Tüm dünyada olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de ataerkil sistemin yarattığı eşitsiz güç ilişkilerinden kaynaklanan kadına yönelik şiddet, feminist örgütlerin mücadelesi sonucunda toplum içerisinde tartışma konusu yapılmaya başlandı. Son zamanlarda kadınların ölümlerine varan şiddet vakalarının yaşanmasıyla iyice görünür hale gelen mağduriyetler, eril şiddetin akıl almaz boyutta olduğunu maalesef kanıtladı.
Kadına yönelik şiddet, erkek egemen yapının kadınlar üzerinde güç ve denetim sağlamaya dönük kurguladığı bir iktidar ilişkisinden kaynaklanır. Fiziksel, ekonomik, psikolojik ve cinsel şiddet türlerinden herhangi birinin ortaya çıkmasına sebep olarak gösterilen “alkollü olmak, uyuşturucu madde kullanmak, âşık olmak, sevgisine karşılık bulamamak, boşanmak istemek, aldatılmak, kıskanmak, ekonomik sıkıntı içinde olmak” gibi gerekçeler, eril şiddetin meşrulaştırılması için ileri sürülür. Böylece kadınlara yönelik gerçekleştirilen şiddet neticesinde oluşan hak ihlalleri sorgulanmadan, toplum içerisinde oluşacak tepkinin en aza indirilmesi amaçlanır. Oysa önemli olan, şiddet uygulayan erkeklerin hangi ruh haliyle içerisinde suç işlediği değil, eril şiddetin temeli olan kadını kontrol altında tutma arzusudur.
Toplumsal cinsiyet temelli şiddet suçları münferit vakalar değildir. Yaşanan her olayın ayrıntılarından da anlaşılacağı üzere, devlet kurumlarının yasal ve kurumsal düzenlemeler yapmaktaki ihmali mağduriyetin kapsamlı bir sistem temelinde yaşandığını kanıtlar niteliktedir. Yani kadına yönelik şiddet olayları kader değil politiktir.
Karşılaştığımız örneklerden de anlaşılacağı üzere kadınlara şiddet uygulayan erkeklerin büyük bir kısmı yabancı değildir. “Sevgi” kılıfı altında kadınlara şiddet uygulayan erkekler ya aile bireylerinden ya da eş, sevgili diye tanımlanan kişilerden oluşmaktadır. Oysa ki, bize göre sevgi; eşitlik, özgürlük ve adaletin sağlanması ile var olabilecek bir değerdir. Bu sebeple kıskançlık temelinde bireyler üzerinde kurulmaya çalışılan şiddete dayalı denetim uygulamaları ile sevgi arasında bağlantı kurmak mümkün değildir. Bugün dünyanın her noktasında “erkek sevgisinin” kadınların ölümüne neden olduğu uluslararası raporlarla ortaya çıkmaktadır. Bu yüzdendir ki, 14 Şubat’ta iddia edilen sevginin göstergesi sayılan hediyeleri kabul etmeyerek, kadına yönelik şiddete karşı bir araya geldiğimiz mücadelemizi dans ederek büyüttük.
Toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti görünür kılmak ve bu alanda atacağımız adımlarla toplum içerisinde yaratılacak farkındalığı geliştirmek isteyen herkesle birlikte dans ettik. Bir araya gelip yürüttüğümüz mücadeleyi büyüterek, sesimizi daha güçlü duyurduk. Bu vesile ile yaşanan mağduriyetlerin önlenmesi için devlet kurumlarının da sorumluluk sahibi olduklarının farkına varmalarını umuyoruz.
Şiddete hayır demek için, “diren, dans et, ayaklan!”