Neriman Cahit
SALT KADIN DUYARLILIĞI İLE… (Mİ)
Eğer salt kadın duyarlılığı ile yazsaydık, ürettiklerimizde erkek eksik kalırdı. Çok erkekçe yazsaydık, kadın silinmiş, yok edilmiş, daha da kötüsü çarpıtılmış olurdu… Yaşam da eksik ve çarpık yansırdı. Daha da kötüsü, insanı bir bütün olarak gören biz, kendimizi unutmuş bulunurduk…
İnsan yazarken kendini unutabilir mi hiç?
İki cinsi, aynı bedenden ve ruhtan tek bir beden ve ruh olarak doğuracak sanatçı- yazar da işte bu nedenle ortaya üçüncü bir cins olarak çıkmıyor mu?
Konunun bir başka boyutunu irdelemek isterken, genellemeden yola çıkıyor ve Suzanne Brögger’in, “Bizi Aşktan Koru” adlı kitabından küçük bir alıntı veriyorum:
“Aşk öteden beri anarşisttir. Biz de bu gücü alt etmek için ‘böl ve fethet!” ilkesinden yararlandık. İnsanları ruh ve beden, zekâ ve cinsellik diye parçalara ayırdık. Çağdaş eğitim, insan, insan soyunu cinsellikten başka özellikleri olmayan yaratıklar düzeyine indirgemektedir.”
Peki, ya öteden beri muhalif, öteden beri anarşist olan sanatçı – yazar soyunu.. Onları da cinsellikten başka özellikleri olmayan yaratıklar düzeyine indirgemiyorlar mı? Erkekler, kadın cinsinden yazara daha az güvenle, daha çok küçümsemeyle yaklaşırken… Kadınlar da tam karşıtı, hiç haketmedikleri zaman bile, salt kadın cinsinden yazarlar oldukları için onları yüceltmiyorlar mı?
Yazarı, kadın – erkek diye ikiye bölenler erkeklerdi(r) sonra kadınlar… Ya ona omuz vermek ya da ideolojileri doğrultusunda kullanmak amacıyla son kerte, tepkisel bir bölme işlemine giriştiler. Günümüzde değerleri olsun olmasın feminist kitaplar – yine de – çok satan kitaplardan başlıcaları…
Önemli olansa, hem kadın hem erkeği derinlemesine, bir bütün halinde, maddi koşulların var ettiği bireysel yaşamıyla anlatabilmek…
SADECE KADINA DEĞİL…
Aslında, sadece kadına değil, erkeğe de bakmalıyız. Yıllardır ihmal ettik bunu. Bugün erkek, kendi koyduğu konumunun esiridir neredeyse… Günümüz koşullarında artık erkek de güçlü değil. Sadece güçlü görünmek zorunda… Buyurganlığı – artık hepimiz biliyoruz – bunun bir yansıması… Asıl güçlü olan: Sınıfsal koşullar, ekonomik baskılar ve törelerdir. Öylesine güçlü ki bunlar, hatta aynı sınıftan olan kadını ayrı, erkeği ayrı öğütmektedir.
Daha genelde ise, çağımızda insanı tek boyutlu kuklalar haline getiren beyin yıkama araçları, erkeği ve kadını aynı oranda tehdit etmektedir… Çağın getirdiği bu yeni tehlikelere karşı savaşın yollarını da her gün yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Her insan, düşündüğü ile yaptığı arasında tutarlı kalmak ister. Bir yazarın yaşadığı ile yaptığı arasında tutarlı kalabilmesi ise sadece bir istek sorunu değildir… Bu, uğraşının dayattığı zorunluluktur da…
KİMLİK ARAYIŞI…
Her ne kadar da 1974 tarihi diye ısrar ediliyorsa da, bu toplumun kimlik arayışı taa “Sömürge Dönemine” kadar uzanır. Bu bağlamda kendi sosyal – kültürel tarihimizi, basit ve üşengeç yaklaşımlardan kurtularak ciddi şekilde araştırmak zorundayız. Bizim, çok kendine özgü ve özel durumumuzu da ortaya çıkarmak, yine bu toprağın yazarı – çizeri – araştırmacısı olarak bizlere düşmektedir.
Artık şablonlardan kaçınmalıyız… Çünkü,
Kimlik arayışı, bu çok yönlü ve gerilimli nokta, Kıbrıs Türk insanının ve evrensel kültürün sorgulanmasına bir sıçrama tahtası olabilir. Ancak biz, böyle bir sıçramayı gerileten bunalımlar yaşıyoruz hala daha…
Yaşadıklarımız ve yaşamakta olduklarımız, gerek insan gerek toplum olarak, üzerimizde kolayca silinmeyecek, silinemeyecek izler bırakmakta…
Toplumumuz, bilinçlenmeden – suskunluğa, suskunluktan – yeni arayışlara, yeni arayışlardan – edilgenliğe gidip gelmekte… Yaşananlar her zaman sadece normal vatandaşı etkilemez; zaman içinde yazarın kendi kafasında da birtakım olumsuz hücrelerin oluşumuna yol açar.
Bir yaratıcı için en büyük tehlike de budur…
***
Sırası gelmişken şunu da belirtmek istiyorum: Kıbrıs Türk toplumunda artık kadın cinsinden yazar – çizerin sayısı hızla artmaktadır. Üstelik bu, salt sayısal bir artış değildir… Niteliksel bir artış söz konusu… Kadınların çoğu şair… Ve çoğunluğu da ne yaptığının bilincinde…
***
Derler ki, bir ülkenin yalnız coğrafyasını, tarihini değil… Toplumunu, insanını da doğru tanımak isterseniz, o ülkenin sanatına – edebiyatına bakmalısınız… Tarih, coğrafya, ekonomi, ticaret, bir ülkenin dış yüzünü verir. Bir toplumun gerçek kültür ve kimliğini, insanın iç yüzünü ancak edebiyatın – sanatın aynasında görebiliriz…
Çağımızda aynı tehlikelerle tehdit edilen bütün toplum insanlarının birbirlerine hiç olmadıkları kadar yakın olmaları (bu toplum fertlerinin birbirleri için de geçerlidir.), birbirlerini doğru tanıyıp, dayanışmaları gerekiyor…
Bunun için en sağlıklı rehber, edebiyattır – sanattır… Çünkü ikisi de yalan söylemez…