Feminist Atölye
info@feministatolye.org
“12 Yıllık Esaret” bu yıl Oscar’a aday olan iddialı filmlerden biri. 1841 yılında New York’ta yaşayan Solomon Northup’ın otobiyografik kitabından uyarlanan film, kölelik koşullarının egemen olduğu bir dönemde, siyah özgür bir adamın hikâyesini konu alır. Solomon’un yaşamı, insanların sahip oldukları sosyal statülerinin, bir anda nasıl ters yüz olabileceğinin kanıtıdır. Ayrıca film kölelik, ırkçılık, cinsiyetçilik ve emek sömürüsü temelinde şekillenen birçok fikrin tartışılmasına da zemin hazırlar. Filmin başrolünde, kaybettiği haysiyetini geri almak için mücadele eden bir erkek köle olmasına rağmen, yan karakter olarak aktarılan kadınların yaşadıkları çok daha önemlidir.
Kapitalizm ve ataerkilliğin kucaklaşması neticesinde, kadınlar iki kat daha fazla mağdur edilir. Film içerisinde köle olarak satın alınan birçok kadının, çiftlik sahibi beyaz erkekler için maddi gelir temini yanında, cinsel doyum sağlamaya dönük “mallar” halinde kullanıldıklarıda aktarılır. Seks kölesi olarak da çalıştırılan kadınlar, geceler boyu sahiplerinin cinsel arzularını tatmin etmek zorunda kalır. Diğer bir ifade ile sistematik bir şekilde cinsel şiddete maruz bırakılırlar. Fakat sahipler için bahsi geçen tatmin yeterli olmaz. Aynı zamanda kadın bedeni üzerinde kullanılan güç aracılığıyla kurulan cinsel denetim, fiziksel şiddetin de yaşanmasına neden olur. Çiftlik sahibi bir beyaz, seks kölesi olarak da çalıştırdığı siyah kadının Pazar günü (ibadet etmeleri için sahte özgürlük yaşadıkları gündür) ortadan kaybolması ile çılgına döner. Kadının kendi bedenini temizlemek için sabun bulmak amacıyla yan çiftliğe geçtiğini öğrenen sahip, onun kırbaçlanmasına karar verir. Solomon o cezanın gerçekleştirildiği anda sahibe karşı şu cümleleri sarf eder:
“Sen şeytansın! Er ya da geç, ilahi adalet zamanı geldiğinde bu günahın cezasını çekeceksin!”.
Sahip de: “Günah mı? Günah falan yok. İnsan malını nasıl isterse öyle kullanır” diyerek karşılık verir.
O anlarda yüzünde, kadının yaşadığı acıyla kurulabilecek empatiye dair hiçbir belirti yoktur. Yukarıda aktarılan diyalog, erkek egemen öğelerin kadın bedenini metalaştırmasının ve o metanın erkek sahibi tarafından arzu ettiği gibi sömürülebileceğinin kanıtıdır. Kadınlar “efendi – köle ilişkisini” üreten her türlü ideolojik duruş içerisinde iki kat fazla mağdur edilir. Çünkü bedeni fethedilmeye açık ve hazır bir toprak parçası olarak tasavvur edilir. Düşman diye tabir edilen her ne ise, kadın bedeni üzerinde somut hale gelir. Bu sebeple tecavüz başta olmak üzere tüm cinsel suçlar, diğer suçlardan ayrı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Çünkü bahsi geçen davranışların temelinde, ataerkil sistem tarafından üretilen ve kadınların ikincil cins olmalarına neden olan toplumsal roller yatır. Söz konusu özelliklerin dile getirilmemesi, tecavüzcülerin birer “kader mahkûmu” gibi resmedilmesi kabul edilebilir bir durum değildir.
8 Şubat 2014 günü Yenidüzen gazetesi muhabiri Didem Menteş tarafından gerçekleştirilen röportaj, bizim için sorunludur. Haberi okurken aklımızda beliren ilk soru, Latif’in tecavüz ettiği kadının bu cümleleri okurken ne hissettiğiydi.
“Yaptığı hatanın bedelini ömründen çaldığı 10 yılla ödüyor Erkut Latif. Bunun çoğu pişmanlıkla geçmiş durumda… Tel duvarlar ardında, kendi hayatından çaldığı on yılın sonrasında yaşamını nasıl idame ettireceğini düşünüyor.”
“Erkut Latif’in düşüncelerini paylaşamadan Ceza Yasası geçtiğimiz günlerde Meclisin onayından geçmiş durumda.”
“Cezaevinden memnun olsa da dışardaki özgürlüğü özlemiş durumda.”
“En büyük endişesi ise cezaevinden çıktıktan sonra iş bulamamak.”
Haber içerisinde kullanılan bu cümleler başta kadınların ve çocukların yaşadığı cinsel şiddetin onların hayatlarında yarattığı korkunç fiziksel, psikolojik ve cinsel sonuçların üzerini örtmektedir. Söz konusu haberde tecavüz gibi aslında bir kişinin cinsel dokunulmazlığını ve vücut bütünlüğünü zorla ihlâl etmeyi içeren cinsel şiddet vakalarının sosyal nedenleri örtbas edilmekte ve tecavüz fiilini işleyen fail “özgürlüğünden koparılan bir kadersiz” olarak gösterilmektedir. Bu bağlamda kamuoyunu yanıltan bir haber dili kullanılmakta ve tecavüzün esas mağduru olan kadın görünmez kılınarak fail “ömründen 8 yıl çalınmış bir zavallı” olarak gösterilmektedir. Bu haberin içeriğinde kullanılan dil kadar, haberin ana fikrinin kurgulanış tarzı ve hedef aldığı mesele, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir habercilik anlayışına uygun değildir. Cinsel şiddet mağduru kadınların hayatları boyunca bedenlerinde hissedecekleri acıyı görünmez kılmak, adalet duygusunu zedeleyen bir husus olduğu gibi, potansiyel yeni cinsel şiddet suçlarını da zımnen teşvik etme riskini doğurabilir. Bizce röportajın içerisinde tecavüz ettiği kadına dair tek bir kelime etmeyip, sadece kendi “özgürlüğüne” odaklanan bir kişinin, “köle sahibi beyaz erkekten” hiçbir farkı yoktur.
Belirtmek isteriz ki, suç işlemiş kişilerin ıslah edilerek topluma kazandırılması, işledikleri suçun bir hata olduğunu anlayıp bir daha bu suçlara yönlenmeme konusunda ikna olması bizler için önemlidir. “Suçlu hakları” konusunda oldukça hassas olan bir örgüt olarak mahkûm olan kişilerin eziyet ve işkence görmeden cezalarını insan hakları çerçevesinde çekmesi gerektiğini düşünüyoruz. Velâkin, Didem Menteş’in haberinde kullanılan dil ve üslup, insan hakları ihlal edilen bir suçluyu anlatmıyor, bilakis salt kendi “özgürlüğünün” ve hayatını idame ettirmek için bir iş bulma derdinde olan bir erkeğin, “mavi gökyüzüne kavuşmaya dair tutkulu haykırışı” şeklinde romantize ediyor. Unutmamalıyız ki, cinsel şiddet vakaları konusunda yapılan haberler, özellikle şiddete maruz kalan kişiler ve onların ailelerinin yaşadığı travmaları çoğaltıp tekrarlayan bir nitelik taşıyabilmektedir. FEMA aktivistleri olarak bizler, habere konu olan kişinin tecavüz ettiği kadının bu haberi görünce hissettiği psikolojik ve sosyal baskının ne kadar artmış olabileceğinin de düşünülmediğini farkında olarak, barış gazeteciliği konusunda itina ile çalışan Yenidüzen Gazetesi’ni daha dikkatli olmaya davet ederiz.