Kahvemi ödedim, ben çıkıyorum!

Cenk Mutluyakalı

Toplumun umuda, güvene, haysiyet temelli bir dönüşüme ve gerçek bir siyasete ihtiyacı var.
Bilecek ki insanlar, iradesini kime teslim etmişse, ülkeyi de o yönetecek.

***

Şimdi eski bir bakan, kendi döneminde “içtiği çayın, kahvenin dahi parasını cebinden ödediğini” anlatıyor.
En önemli “marifet” bu!
Elbette duyarlı bir yaklaşım, ancak, “reklamları izlediniz” tadında duruyor.
Çay, kahve tamam da…
Peki paspas yaptığımız demokrasinin, yitirdiğimiz özgürlüklerin, kaybettiğimiz güvenin, ağzımıza kadar battığımız çirkefin, yitirdiğimiz kimliğin, kişiliğin ve haysiyetin, kaybolan irademizin bedelini kim ödeyecek?

***

Ankara’ya çağrılan üç parti başkanı ya da Büyükelçi’nin Beyaz Ev’de misafir ettiği bakanlar ile milletvekilinin bıraktığı “kara delik” öylece duruyor.
Ah nasıl da herkese lazımmış demokrasi (!)
O yemeğe katılanların pek çoğu “saf dışı” şimdi…

***

Siyasetin, örgütlerin, aslında toplumun ayağa kalkması için önce gerçekten ne istediğine de karar vermesi gerekiyor.
Çünkü…
Ekonomik, örgütler bu kirli siyasete eklemleniyor.
Sendikalar, kendi zümresel çıkarları için eğrisi doğrusu demeden siyaseti öğütüyor.
“Konfor alanlarına gizlenmiş” muhaliflik hayatı değiştirmiyor.
Toplum, iradesine ve demokrasisine sahip çıkmak adına bedel ödemek yerine bireyci kazançların önceliğine kilitleniyor.

***

Hep birlikte yaşadık ve gördük ki, “geçmişin günahlarında hiçbir payımız yok” üzerinden bir siyaset inşası da söylemde sempatik gelmesine rağmen pratikte sonuç vermiyor.
“Hepsi kirli, biz temiziz” demek kadar kolay olsaydı keşke düzeni dönüştürmek…
Bu “dipsiz” kuyu yeni insanları, yeni partileri, yeni nutukları yutmaya doymuyor.

***

Hakikatleri yüksek sesle haykırmak önemlidir.
Evet de yetmez!
Çünkü bu bir “alışkanlığa” dönüştüğü zaman “kolaycılık” olur.
Herkes “felaketi” bağırır, “kirliliği” çağırır ama statükoyla gerçek bir hesaplaşma ortada yoktur.
Bir yerinden “düzen” sömürülür.
“Buyurganlık” ile “buyur edicilik” yarışır.
En önemli çıkmazımız şikâyet ettiğimiz bu yapının bir parçası olmamız değil midir?
İsyanı en büyüttüğümüz an, sessizleşmemiz, bu düzenin bize sağlayacağı bir ayrıcalığa ya da kazanıma kadardır.
Hani sokağın diliyle söylersek “işimiz olduğu an” bu düzenle geçici barışıklığımız başlar.
Bir sonraki “çakılmaya” kadar!

***

Hem düzenle hesaplaşmak, hem de dönüştürmek için yeni bir gelecek inşasında çok daha samimi ve cesur olmalıyız.
Yoksa daha çok güdülürüz buralarda…


Üç umutlu not
 

1…
Yakın Doğu’nun da sahibi Günsel ailesi “her ilçeye 300 kişilik tam donanımlı ilkokul” yaptırarak, bunu devlete bağışlayacağını açıkladı.
Toplumsal ve önemli bir vaattir, üstelik de büyük bir ihtiyaçtır.

2…
İstanbul ve Lefkoşa Belediyeleri “kardeş” oldu, Ekrem İmamoğlu’nun mesajı yüzümüze sıcak bir gülümseme taşıdı:
Hoş vakitler gardaşcığım napan, tamamsın?"

3…
Avrupa Parlamenteri Niyazi Kızılyürek Türkçe’nin Avrupa Birliği’nin (AB) resmi dili olması” için imza kampanyası başlattı.
Dünya İnsan Hakları Günü’nde “dil ayrımcılığına” karşı daha iyi ses verilemezdi.