Kadir Kaba; “Fotoğrafta her zaman felsefi düşünce aradım”

Kuşkusuz Kadir Kaba en önemli fotoğraf sanatçılarımızdan… Ama o çok iyi fotoğraflar çekmekle yetinmeyerek, fotoğrafı araştıran, tarihsel gelişimini gün yüzüne çıkaran, Kıbrıs’ın fotoğraf tarihinin izini de süren bir insan

Simge Çerkezoğlu

Kuşkusuz Kadir Kaba en önemli fotoğraf sanatçılarımızdan… Ama o çok iyi fotoğraflar çekmekle yetinmeyerek, fotoğrafı araştıran, tarihsel gelişimini gün yüzüne çıkaran, Kıbrıs’ın fotoğraf tarihinin izini de süren bir insan… Tek bir fotoğraftan yola çıkarak, bir hayatı gün yüzüne çıkaran Kadir Kaba, Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanan yeni kitabında da bu kez Kıbrıs fotoğrafının en önemli isimlerinden, Fevzi Akarsu ile bizi buluşturuyor. 1930’lu yıllarda çekilen muhteşem fotoğrafları gün yüzüne çıkarıyor.   

“İLK KEZ BİR VİZÖRDEN BAKTIĞIMDA, O GÖRÜNTÜ ÇOK HOŞUMA GİTTİ”

Kadir Kaba ile çocukluğuna uzanıyoruz. Henüz altı yaşındayken tanıştığı fotoğrafa ilgisinin nasıl geliştiğini, bugünlere ulaştığını dinliyoruz.   

“Mora’da doğdum ama henüz bir yaşıma bile gelmeden Lefkoşa’ya taşındık. Pastoral yaşamdan geldim, anne ve baba tarafım toprak ağasıydı. Ancak ben Lefkoşa’da büyüyünce farklı kültür ortamında yetiştim. Bunu küçümsemek için söylemiyorum ama pastoral kültürle burjuva kültürünün elbette farklılıkları vardı. Ben yaklaşık altı yaşındayken mahallemize Hamit Çok isimli bir abimiz gelir, bizi oynarken fotoğraf çekerdi. Beni de çok sever, makinasını bana verirdi. Küçük, posta pulu büyüklüğünde bir vizörü vardı, o vizörden baktığımda görüntü çok hoşuma gitti. Bana yardım ederdi, fotoğraf çekerdim. Sanırım bende bir iz bıraktı. Ama fotoğrafa da ayrıca ilgim vardı. Fotoğraf izlemeyi severdim. Daha sonra 1960’lı yıllarda birkaç arkadaş foto Atlas’dan kimyasal ve fotoğraf kartı alır kontak print yöntemiyle birkaç fotoğraf basardık. Paramız o kadardı. Fotoğrafa olan ilgim böylece devam etti. Ankara’da muhasebecilik eğitimi aldım. Mezun olduktan sonra, İngiltere’ye gittim. Elbette oradaki koşullar bambaşkaydı. Muhasebecilik eğitimime devam etmek için oradaydım ama Kıbrıs’ta alamadığımız makinalar, orada elimin altındaydı. İlk işim kendime bir makine almak oldu. Böylece fotoğrafa başladım. Padington Kolejde Fotoğrafçılık Okulu’nda fotoğraf eğitimi aldım. İlk sergim de böylece Londra’da açıldı.”

“FOTOĞRAFIN TOPLUMLA BULUŞMASINI İLK SAĞLAYAN, MUSTAFA AKINCI OLDU”     

Yirmi dört saat fotoğrafla ilgilenmek için muhasebecilik mesleğinden vaz geçen Kadir Kaba, fotoğrafçılıktan para kazanamadığını ama ekmeğini kazandığını söylüyor. Beni güldürüyor. 

“Tüm enerjim sanatsal çalışmalar, politik çabalarla geçti. Hayatımı fotoğrafla kazandım. Stüdyom vardı, çekim yapardım ama hayattaki tüm kavgam sanat içindi. Uzun yıllar, bir grup arkadaşımla Kıbrıs Türk sanatının stratejisini çizme kavgaları verdim. Hiçbir zaman para kazanma idealim olmadı… Fotoğrafta her zaman felsefi düşünce aradım. Londra’dan dönünce elbette burada fotoğraf alanında çok geride olduğumuzu fark ettim. Elbette fotoğraf çeken insanlar vardı ama birbirimizi bilmezdik. Fotoğraf toplumun önüne henüz çıkmamıştı. Böylece fotoğrafı toplumla buluşturmaya karar verdik. Mustafa Akıncı’nın Lefkoşa Belediye Başkanlığı döneminde, ilk kez, toplumsal anlamda bir fotoğraf sergisi açıldı. Çok iyi bir başlangıçtı. Fotoğrafın toplumla buluşmasını ilk sağlayan, Lefkoşa Belediyesi ve Mustafa Akıncı oldu. Zaman içinde 1990’lı yıllarda devletin de fotoğrafa el atmasıyla, fotoğrafa olan ilgi çığ gibi büyüdü. Dijitalin de hayatımıza girişiyle, kontrol edilemez noktaya geldi. Bugün, yazı bile çok az yazılırken, hayat fotoğrafla anlatılıyor. Hayatın her saniyesi kayıt altına alınıyor. Herkes fotoğraf çekiyor ama herkes fotoğraf sanatçısı olamıyor.”

“BEN ÇOĞUNLUKLA FOTOĞRAFÇILIĞIN ADADAKİ KÖKENİNE KONSANTRE OLDUM”

Kadir Kaba’nın en önemli yanı fotoğraf çekmeye duyduğu ilgi kadar, fotoğrafı araştırmaya olan hevesi… Fotoğrafa dair sürekli yeni bilgilerle bizi buluşturan sanatçı, Kıbrıs fotoğrafına dair bilinmezlik dönemini, bizim için bilinir kıldı… Her zaman yeni bilgiler aradı.

“Eğitim biçimimde her şey tarihle bağlantılıydı. Hayatta tarihsel süreci bilmezseniz bugünü yerine koyamazsınız. Ben de işte bunu gerçekleştirdim. Fotoğrafı, fotoğrafçıları araştırmaya başladım. Ankara, İstanbul, İzmir, Kuşadası gezdim. İlk fotoğrafçımız 1923’te göç edip Türkiye’ye gitti. Ailesi oradaydı. Dolayısıyla Ahmet Şevki’nin izini sürmek için Türkiye’de çok araştırma yaptım. Yaklaşık on beş sanatçı torunu olan bir isim olduğunu öğrendim. Araştırdıkça 1950’li yıllara kadar ulaştım. Zaten sonrası benim de hatırladığım, şahitlik ettiğim bir süreçti. Hâlâ hayatta olan altın çağımızın fotoğrafçıları Ümit Esinler, Foto Diana, Atlas, Şık, Kervan bunlar hâlâ hayatta… Onların bilgilerini almak zor olmadı. Çok yardımcı oldular. Ama ben çoğunlukla fotoğrafçılığın adadaki kökenine konsantre oldum. Bu bilgiye ulaşamazsak, üstünü inşa edemeyeceğimize karar verdim. Büyük ölçüde de bu bilgileri açığa çıkardık diyebilirim.”

“FOTOĞRAF BURJUVA EKONOMİSİNİN GETİRDİĞİ BİR KÜLTÜRDÜR”

Tabii bunca araştırmadan sonra Kıbrıs’ın fotoğrafçılık tarihinin detaylarını, kendisinden dinlemek istiyorum. Bildiğimizi sandığımız bazı doğruların çok daha farklı olduğunu öğreniyorum.

“Memleketimizde yanlış bir inanç var; Müslümanlıkta suret yasaktır, günahtır o nedenle de fotoğrafçılık hep yabancılarda gelişti. Sonra Müslümanlarda uygulama buldu. Bu durum Arap ülkeleri için kısmen doğru olabilir ama özellikle Kıbrıs’ta, böyle değildi. Temelde fotoğraf burjuva kültürünün bir ürünüdür. Burjuva ekonomisinin getirdiği kültürdür. Osmanlı’da bu ekonomi çok gelişmediği için ilk kez Almanya’dan fotoğrafçıların gelmesi normaldi. Daha sonra bu ilgi Ermeni çıraklara geçerek, Osmanlı’ya da ulaştı. Fakat Kıbrıs’a baktığımızda bu gelişim tamamen ters oldu. Kıbrıs doğumlu ilk fotoğrafçı Ahmet Şevki’dir. Zengin bir ailenin, üst kültür sahibi, imparatorluk kültüründen gelen bir ailenin üyesiydi. Çok da yetenekliydi. Bir İngiliz’de gördüğü ahşap fotoğraf makinesinin aynısını yaparak, fotoğraf bilgilerini de öğrenerek fotoğrafçılığa başladı. Ahmet Şevki’den sonra Kıbrıslı Rumlardan Tüfekcis fotoğrafa başlıyor. Onun babası da Osmanlı’nın tüfek fabrikasında görevliydi. Bir imparatorluk kültürüyle iç içeydi. Daha sonra da ilk stüdyoyu açan bir Kıbrıslı Rum oluyor. Zaman içinde fotoğrafçılık gelişiyor… Esas olarak Osmanlı’dan ayrılan Ermenilerin adaya yoğun olarak gelişiyle birlikte, fotoğraf da yaygınlaşmaya başlıyor. Toplumu fotoğraflarla buluşturan en önemli unsur Ermeni fotoğrafçılardır. Çok başarılıdırlar, değerli katkıları olmuştur. Türk, Rum ayırmadan da herkesle çalışmışlardır.”

SON KİTAP-FEVZİ AKARSU

Kadir Kaba yine son kitabında Kıbrıs’ın en önemli fotoğraf sanatçılarından birinin,  Fevzi Akarsu’nun izini sürüyor… Kıbrıs’ın fotoğraf sanatında izlediği yolu bizimle paylaşıyor. 

“ 1916 ile 1918 yılları arasında tespit edebildiğimiz çok değerli üç amatör fotoğrafçımız göze çarpar. Biri kadın… Müslüman bir kadın hem de. Bu da bize yine fotoğrafçılığın kültür düzeyi ile alakalı olduğunu gösteriyor. Bu kadının ailesinin kökleri de Osmanlı’ya dayanıyor, hatta başarılarından ötürü dedesine dönemin Osmanlı padişahı kılıç armağan ediyor. 1920’lere geldiğimizde daha başka fotoğrafçılarla karşılaşıyoruz. Tüm bunlar bize Kıbrıs Türk toplumunda fotoğrafla ilgilenen çok daha fazla insan olduğunu gösteriyor. Bunlar olurken Fevzi de fotoğrafa ilgi duymaya başlıyor. Yeni kitabımda bu süreci özetiyle anlatıyorum. Fevzi’ye de fotoğrafçılığı Sadık Efendi olarak bilinen, Kıbrıslı olduğunu düşündüğümüz kadınlara meslek edindirmek için dersler veren bir zat öğretiyor. Bakın gelişmişlik düzeyi buradan da belli, 1920’li yıllarda kadınlara meslek öğretiliyor... Daha sonra Fevzi başka bir fotoğrafçının yanına çırak olarak giriyor. Böylece Fevzi fotoğrafta gidiyor ve böylece gelişmeye de başlıyor. Kitabın kapağındaki hanımefendi de, tam gelişme dönemindeki fotoğraflarından, Harid Fedai’nin de annesi… Onlarda da bir imparatorluk kültürü var. Örtünmeden, çarşafsız bir fotoğrafçıya poz veriyor. Ben de Fevzi Akarsu’nun fotoğrafçılık serüvenini 1956 yılına dek anlatıyorum.”          

Elbette iyi bir fotoğraf için gerekli olan nitelikleri sormadan sohbetimizi tamamlamıyorum. Ancak aldığım cevaptan sonra iyi bir fotoğraf çekmenin düşündüğümden çok daha zor olduğunu anlıyorum.

“İyi bir fotoğraf için ışığın, ayarların, kompozisyonun, tümünün doğru olması gerekiyor. Bu niteliklerden biri eksikse, o artık iyi bir fotoğraf olmuyor. Işığı bilmek lazım, ışığın psikolojik anlamlarını, değerlerini bilmek lazım… Tekniği çok iyi bilmek lazım, kompozisyonu çok iyi kurmak lazım… Özellikle portreler bir insanın iç dünyasını yansıtan fotoğraflardır. Bu iç dünyayı biz yansıtırken, bir öznenin bedenini kullanarak, bunu yapıyoruz. O nedenle de kompozisyonu nasıl oluşturduğumuz önemlidir. Elbette tüm bunları bir araya getirmek çok zor. O nedenle iyi bir fotoğraf için bilgi ama bilginin de çok üzerinde deneyim şarttır. İnsanlar sanıyor ki bilmeden fotoğraf çekebilirler. Bazen rastlantısal iyi şeyler çıkabilir ya da yıllarca fotoğraf da çekebilirsiniz ama esas olan bir matematik işlemi çözer gibi, fotoğrafı çekebilmektir. Tüm adımları yerine getirebilmektir. Tüm bunların yanında da bir felsefenizin olması lazım. Neden o fotoğrafı çektiğinizi düşünmek lazım.”           

 

                     

 

 

    

 

 

Dergiler Haberleri