Kakofoni...

Asım Akansoy


Kıbrıs sorununun çözümü kolay olsaydı elbette bugüne dek çok daha kalıcı adım atılmış olurdu. Ancak bugüne dek Sn Talat ile Hristofiyas arasında elde edilmiş kazanımlar ve ilerleme, 40 yıllık siyasi tarihimizin en belirgin federal çözüm görüşmeleri olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla geçen zaman içerisinde, görüşüldü, görüşülüyor ve sonuç alınmıyor demek büyük bir abartma, aldatma olur. Bunun altını çizmek lazım.

Çok boyutlu bir sorun olan Kıbrıs sorunu, öyle kolayca tereyağından kıl çeker gibi çözülebilecek bir sorun olmadığı açıktır. Hem Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında farklılık içeren bir boyutu vardır ancak bunun dışında hem de emperyal güç odaklarının hem de Garantör devletler ile komşu ülkelerin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a dair stratejik planları söz konusudur. Bu planlarda, ada toplumlarının ortak yaşam, istikrarlı ve güvenli bir gelecek beklentisini karşılamak asla öncelikli hedef değildir. İstikrarlı ve gücenli bir ortak gelecek ancak ve ancak Kıbrıslıların gündemi ve ihtiyacı olabilir; olmaktadır.

Ne İngiltere ne Yunanistan ve ne de Türkiye için, önceliğin farklı olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye için Kıbrıslı Türklerin varlığı önemli olsa ve bununla ilgili sorumluluk üstlenmekten kaçınmasa da, öncelik Türkiye’nın ulusal çıkarlarıdır. Özellikle Avrupa’dan giderek kopan bir Türkiye için, adada bir an önce federal çözüme ulaşmak ne denli önemlidir? Statüko, bugünün şartları Türkiye için ne denli rahatsızlık verici ve çıkarlarına halel getiricidir ? TC Başbakanı Sn.Davutoğlu’nun da “Stratejik Derinlik” kitabında ifade ettiği gibi: Kıbrıs’ta tek müslüman olmasa bile, Türkiye yaşam alanının kalbinde yer alan böyle bir adaya kayıtsız kalamazdı (s.176,177). Dolayısıyla Türkiye’nin önem verdiği ada üzerindeki iddiasında bir toprak parçası olarak adanın stratejik bir boyutu mevcuttur. Bunun bir ileri açıklaması şudur ki, adanın İskenderun limanı, Mersin serbest bölgesi ve turizim merkezi Antalya’ya jeopolitik etkisi üst düzeydedir.  Bu değerlendirmenin Türkiye açısından yanlış olduğunu söylemek mümkün değildir elbette. Türkiye, kendi hak ve çıkarlarını bölgede hak ve adalet ekseni üzerinden ele alırken, elbette Ankara ekseni üzerinden süreci değerlendirecektir.

Bir başka boyut, bizim de ortağı olduğumuz Kıbrıs Cumhuriyeti. Adına ne isterseniz deyin, Kıbrıslı Türklerin yer almadığı halde toplum olarak hak sahibi olduğu ancak BM tarafından 1964 yılında varlığı (bugünkü durumunun hukuki meşruluğu bağlamında) yeniden vurgulanmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti, egemen bir AB üyesi devlet olarak kabul görüyor mu? Evet görüyor. Siz istediğiniz kadar demagoji yapın, bu gerçeği çözüm süreci bağlamı dışında asla değiştiremezsiniz.

Peki Kıbrıslı Türkler... dünya tarafından hukuken ve (ne yazık ki) siyaseten “Türkiye’nin alt yönetimi” olarak kabul görmekte. On yıllardır bu böyle.

İngiltere’nin adadaki durumu? Adanın bütününün AB toprağı olması...vs vs.

Şimdi birbiri ile bağlantılı bazı arakesitler de olmakla birlikte bu denli çatışan ve belirsizlik içeren bir sorunu yukarda bahse konu boyutların herhangi birinden hareketle çözmeye çalışırsanız, yol alamazsınız, mümkün değildir. Çünkü herkesin farklı bir telden çaldığı tam bir siyasi kakofoni hali ile kimin ne söylediği, niçin söylediği belli olmayan açıklama ve tartışmalarla soruna çözüm bulmak mümkün değildir. Zaten amaç da bu değildir.

Tüm bölge ülkelerinin kazanacağı, dünyaya ve bölgeye örnek oluşturacak, eşitliğe dayalı adil bir ortaklık cumhuriyetinden her geçen gün uzaklaşıyoruz. Üstelik ateşe, barış suyu diye benzin dökerek!

Ne olacak?
1. Çok tehlikeli bir gerginliğin hakim olduğundan hareketle, farklı bir Mavi Marmara örneğinin yaşanma olasılığının bedeli ve sorumluluğu çok iyi düşünülmeli.
2. Bugünkü gidişat ile var olan bölünmüş ve sahte yaşamın devam edeceğini öngörebiliriz. Tanınmayacak bir KKTC, birleşmeyecek bir Kıbrıs Cumhuriyeti ile herkese bir statü ve sahte bir dünya.
Yaşasın Kıbrıslılar.