KADIN OLMAK (2)

Yazıya kaldığım yerden devam etmek gerekirse; öncelikle “tehlike anını” saptamalıyım. Çok fazla gerilere gitme gibi bir niyetim yok! “11 Eylül 2001” tarihi yazının içeriğini kotarabilmek bağlamında sanırım yeterli! Mademki &#

 

 

                                                                                    

 

 

Yazıya kaldığım yerden devam etmek gerekirse; öncelikle “tehlike anını” saptamalıyım.

Çok fazla gerilere gitme gibi bir niyetim yok!

“11 Eylül 2001” tarihi yazının içeriğini kotarabilmek bağlamında sanırım yeterli!

Mademki “Kadın olmak!” diyerek söze başladık, “süreç” büyük/küçük ölçeklerdeki toplumların her kesimine dâhil olan kadın için nasıl işliyor?

 

11 Eylül’den sonra gelişen sürecin ana başlıkları ne olabilir?

 

·        2001 bankacılık krizi

·        11 Eylül sonrası süreçte dünya krizi

·        Dünya krizinin etkisiyle daha da hissedilen kapitalizm

·        Kapitalist küreselleşme

·        Ekolojik çeşitliliğin yok olması

·        Toplumların her türlü değerini bir yana iten “tüketim” imajı

·        Manevi değerlerin erozyonu

·        Sürekli fakirleşme

·        Savaş ortamı

·        Korku içinde yaşayan toplumlar

·        Umutsuzluk

·        Tüm bunların kültür ve sanat ortamına yansımaları

 

Tüm bu değişim sürecinin açtığı çukurun içine itilen, eşiğinde olan ve dibine vuran toplumların maddi-manevi değerler sisteminin erozyonu statü gözetmeksizin kadına ne getirmiştir?

 

Küreselleşmenin anlamı kadın için farklı mı?

İşte yine bir soruya bodoslama toslamış durumdayım. Filistinli kadınların dediği gibi “böylesi bir döneme tanıklık etmekten acı duyuyoruz.” Yoksa tek bir kadın mıydı bu sözlerin sahibi? Bir ya da birden fazla olması sözün değerinin içerikteki vuruculuğunu ve duyanın kulaklarından usuna yayılan dalgaların anlam şiddetini köreltmiyor. Benim içinse 2000’li yılların başlangıcı dünyaya kara bulutların çöktüğü en acı yıllar olarak tarihe geçti. Geçmeye de devam ediyor.

Etiyopya’da kahve yetiştiren kadının 60 yıldan beri emeğinin sömürülmesi, üzerine giyecek bir elbise dahi alamayacak bir ücretle çalışması!

Fakirlik gittikçe artıyor ve bununla birlikte doğal, geleneksel değerler kan kaybıyla her geçen gün biraz daha ölüyor.

 

***

Korku içinde yaşayan toplumlar!

31 Ocak 2013 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki habere odaklanmak istiyorum. Haberde, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi protesto gösterilerinde çok sayıda kadının cinsel tacize maruz kaldığı, bir kadının da tecavüze uğradığı yazıyordu. Mısır’da kadınların etrafları çevrilerek yapılan tacizlerin en sarsıcısı ise bir kadının cinsel organına jilet atılması… Guardian Gazetesi kadınların uğradığı saldırıları haberleştirdi ve yaklaşık 25 kadının maruz kaldığı saldırılara ilişkin olarak kadın örgütlerinin yaptığı açıklamaları yayınlayarak, grup halindeki erkeklerin tek başına kalan kadınların bazılarını soyarak taciz ettiğini bildirdi.

 

Kadınlara yönelik saldırıların en yoğun yaşandığı gün ise Cuma ve bu da bir diğer dikkatle üzerinde durulması gereken önemli ayrıntı… Kadınlar mağdur ve sivil toplum örgütleri mağduriyet altındaki kadınların uğradıkları şiddete karşı tepkilerini ve müdahalelerini ortaya koyuyorlar. 2005 yılına gidip Hüsnü Mübarek iktidarının gizli polis tarafından yapılanların altı çiziliyor, yazılan haberlerde! Bugün ile dün yapılanların çok büyük benzerlikler taşımasının üzerinde duruyor, haber kaynakları… Ve mağdur kadınlardan biri anlatıyor: “Her şey çok ani gelişti. Bir anda sağım solum altışarlı iki grup tarafından sarıldı ve vücudumu çizmeye başladılar. Sadece cinsel taciz değildi bu, gerçekten canımı yakmaya çalışıyorlardı…”

 

Tahrir’de cinsel saldırıya, şiddete maruz kalan kadınların haklarını savunmak ve yardım etmek amacıyla Cinsel Tacize Karşı Eylem (OpAntiSH) merkezi kuruldu. Merkezin telefonları bir an olsun durmuyor ve fakat güvenlik için merkezlere alınan mağdurların toplandığı yerlere de saldırılar düzenleniyor. Kadınların tıbbi, psikolojik ve yasal destek almaları her yönden kısıtlanıyor, sınırlanıyor ve şiddetle hem kadınların, hem de yasal olmalarına rağmen sivil kuruluşların direnci bir şekilde baskılanmaya ve sindirilmeye çalışılıyor. Kurtarma ekiplerindeki kadınlar da saldırganlar tarafından nasiplerini alıyor. Nitekim kurtarma ekiplerinden birinde görev alan bir kadının sözleri, olayın geldiği boyutun görülmesi, bilinmesi açısından önem taşıyor: “Yüzlerce erkek birden etrafımı sardı. Gömleğimin, külotumun içine soktukları elleriyle beni taciz ettiler!”

 

Mısır Kadın Hakları Merkezi'nin 2008 raporuna göre, Mısırlı kadınların yüzde 83’ü cinsel tacize maruz kaldı. Saldırganlara yönelik cezai işlem uygulanmaması nedeniyle sorun giderek ülke kadınlarının yaşam hakkını ağırlaştırıp, elinden alıyor.

 

***

Kadın Cinayetleri!

 

Ayşe Önal’ın İKÜ Yayınevi’nden çıkan Namus Cinayetleri adlı kitabını okumaktayım. Okunması gerçekten sağlam sinir ve ruh hali gerektiren bir kitap! Bir o kadar gerçek ve bir o kadar da hemen yanı başınızdaki duvarın ardında, sokağın karşı tarafında, şehrin bir semtinin ışıkları yanan küçük bir dairesinde veya ülkenin adını dahi duymadığınız bir köyünde, kasabasında, orada-burada-şurada, yerinin ve mekânının önem taşımadığı, işin insani boyutunun sizi cenderesinde daraltarak isyan dedirttiği gerçekler!

Okuduğumuzda, duyduğumuzda veya öyküleri dinlediğimizde bir şekilde kınıyoruz, üzüntü içinde uykularımız kaçıyor, “neden?” sorularıyla uğraşıp kısa soluklu bir gerçek yıkanmasıyla titreyip, sonrasında kurudukça gömüyoruz belleğimize. Kınamak yetiyor mu? Birkaç gecelik uykusuzluk? Veya olayın şokuyla girdiğiniz buzlu suyun ıslattığı benliğinizdeki suçluluk?! Kadınlara ulaşamamanın, sesini duyamamanın vicdani rahatsızlığı?!

 

Ayşe Önal, ne soruları havada bırakıyor, ne de ruhsal dünyanızın kendi evinizde giriştiği hesaplaşmanın verdiği psikolojik sağanak yağmur ıslaklığını… Sizi kasırgaya atıp elinizden geldiğince öykülerin içinde cesaretle kaybolmaya ve yitip giden kadınları, onları öldürenlerin gözünden yeniden aramaya sevk ediyor.

 

Namus cinayetleri! Kadın cinayetleri! Bir toplumun yüzleşmesi gereken büyük bir ayıbıdır.

Bu bağlamda belki de hep sustuğum ve tanımadığım için konuşmaktan veya yorum yapmaktan çekindiğim Aşkın Şevketoğlu’nun içimdeki derin üzüntüsüyle yüzleşebilirim.

 

***

Tecavüz!

 

İçimdekileri beyaz sayfaya adeta kusarcasına bırakabilmek halet-i ruhiyesiyle geçmişi biraz deşmem gerekecek, sanırım.  

 

Pippa Baca çok mu hayalperestti?

 

Gelinlik giydirilip tecavüzcüsüyle evlendirilen genç kızların ülkesi Türkiye’den “Barış” adına, sadece geçip gitmek istedi.

Geçti mi?

Yalnızca “gelebildi!”.

Geçemedi!

 Varmak istediği yere ulaşamadan bir gün ortadan kayboldu. Ertesi gün bulunamadı. Daha da ertesi günlerde cansız bedeniyle karşılaştı onu arayanlar bir ormanın kuytu sessizliğinde. “Etraf aslında ne kadar sessiz!” diye düşünmüştüm ilk görüntüleri izlediğimde. Bir sanatçının hazin ölümünün satır aralarında gazete başlıkları daha da derinden yaralıyordu insanı: 

 

·        Otostopçu gelinin cesedi bulundu!

·        Gebze’de çıplak halde gömülmüş olarak bulundu!

·        Barış gelini katledildi!

 

Böylesi korkunç bir olayda en acı olan haberlerin altındaki okuyucu yorumlarıydı ki, galiba tek bir tanesi bile toplum olarak bırakın sanatçı olmayı kadına bakışın altını defalarca çizmek için yeter de artar bile!

Çok duyarlı (!) bir okuyucu aynen şu yorumu yapmıştı:

 

·        Bir kadının o saatlerde ne işi varmış sokaklarda!!!

 

***

  “Küreselleşmenin” toplumları ittiği en büyük erozyon apaçık: “Değerlerin tüketilmesi” olarak bir ayna gibi yansıyor hepimize.

Aynalara korkmadan bakabildiğimiz sürece sanırım görebilmekteyiz.

Görebileceğiz.

Öte yandan İtalya’dan yola çıkan ve Beyrut’a kadar otostopla “barış” yolculuğu yapmayı planlayan 33 yaşındaki İtalyan sanatçı Pippa Bacca’nın “Gelinler Yolda” ismini verdiği “kardeşlik” projesi sanat ajandasının içine “sanata yansıyan çağdışı bir oluşum” olarak yansıdı.

MÜNFERİT bir cinayet!

Dünyanın her yerinde otostopla yolculuk yapan bir kadın her an tecavüze uğrayıp, öldürülebilir.

Tecavüzcüsü Pippa Bacca’nın neden bir gelinlik giydiğini, sırtında sırt çantası ile yollarda ne işi olduğunu bence düşünmedi bile. Onun gözünde Pippa öncelikle yabancı, yalnız, gariban hatta deliydi.

 Ne kadar kolay öyle değil mi?

Bir kadını “ötekileştirip” hatta “hiçleştirerek” çağdışı bir eylemi üzerinde hak haline dönüştürmek!

Tecavüz etmek!

Bununla da kalmayıp; ÖLDÜRMEK! YOK ETMEK! HİÇLEŞTİRMEK! Üzerine eşyalarını almak, hatta KULLANMAK! Üstüne bir aile düğününe katılıp beyaz gelinlik giymiş genç kızın karşına geçip oynamak, NEŞELENMEK!!!

 

Son söz: Bu dünya kadınlar için güvenli bir dünya mı?

 

(Yazı bitti mi? Evet! Ama sözlerim hiç bitmeyecek!)

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri