Yaşantılarıyla, kalben, hayalen ve ruhen Batı'nın hemen tüm motiflerinin mümessili (temsilcisi) olan bir toplumdan,
Anlam ve değeri kendinden menkul, mesnetsiz (dayanıksız) referansları olan bir topluluğa...
BİLİMSELLİK
Marx’ın kabul görmesini sağlayan en önemli ifadeydi bilimsellik.
O ve eserleri bilimseldi, o dönemde yaşayan diğerlerinin birçoğu ise değildi...
Darwin’in evrim teorisine benzer şekilde, tarihte insan davranışının bilimsel bir açıklamasını bulduğunu düşünmüştü Marx.
Ve alışkanlık olarak bunu kendisini karşıtlarından ayırt etmek için kullanıyordu.
Marxizm’in gelmiş geçmiş neredeyse hiçbir felsefenin olmadığı veya olamayacağı kadar bilimsel olduğu fikri, onun takipçilerinin kurduğu devletlerin kamusal doktrinlerine serpiştirilmişti.
Okullarda ve üniversitelerde öğretilen ekonomi, siyaset ve benzeri konulara rengini veren şey de buydu:
Bilimsellik
KENDİSİ OLAMAMA
Biz ise “sağ-sol “diyerek, bilimsellik yerine inançların tartışması noktasına, yaşam tarzlarının onayına geldik.
Ülkemiz insanı, “kendisi olamama”nın yoğun sıkıntı ve zorluklarını çekmekte...
Görüş ve tutumları için başkalarının onayını bekleme ihtiyacı hissetmekte.
Özetle:
Neredeyse beş asırdır kendini bu topraklarda var eden bir toplum, bugün kendini hakir görmekte!
AYAK UYDURULAN GÜÇ!
Lâkin Sezar’ın hakkı Sezar’a, bazıları gerçekten de yaratıcı “turizm acentaları”gibi çalışıyorlar!
Mesela bu coğrafyada yaşayan toplum olarak imandan nasipsizdik ya;
Nasipsizler için de vadedilenlere ulaşmak imkansızdı!
Çünkü "ne olmak", "kim olmak" istiyoruz gibi soruların sosyal olarak inşa edildiği "kutsal alanlarımız" yeteri kadar yoktu!
Bu yüzden ayak uydurduğumuz güç,
bizim için neyin iyi olduğunu gördü,
ve davranış kuralları ile yasalarını da koydu...
Bugün bir taraftan “kumarhanelere ve sözde gece kulüpleri olarak lânse edilen kârhanelere” çeşitli “kültür turları” düzenlenirken,
diğer taraftan da beş asırdır bu coğrafyada farklı inançlarla birlikte yaşayıp, kendi inançlarını bugünlere kadar taşıyıp yaşatan, ancak kimilerine göre “imandan nasipsizlerin” inançlarının güçlenmesi için Camiler, Külliyeler, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri inşa ediliyor!
KENDİMİZİ GÜÇLÜ HİSSETMEK!
Kader diye bir şey arıyorsak işte kader:
Bu “tuhaflığın” mazereti olmak!
"Sizin için yapıyoruz..." deniyor!
"Bizi neredeyse “kulluk” ettiğimiz gücün bir parçası haline ne getirdi?" diye sorarsanız;
Kendimizi böyle “güçlü” hissetmemiz derim…
Hata yapmıyoruz artık, çünkü kararlarımızı o güç veriyor!
Yalnız da kalmıyoruz...
Birileri hep ziyaretimize geliyor ya da bizler gidiyoruz…
Hem onları hem kendimizi “öve-öve” de bitiremiyoruz!
Yaptığımız yanlışların cezasını ise o güç ödüyor!
ULTRA SÜPERLİK
Neticede bir sonraki nesle kabûl ettirmeye çalıştığımız yerleşmiş değerler, asırlardır biriktirdiğimiz kültürel ve sosyal değerler de değişti…
Bugün okuduğumuz, seyrettiğimiz, dinlediğimiz şeylerden, kültürümüze yerleşen sözcüklere bir bakın lütfen...
Turbo, süper, ultra, mega, hiper…
Her şeyimiz “süper” olmuş;
KKTC’nin dört bir yanı kendinin “bir numara” olduğunu söyleyen gazeteler, tv’ler, tv programları, marketler, iş yerleri ve “süperstarlar”la doldu!
Aslında kendimizi sanki de bir dev aynasında böyle süper olarak görmemiz,
toplumsal “yaralarımıza” da iyi geliyor!
BARIŞ SANKİ SERAP GİBİ!
Zaten Barış'ı salt ekonomik nedenlerden değil de insan olmanın bir gereği olarak arayanlardan da,
çözümü gerçek bir barışa, toplumsal ve evrensel bir kardeşliğe, halkların kardeşliğine, Atatürk’ün deyişiyle “yurtta sulh cihanda sulh” ülküsüne giden bir yol olarak görenlerden de neredeyse eser kalmadı!
Barış artık sanki de hiç bulamayacağımız bir serap gibi görülmeye başlandı...
“Çözümü aramak” bizleri barışa yakınlaştırmıyor, hatta giderek uzaklaştırıyor sanki...
Çünkü hangi güce ayak uydurduğumuz da değişti,
Ve o güç artık pastayla yetinmeyip, pastaneyi de isteyecek böyle giderse!