Kafası karışık olmayanların akılları karıştırması üzerine

Nazen Şansal: Ülkemizdeki gece kulüplerinde, siz bu satırları okurken dahi bir sürü insanlık suçunun işlenmekte olduğu bu yerlerde, kadınlar ölüyor, ölmekte... En son ölüm haberini aldığımızda artık içimiz patladı, susamadık bu sessiz kalışa, çözüm bulunm

 

Nazen Şansal (Baraka Kültür Merkezi Aktivisti)

nazen_sansal@yahoo.com

 

 

Ülkemizdeki gece kulüplerinde, siz bu satırları okurken dahi bir sürü insanlık suçunun işlenmekte olduğu bu yerlerde, kadınlar ölüyor, ölmekte... En son ölüm haberini aldığımızda artık içimiz patladı, susamadık bu sessiz kalışa, çözüm bulunmayışa. Kendi meşrebimizce bir eylem koyduk ortaya. İzleyen günlerde KTÖS’ün çağrısıyla pek çok örgüt biraraya geldik ve daha güçlü bir ses çıkarabildik sonunda. 16 Ocak günü “Seks Köleliğine Dur De” ana sloganıyla düzenlenen eylemin amacı, devlet eliyle yürütülen seks köleliğine karşı çıkmaktı; zincir sesleri köleliği anlatmaktaydı. Bunun yanı sıra son aylarda yaşanan iki ölümün hesabı sorulmalıydı; ki sembolik tabut omuzlarda bu yüzden taşındı. Köleliğe ve ölümlere dur derken, lisanlarımız başka başkaydı. Eylemin başarısı, aynı denize akan farklı akarsuların coşkulu çağıldayışındaydı.

Ortaklaşa yapılan her iş gibi farklılıklarıyla birarada olan pek çok örgüt, toplantılar yapmış ve eyleme yönelik fikirlerini, niyetlerini ortaya koymuştu. Baraka temsilcisi, eylemin ortak sözünü benimsemekle birlikte “gece kulüpleri kapatılsın” fikrini de bir yafta (yeni deyişle döviz) halinde taşımak istediklerini açıkça söylemiş ve bu konuda farklı bakış açılarına sahip çeşitli örgütlerden -FEMA aktivistleri dahil- onay almıştı.

15 Ocak tarihinde, günlük bir gazetede yayımlanan ve zaten eyleme gelecek olan feminist aktivistlere değil, çevremdeki kadınların sorularından esinlenerek gazete okurlarına seslendiğim “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” başlıklı köşe yazımda şöyle diyordum:

“Çarşamba günü bir eylem var Lefkoşa sokaklarında.

Pek çok örgüt, bir sürü kadın ve erkek, gece kulüplerinde kölelik koşullarında çalıştırılan ve ölen kadınlar için yürüyecek.

Kadınız ya, kafalarımız bir hayli karışık bu konuda...

Bu kadınlar zaten bu işi yapacaklarını bile bile gelmiyorlar mı?

Kendi tercih ettikleri yaşamın bedelini ödüyorlar...

Gece kulüpleri kapansın mı kapanmasın mı?

Kapanırsa tacizler, tecavüzler artar ama...

Gece kulüpleri kapansın dersek Tayyip gibi ahlakçı mı oluruz?

Köleliğe karşı çıkmazsak nerede kaldı bizim insanlığımız...

Seks işçiliği iş midir, satılan emek midir?

Eğer öyleyse sendikalı olmalı, sosyal güvenlikleri sağlanmalı...”

 

Sorulardan bazılarına cevaplar arıyor ve eyleme çağırıyordum kadınları:

“Ama kadınlar, kafa karışıklığını çantasına atıp, komşusunu koluna takıp, çocuğunu elinden tutup sokağa çıkmalı artık...”

 

26 Ocak tarihli Gaile dergisinde, FEMA Aktivisti Doğuş Derya imzasıyla yayımlanan “Bizi Kurtarıcıdan Kurtarın Çünkü Bazı Kadınların Kafası Karışık Değildir” başlıklı yazıda, gerek örgüt ismi verilmeden Baraka Kültür Merkezi’ne gerekse yazıma atıfta bulunulmadan dolayısıyla okuyucuya, o yazıyı da okuyup değerlendirme fırsatı sunulmadan, ortaya koyduğum görüşlere eleştri yapılmakta, cevap verildiği iddia edilmekteydi.

Bu yazının amacı, tabir-i caizse böylesi bir kaçak dövüşün, açık sözlülük yerine ima ve iğnelemelerin, süreçleri bütünlüklü aktarıp analiz etmek yerine sadece kendi penceresinden görünenleri gerçek ilan etme halinin altında yatan nedenleri veyahut yaratacağı örgütsel güven sıkıntısını tartışmak değil. Bu yazının derdi, bugün ülkemiz koşullarında gece kulüplerinin kapatılmasını talep etmek ile genel anlamda seks işçilerinin insan haklarını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini savunmanın birarada olabileceğini izah etmek. Çünkü feminist mücadele -bahsi geçen yazıda aksini yaptığımız iddia edilse de- herkes için her yerde ve her koşulda geçerli olan hazır reçetelerle verilemez. Bugün söylediğmizle, koşulların değiştiği bir yarın eylediğimiz farklı olabileceği gibi buradaki talebimizle bir başka yerdeki tesbitimiz bambaşka olabilir. Bu da -yine bahsi geçen yazıda aksini yaptığımız iddia edilse de- gözünü tabana çevirme, sözünü pratikle sınama kaygımızdan kaynaklanır, somut koşulların somut tahliline ettiğimiz itibardan beslenir.

Doğuş Derya’nın yazısında, tavan ve taban örgütlenmelerinin farkları aktarılırken “Taban örgütlenmeleri için siyasi söylem veya eylemliliğin esas zemini, bir sosyal grup adına konuşmadan önce onun ne söylediğini duymaktır” ifadelerine yer verilmekte. Gece kulüplerindeki köleleştirilmiş kadınların sesini duyabilen var mıdır, insan olma hakları yokken hala bir sesleri var mıdır? Dilini bile bilmedikleri bir yerde, yarın bir başka ülkede gözlerini açabilecekleri bir ihtimalde haklarını istemeye mecali mi kalmıştır seks kölelerinin? Duyduğumuz tecavüzün ve ölümün sesidir. Bu sese verilecek cevap, ithal bir reçeteyle; hayatını seks işçiliği yaparak kazanan kadınların yükselttiği çalışma, evlenme ve annelik özgürlüğü, sigorta ve barınma hakkı gibi konuların ön plana çıkarılması mı olmalıdır, yoksa gece kulüplerinin kapatılması mı? Biz, birinciyi de önemsiyor, istiyor, olanaklarını yaratmak için uğraşıyoruz ancak bugün burada ikinciyi talep etmekte hiç bir beis görmüyoruz. Çünkü feminizmi, kadınların yaşama hakkını savunmak olarak da tarifliyoruz ve “dışardan kendi kanaatimizi bağırmak” şöyle dursun alanın öznelerinin yaşamsal süreçlerinin, ülkemizdeki gece kulüplerinde ölümle kesiştiğini görüyoruz. Ve bu kadınların, kendimizden ayrı görmediğimiz bu kız kardeşlerimizin ölümden ve kölelikten kurtulmasını istiyoruz.

Konfeksiyon üretimi yapan bir fabrika düşünelim; patronuyla, çalışanlarıyla, müşterileriyle... Patronun, uluslararası suç çeteleriyle işbirliği yaptığını ve insan ticareti mağdurlarını alıkoyup tehdit ve dayakla dikiş tezgahlarında çalıştırdığını varsayalım. Çalışanlara, yaptıkları iş karşılığında hiçbir ücret ödenmediği gibi o ülkenin yasalarına göre suç sayılan şeyleri de yapmaya -mesela diktikleri gömleklerin cebine uyuşturucu koymaya-  zorlanıyor olsunlar. Devletin de tüm yetkili organlarıyla, polisiyle, yargısıyla bunu bildiği, göz yumduğu, hatta vergi aldığı bir ülke olsun burası... Müşterilerin ise bu insanlık dışı durumu umursamayarak, sırf gömlek ihtiyaçlarını karşılamak için oradan alış veriş yapmaya devam ettiğini düşünelim. Hatta çalışanları, canlarının istediği gibi hırpalama hakları da olsun müşterilerin. Biz tüm bunlara tahammül edemez, itiraz yükseltirken köle gibi çalıştırılanların, yorgunluktan makineye elini kaptırarak ya da bu koşullara dayanamayıp intihar ederek öldüğünü işitelim. Bu fabrika kapatılsın demek en doğru, en meşru talep değil de nedir? Bunu derken aynı zamanda konfeksiyon işçilerinin haklarını da savunamaz mıyız?  

Bahsi geçen yazıda “seks işçilerinin ekmeğini kazandığı gece kulüpleri”nden söz edilmekte ve kafası net olan bizlerin seks işçileri adına konuştuğumuz, onları hülyasına daldığımız yarının dünyasında her türlü sömürüden kurtarıp özgürleştireceğimiz de yer almakta. Mevcut gece kulüplerinin pastasını yiyen insan tacirleri, patronlar ve devlet iken, alanın öznelerinin deneyimi ekmeğini kazanan seks işçilerinin değil, hayatta kalmaya çalışan seks kölelerinin varlığını işaret etmektedir. Kaldı ki “hemen şimdi” şiarını yükselten bizlerin ne seks işçilerinin ne de bir başka emekçinin haklarını yarının dünyasına havale etmemiz, kendimizi inkar anlamına gelecektir. Böylesi bir söylemimiz hiçbir zaman olmamakla birlikte, yazarın kendi penceresinden görünenleri gerçek ilan etmesine vesile olan ifadelerimiz şöyledir: Bugün bizim ülkemizin koşullarında gece kulüplerinin kapanmasını istemek; seks işçiliğinin yapıldığı koşullarda, sendikalaşmayı, sigortalı çalışmayı, grev hakkını savunmak; yarının eşit ve özgür dünyasında ise para karşılığı seks alınıp satılmasına ihtiyaç olmayacağını öngörmek aynı bütünün parçalarıdır. Bu bütün, tüm gerçekçiliğiyle imkansızı istemenin de yoludur.”

Evet, yarının dünyasına dair hayallerimiz var, her feministin de olmalı... Bu hayallerin peşinden giderek bulacağız cevapları.

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri