Bülent Fevzioğlu
Enver ve kardeşi Salih içerden küfretmeye, ‘Burada bizim sözümüz geçer’ diye bağırmaya başladılar. Küfürler üzerine içeriye girdi Komutan ve olan oldu…
Silâhsızdı, 3 kurşun yedi… Limasol’a götürülürken yolda öldü…”
Türk sinemasının efsane oyuncu, senarist, yapımcı ve yönetmeni Yılmaz Güney, 1965 yılı içerisinde 22 film çeker…
Vurdulu - kırdılı, kanlı - silâhlı ve de çerez niyetine avantür - karton kahramanlı filmlerdir bunlar…
Ve elbette, bu türden filmlerinin sinemasal bir değeri olmadığını Yılmaz Güney de bilmektedir…
Ancak bu filmleri ile başta İstanbul olmak üzere Ankara ve İzmir gibi kent salonlarında gösterime yer bulmasa da, kırsal bölge işletmelerinden büyük paralar kazanır…
Aynı Yılmaz Güney; ödüller kazanan Sürü, Ağıt, Seyyit Han ve Endişe filmlerini de yazan, yöneten, başrolünde oynayandır…
Bir sinema eleştirmeni sorar Yılmaz Güney’e:
- Bu nasıl bir çelişkidir? Bir yanda karton avantürler, diğer yanda ödüller kazanan şaşırtıcı filmler?
- ‘‘Çelişki değil’’ der Yılmaz Güney, ‘‘mecburiyet… Çünkü ödüller kazanan filmlerimi yapmam için önce kendi şirketimi kurmam, bağımsız olmam ve bunları gerçekleştirmem için de bir yerlerden para kazanmam gerekliydi…’’
Güney’in, 1965 yılı içerisinde rol aldığı 22 filminden ikisi, birbirinin devamı olarak iç-içe çekilen Kahreden Kurşun ve Kan Gövdeyi Götürdü foto 1-2filmleridir…
İşte bu ‘‘kanlı - kurşunlu’’ iki filmin, ada coğrafyamız üzerinde bizi de içerisine çekip aldığı bir trajik öyküsü vardır…
Tıpkı filmlerin afişlerinde, yazdığı gibi…
‘‘Kahreden’’… ‘‘Kurşunlayan’’ ve ‘‘gövdeleri götüren kanları’’ ile…
***
1966 yılı, adalı Türkler adına henüz ‘‘BEY’’ döneminin bitmediği - sürdüğü yıllardır…
Yani (B)ayraktarlık… (E)lçilik… (Y)önetim…
Ve ‘‘BEY’’ döneminin toplumsal koşulları nedeniyle de Türk yerleşim birimlerinin tümünde etkin olan ‘‘en büyük güç’’, TC. Genelkurmay Başkanlığı tarafından takma isimlerle Kıbrıs’ta görevlendirilen üst rütbeli subaylar…
İşte bu subaylardan biri de Günay Bey takma adıyla Köfünye’de görevlendirilen Kurmay Yüzbaşı, Hasan Basri Atar’dır…
Ancak biz, gerçek ismini, (üç-beş yakın çalışma arkadaşı dışında) çok sonraki yıllarda öğreneceğiz…
Günay Bey, 1966 yılının Nisan ayında, Köfünye ve bölgesine Kovanbey (TMT yapılanmasında üst düzey komutan) olarak atanır…
En yakın çalışma arkadaşı – yardımcısı ise sonraki yıllarda siyasi çalışmaları, roman yazarlığı ve KIBATEK (Kıbrıs, Balkanlar, Avrasya, Türk Edebiyatı) VAKFI Kurucu Başkanı olarak göreceğimiz İsmail Bozkurt’tur…foto3
Gazeteci - yazar Nezire Gürkan, foto41 Ekim 2007 tarihli TAK (Türk Ajansı Kıbrıs) haber bülteni içerisinde, İsmail Bozkurt’la gerçekleştirdiği ‘özel haber - söyleşi’sini paylaşır.
Günay Bey öncesi Köfünye’de TMT Bölge Komutanı olarak görev yapan Bozkurt; şöyle anlatır:
“Köyde egemen 3 büyük aile vardı…
Disiplin sağlamaya çalışınca, silahlarını toplayınca bana posta koydular.
Tehditler aldım. Ayrı teşkilat kurdular, yemin ettirdiler, mühür bastılar.
Bir gece karargâhı ateşe verdiler…
Başka bir gece yolda pusu kurdular, arabanın lastiklerini patlattılar.
Her an canım tehlikede, her an tetikte, silahla dolaştım...”
İşte, tam da bu günlerde, teşkilatın yeni politikası uyarınca bölgelere Türkiyeli subaylar gelmeye başlar. Günay Bey de Köfünye’ye gelir…
“Komutan gelince ben de yardımcısı oldum.
Tüm uyarılarımıza karşın silâh taşımayı yasakladı.
Kendi de taşımadı.”
İsmail Bozkurt’un anlatımıyla ‘kendisi de [üzerinde] silâh taşımayan’ Günay Bey’in sevenleri olduğunca, sevmeyenleri de vardı…
Araştırmacı gazeteci Sevgül Uludağ’ın görüştüğü (Bkz: Halil Sadrazam, İlk Silâh Sesleri, s. 474) Köfünyeli Sefer Enver, neden sevilmediğini şöyle anlatır:
‘‘Günay Bey disiplinli bir insandı.
Çok iyi askerdi her hususta.
İsterdi her dediği olsun…
Kendini köyün komutanı, bakanı, cumhurbaşkanı görürdü.
Herkes ondan korkardı. Benim hatırladığım ve onu tenkit edebileceğim tek şey, dedikoduya inanarak, hiç kontrol etmeden insanları dövmesiydi.
Hiç kimse köyde bunu hoşgörüyle karşılamadı ama insanlar konuşmaktan korkardı. Babamı çok severdi ve babamın ona söylediği bazı şeyler vardı:
Yahu herkesi dinleme!
Sana biri gelip da ‘filân şunu yaptı’ dediğinde, ‘sen onu dinleyip şunu bunu dövme! Yapma bazı işleri…
Herkes seni fena göstermek ister!’ derdi…’’
Günay Bey’in Köfünye’de bulunmasının üzerinden, yedi ay geçer…
Dönemin en önemli eğlence mekânlarının başında, sinema gelir…
Günay Bey de fırsat buldukça sinemaya gider ve her zaman salonun en arka sıralarında kendisi için ayırdığı, koltuğuna oturur…
15 Kasım 1966, Cumartesi akşamı sinemada, Yılmaz Güney’in iki yeni filmi vardır:
‘‘Kahreden Kurşun’’ ile ‘‘Kan Gövdeyi Götürdü…’’
Ancak henüz ışıklar sönmemiş, film başlamamıştı…
İsmail Bozkurt şöyle anlatır:
‘‘Sinemada, en arkada 3-4 koltuk Günay Bey’e ayrılır, oraya kimse oturmazdı.
O gece ben, eşimle 3-4 sıra öne oturdum. Hanım hamile…
Günay Komutan, Lefkaralı Turgut (Sunalp) ve polis çavuşuyla birlikte geldi.
Oturacağı yerde Enver’in adamları oturur, sarhoştular.
Komutan başlarına gitti. Kalkmadılar. ‘Kalkın’ dedi, kalkmadılar.
Polis çavuşuna ‘tutuklayın’ dedi, arbede başladı.
Cumali’yi polis götürdü…
Günay Komutan da arkadan dışarı çıktı.
Biz de çıktık.
Ortalık karıştı…
Enver ve kardeşi Salih içerden küfretmeye, ‘Burada bizim sözümüz geçer’ diye bağırmaya başladılar.
Küfürler üzerine içeriye girdi Komutan ve olan oldu…
Silâhsızdı, 3 kurşun yedi…
Limasol’a götürülürken yolda öldü…”
Emekli Kurmay Albay Halil Sadrazam,foto5,6 ‘İlk Silâh Sesleri’ adlı kitabında (Söylem Yayınları, Nisan 2013, Lefkoşa, Cilt 1, s. 475) şu bilgileri verir:
‘‘Günay Bey’in vurulduğu haberi hemen telsizle Özkan Bozkurt tarafından Larnaka’daki Sancaktarlıkta telsizci Erbay Kanatlı’ya bildirildi. Erbay Kanatlı, 15 Kasım 1966’da, Özkan Bozkurt’un telsizle geçtiği şifreli mesajı çözdüğünde, şoke olmuştu…
Derhal Larnaka Sancaktarı (Bozdağ) yanında birkaç kişiyle Geçitkale’ye geldi. Bu sırada Alaniçi köyünden de 10-15 kadar silâhlı mücahit getirildi.
Sancaktar derhal Enver Sefer ailesinin erkeklerini toplayarak el ve ayaklarını bağlattı. Ağızlarını bantla kapattı ve Ziya Hasan’ın köy otobüsüne doldurarak silâhlı muhafızlarla Larnaka’ya gönderdi…
İskele’de anayola çıkarken otobüs durakladığı sırada tutuklananlar arasında bulunan Enver Sefer, ayaklarını nasıl olduysa çözdüğünden ansızın kalkıp omuzuyla vurarak kapıyı açmış ve atlayarak kaçmıştı. Yakında bir Rum polis karakolu olduğundan arkasından ateş edilememişti…
Bundan sonra Larnaka’da tutuklulara çok ağır işkenceler yapılmış…
Üç ay boyunca kelepçeli ve kış mevsiminde belden yukarısı da çıplak olarak bırakılmış. Üst komutanlara yaranmak için tutuklulara tekme vuran ve küfredenler varmış. Yapılan işkenceler dayanılmazmış…’’
Nezire Gürkan, şöyle yazar sonrasında:
‘‘Günay Komutan’ın öldürülmesinin ardından “tam yetkili” kılınır Bozkurt.
Ama bu yetki bir gün sürer…
Bir gece ansızın, başka bir komutan gelir...
Çılgınlıkları, bölgede Türkü Rum’uyla herkesi “terbiye etmesiyle” ünlü Jandarma Üsteğmeni “Çetin Komutan...”
“Kör disiplin meraklısıydı. Sivil-asker fark etmez, geçtiği her yerden herkes ayağına kalkmak zorundaydı. Kalkmayanı döver, zevk için döver, gereksiz işler yapardı” diyor Bozkurt...’’
Türkçe konuşmayanlara ve köy adlarını toplu taşıt araçları üzerine Türkçe yazmayanlara karşı da şiddet uygulayan Çetin Komutan, Köfünye ismini Geçitkale olarak değiştirendir de…
Ve inanılır gibi değil ama…
Günay Bey’in sinemada vurulduğu gece gösterime hazırlanılan Yılmaz Güney’in adı geçen filmlerine inat, ‘‘Deli’’ namlı Çetin Komutan (Üsteğmen, Recep Topuz) için kitabında (s.478) şu bilgiyi verir Emekli Kurmay Albay, Halil Sadrazam:
‘‘Çetin Bey, akıl almaz asi yaklaşımlarından ve delice tavırlarından dolayı, Kıbrıslı Türkler arasında ‘‘RİNGO’’ lâkabıyla da anılıyor!’’
***
Bu silüetler geçişinden geriye; kimi Londra’ya veya başka ülkelere göç etmiş, kimi yaşadığı topraklarda izini kaybettirmiş olanlar yanında, iki mezar taşı kalır geriye…
İki ‘‘Şehit’’ mezar taşı…
Biri; Köfünye’ye geri getirilemediği için Limasol’da, Arnavut Cami bahçesindeki şehitliğe defnedilen ve mezar taşında ‘‘H.B. Günay’’ foto7yazan…
Diğeri:
Sefer ailesinden, Larnaka’daki tutukluluklardan sonra Mağusa’ya sürgün edilen, 74 harekâtına Mağusa’da katılan ve Ağustos 74’te Derinya bölgesindeki temizlik harekâtı sırasında ‘‘yanlışlıkla’’ vurularak şehit olan - Mağusa şehitliğinde yatan, Sefer Salih…foto8
Hani bazan,
- Yazsam hayatım roman olur, derler ya…
Elbette olur…
Her canın bir hikâyesi vardır çünkü hayatta…
Peki ya şu kanlı, acılı, yaralı ve ölümlü ada?
Bir el uzatsa sinemacılar, ne çok filmleri çıkacaktır mutlaka…