Fezel Nizam
fezelnizam@hotmail.com
Suyun hikâyesi benimkisi; önüne engel çıkmadıkça, çağlayıp duran… Şelale olur dağları aşar, akarsu olur vadileri aşar, deniz olur karaları birleştirir, vaha olur çölleri yeşertir. Ancak insan eli değer de, engel olur akışına. Kâr amacı gütmek ister sudan. Ticari bir malmış gibi davranır suya. Güç der, iktidar der, sen bana lazımsın der. Sistem içinde köleleştirmediği bir su kalmıştır ya, onu da katmaya çalışır döngüsüne. O zaman istediği gibi çağlayamaz hayat suyu. Kadınların hikâyesi benimkisi; nice başarılara imza atan, nice mücadelelerle haklarını savunmaya devam eden, zorluklara göğüs geren. Ancak erk eli engel olmaya çalışır hayatına. Ahlak der, namus der, ayıp der, tehdit eder, söver, döver. Güç der, ihtikâr der, sen bana lazımsın der. İşte o zaman konuşması, hareketleri, düşünceleri engellenir. Bir mumya misali sarar sarmalar tüm bedeni de yıllar süren özgürlük mücadelesiyle baş başa bırakır kadınları. Patriyarka ve kapitalizm, yollarını kesiştirir kadınların ve suyun. Su için mücadele veren kadınların hikâyesi bu; Bolivya’dan Nepal’e, Arjantin’den Erzurum’a. Kıtalar aşan bir mücadele serüveni bu.
Gözlerimi kapatıyorum, aklımda su mücadelesi ile dolu binlerce yaşam hikâyesi. Kenya’da buluyorum kendimi, Selina ile tanışıyorum. Selina, dünyada temiz suya ulaşamayan 663 milyon insandan biri. Ailesine su ulaştırabilmek için her gün saatlerce yol yürüyor. Başında bir kova su, ellerinde bidonlar ile sonsuz yürüyüşü gözümün önünden ayrılmıyor. Bu durum karşısında erkeklerin hiçbir şey yapmamasından yakınıyor bir yandan da. Bu yüzden köydeki tüm kadınların birleşip köylerine su gelene kadar kocalarını odalarına almama kararı aldıklarını belirtiyor. Buruk bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Yolculuğum Etiyopya ile devam ediyor. Bu kez zihnimdeki sahnede, onlarca kız çocuğu suya ulaşabilmek için ellerinde bidonlar ile kilometrelerce yol yürüyor. Bu yüzden okula çok geç kalıyorlar. Oyun oynamak yerine su taşımak zorundalar. Çok da uzak olmayan bir diyara gidiyorum ardından. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin suya yaklaşık %75 zam yapma kararının ardından, düzenlenen protestoda Fatma ön sıralarda yerini alıyor. İsyanı ve mücadelesi, hayati bir varlık olan su için. Bir başka çarpıcı yaşam hikâyesi ise Elazığ’dan geliyor. Su Yatağı köyündeki kadınlar, köylerinde su olmaması nedeniyle çocuk ve kocalarını terk ederek Malatya’ya göç etmişler. Terkedilen kocalardan Latif Fırat; “Suyumuz olmadığı için köyün tüm kadınları köyü terk etti. Bulaşık yıkamak da bize kaldı. Hangi yetkiliye derdimizi anlatacağız? Şimdi ben yetkilinin değil, karımın derdindeyim. Karım beni terk etti. Ben onun derdine düşmüşüm. Bir su yüzünden köyümüzde kadın kalmadı. Çocuklara bakmak zorundayım. Bulaşık, çamaşır yıkıyorum. En basitinden bir misafir geliyor. Bulaşık derdi olduğu için çay hazırlamaya bile içim el vermiyor. Bulaşık yıkamak gerçekten zor iş. Allah razı olsun hanım iyi dayanmış” derken, kadınların görünmeyen emeğinin eksikliğinin ne denli yakıcı olduğunu dile getiriyor.(i) Bu kez zihnimde suyun ticarileşmesinden sonra Nepal’deki kadın isyanına tanık oluyorum. Önceden nehir ve göletlerde kişisel hijyen ihtiyaçlarını gideren Nepal’li kadınlar, suyun özelleşmesinden sonra evlerinden kilometrelerce uzakta su dağıtım şebekesine ulaşımın zor olması ve kişisel hijyen ihtiyaçlarını giderememeleri nedeni ile direniş başlatmışlar. Bu sayede su tulumları evlerinin yanına alınmış.(ii)
Tüm bu hikâyelerde, kadınlar su konusunda sorumluluk almak durumunda kalıyor ve suya erişim, su hakkı için aktif mücadele ediyorlar. Sadece kırsal kesimlerde yaşayan veya yoksulluk sorunu ile karşı karşıya kalan kadınlar değil, aynı zamanda suyun ticarileştiği ülkelerde de benzer mücadelelere tanıklık ediyoruz. Aklımda deli sorular: Suyun metalaşması ile kadınların, bu alanda verilen mücadelede ön saflarda olma nedenleri ne olabilir?
Su metalaşma yolunda ilerlerken, toplumun ortak malı olmaktan çıkar ve özel mülkiyete geçer. Bu yolla suya ihtiyaç duyan kadınlar ve sonrasında da toplum mülksüzleşir.(iii) Kapitalizm mülksüzleştirme yöntemini bir araç olarak benimseyerek genişler ve derinleşir. Bunu yaparken de doğayı ve kadınları sömürmekten kaçınmaz. Patriyarka ve kapitalist sistemin işleyişini birbirinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. İkisi de paralel olarak ilerleyen; güç, iktidar ve sermaye peşinde koşan aç akbabalar gibidir. Kapitalizm rant ve çıkarları doğrultusunda doğayı sömürürken, tekelleşmeyi sağlar. Bu durum beraberinde bir “iktidar” algısı yaratır ve üst-alt ilişkileri ile temellerini sağlamlaştırır. Patriyarka da benzer ilişkiler geliştirerek, kadınları sömürü zincirinin halkalarından biri ve aslında vazgeçilmezi hâline getirir.
Suya erişimin toplumsal boyutu tartışılırken, toplumsal cinsiyet boyutu gözden kaçıyor. Oysa ki kadınların erkeklere göre su ile daha güçlü ilişkileri vardır. Su kaynaklarının planlanması sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı politikalar izlemek zaruridir. Suyun ticarileşen bir mal hâline gelmesinin ve fiyatının piyasa değerine göre belirlenmesinin, kadınlar üzerindeki etkileri de göz önünde bulundurulması gereken önemli konulardan biridir.
Kadınların dünya genelinde temiz suya erişim konusunda her daim hassas oldukları ve çoğu zaman suya erişim için ve suyun ticarileşmesine karşı direnişin başını çektikleri gözleniyor. Bu da ne denli evrensel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Kadınlar dünyada suyla ilgili hem erke, hem devlete hem de şirketlere yönelik radikal eylemler yapıyorlar. Bunun nedeni kadınların yaşam pratikleri ile bağlantılı olarak su ile doğrudan ve güçlü ilişkiler kuruyor olmalarıdır. Çünkü suyun eve gelmesiyle, ev içi cinsiyetçi iş bölümünün azalmak yerine pekiştiği gözleniyor. Kadınların suya erişim için ve suyun ticarileşmesine karşı geliştirdikleri isyan incelendiğinde su ile “doğamız gereği” bir ilişki kurmaktan ziyade, kadınlara yüklenen ev içi yeniden üretim rolleri gereği olduğu gözleniyor.
Kadınlar kendilerini mekânın temizliği, çocuk – yaşlı bakımı gibi hizmetlerin eksiksiz yerine yetirilmesi, kıyafetlerin ve kap kacağın temizliği, yemek pişirme gibi faaliyetlerin sürekliliği için bitmek bilmez bir su mücadelesinin içinde bulurlar. Yani ev içi ücretsiz emeğin sürdürebilmek adına suyu taşırlar. Su taşımayı reddettiği noktada ise erkek şiddeti ile karşı karşıya kalma riski ile yüzleşirler. Bir yandan kilometrelerce yürünen yollar ve litrelerce taşınan su mücadelesi diğer tarafta ise erkek şiddeti. Kadınlar bu iki durum arasında seçim yapmak zorunda kalır. Tam da bu yüzden kadınların karşılıksız emeği – ev içi yeniden üretim faaliyetlerinde suyun mihenk taşı olması, kadınlarla su arasında kurulan güçlü ilişkinin başlıca nedenidir.
Kırsal kesimlerde suya erişim noktasında sıkıntı yaşayan ve kentlerde yetersiz kamu hizmetlerinden bıkan kadınların yanında suyun ticari bir meta haline geldiği ülkelerde de kadınlar büyük su mücadeleleri vermiştir.
Suyun ticari bir meta olması durumunda, özellikle kırsal kesimlerde evlere kadar geldiğini düşünelim. Buna rağmen kadının patriarkal tahakkümden sıyrıldığını söylemek mümkün değil. Böyle durumlarda kadınlar suyu aramak, bulmak ve taşımak için harcadıkları zamandan tasarruf etmiş olsalar da, bu zamanı kendileri için kullanmak yerine yine ev içi yeniden üretimi sürdürecek alanlarda kullanıyorlar. Temiz suyun bir mal olarak satılması ile birlikte artık satın alınan suya harcanan paranın kazanılması gereksinimi ortaya çıkıyor. Kadınlar bu parayı temin edebilmek için kişisel ihtiyaçlarda kısıtlamalara gidiyor ve gelir getirici alanlara kaymalarına neden oluyor. Bu amaç uğruna emeğin sömürüldüğü kısa dönemli işlerde veya eve gelen suyu gelir getirici tarımsal ürün için harcamak suretiyle tarlalarda çalışmak tek alternatif gibi görünüyor(iv). Kadınlar için çalışma hayatına katılmak önemli olsa da, kazanılan paraya dair söz hakları olmayacağı için bu durum kapitalist sistemin çalışan köleler yaratmasını sağlıyor. Yani suyun metalaştırılmasını araç olarak kullanan kapitalist sistem, kendi döngüsüne uygun köleler yaratıyor. Karşımıza çıkan bir diğer tehlike ise suyun özelleşmesinde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı politikalar yürütülüyormuş algısının yaratılmaya çalışılmasıdır. Aslında yapılmak istenen, sözde kadın duyarlı bakış açısı benimseyerek kadınların isyanını ehlileştirmekte ve ücretli köleler yaratmaktır.
Dünya pratiklerinden de anlaşılacağı üzere, mücadele verirken salt su hakkını savunmak eksik bir bakış açısı oluşturulmasına neden olacaktır. Sistemi sorgulayarak, hem kapitalizme hem de patriyarkaya karşı bir başkaldırı şarttır.
(i) Porttakal, (Kasım 2008). “Kadınlar köyü terk etti, erkekler isyan etti” http://www.porttakal.com/haber-kadinlar-koyu-terk-etti-erkekler-isyan-etti-179748.html ve Kocabıçak, (2009). “Suyun Ticarileştirilmesi sürecinde Kadınların Su Savaşları”.
(ii) United Nations, (2005).Women and Water, Women 2000 and Beyond içinde, Divison for the Advancement of Women, Department of Economic and Social Affairs, United Nations.
(iii) Mies M., V. Bennholdt- Thomsen ve C. von Werlhof, (2008). “Son Sömürge: Kadınlar”, İletişim Yayınları, İstanbul. Roberts A., (2008). “PrivatizingSocial Reproduction: The Primitive Accumulation of Water in an Era of Neoliberalism”, Antipode içinde, Sayı: 40/4, Canada.
(iv) Were E., Swallow B., Roy J., (2005), Water, Women, and Local Social Organization in the Western Kenya Highlights, International Research Workshop on “Gender and Collective Action”, Thailand.