok.
Lafın ucu bize dokundu muydu, vay sen miydin söyleyen?
Nazım Hikmet yalan mı söyledi yani?
‘Halk’ değil midir aslında olup bitenlerin sorumlusu?
Kararları kimin verdiği, nasıl verdiği önemli tabii...
Peki ya onları oraya kimin getirdiği?
Onları orada kimin tuttuğu?
Bırakın ülke yönetimini...
Basına bakın mesela...
Gazetecilik adına resmen ‘cinayetler’ işleniyor basında...
Manşetten verilen intihar haberleri mi istersiniz, çocuklara gelecek zararı akla bile getirmeyen tecavüz, sapıklık haberleri ve resimleri mi istersiniz, satılık kalemlerin mide bulandırıcı yayınlarını mı istersiniz?
Tümü var bu dönemde...
Peki, kaç kişi ses çıkarıyor buna?
En iğrenç, en rezil yayınları alıp okuyanlar, izleyenler ve buna tepki koymayanlar da en az o yayını yapanlar kadar suçludur!..

**

Tüketim toplumu olduk ama, ‘tüketici bilinci’ geliştiremedik henüz...
‘Kamuoyu’ olamadık.
Toplum ve toplumu oluşturan bireyler güçlerinin farkında değil çünkü...
Genellemelerle, hedef şaşırtmalarla konuşuyor, tartışıyor ve düşüncelerimizi bu kısır döngü içinde şekillendiriyoruz.
Türkiye’deki ‘gof kültürü’ buraya da sirayet etmiş durumda...
Gofa geliyor, bir ‘düşman’ saptıyor, birkaç gün ona saldırıyor, sonra frene basıyor, unutuyoruz.
Nazım Hikmet’in şiirini ballandıra ballandıra okuyoruz da, lafın bize dokunan ucunuz anlamazlıktan geliyoruz.
‘Tuhaf bir mahlukuz’ vesselam!..

(Arşivimden)