12 Mayıs 1964’te, Larnaka Amerikan Akademisi önünden kaçırılarak “kayıp” edilen bazı Kıbrıslıtürkler’in yakınlarıyla konuştuk, Kalavason ve Tatlısu “kayıpları”nın öykülerini kaleme almaya çalıştık...
12 Mayıs 1964’te Larnaka Amerikan Akademisi önünde durdurularak kaçırılan ve “kayıp” edilen TAM189 plakalı Consul marka taksinin sahibi ve şöförü olan Reşat Ahmet ve takside yolcu olarak bulunan Fuat Niyazi’nin yakınlarıyla röportajımızı paylaşmak istiyoruz. “Kayıp” Reşat Ahmet’in yakınları Şener Elcil, Erbay Elcil, Ahmet Bengihan ve “kayıp” Fuat Niyazi’nin kardeşi Kemal Niyazi Eserol’la röportajımızın devamı şöyle:
AHMET BENGİHAN: 1963’te olaylar çıktığında ben Larnaka’da, Bekirpaşa Ortaokulu’ndaydım. Olaylar çıktıktan bir müddet sonra – İskele olayları – atışlar durdu, duyduk ki Kalavason göçetti, kaçtı ve Tatlısu’ya gitti... Köyün muhtarı rahmetlik İbrahim efendi, bana ve anneme dedi “Gidecem ben da göreyim Tatlısu’yu, gelin sizi da götüreyim...”
Abim da öğretmenidi, onun yanındaydık, annem bize bakardı. Ben öğrenci, abim da öğretmen. Aldı bizi arabaynan, getirdi bizi Tatlısu’ya – yani bir barikat marikat, birşey sordular sormadılar, geçtik gittik Tatlısu’ya. Ailemiz nerede? Ailemiz rahmetlik Ramiz dayının evinde bir odaya sıkışmış, diğer kızkardeşlerimle beraber kalıyor onuynan... Babam, 1960’a kadar maden şirketinde çalıştı, trenlerinde, vagoncuydu... 1960’ta istifa etti, keçi çobanı oldu. Gittik Şerorgia’ya (Hirokitya), 20 tane keçi aldı babam, ben da yanında beraber... Aldığı ikramiyeyle aldıydı bu keçileri. Köyde da keçi yasağı var! Ama babamın öyle kimseyi dinlediği yoğudu... Babamın adı Rifat Barbali – on gardaş... Muhtarlarınan da iyi gider, biri dayısıydı, biri da Rum muhtar... Neyisa o 20 keçi, 74’e kadar 100 koyun oldu, hepimize baktı, bakabildiği kadar...
Neyisa uzatmayalım. 63 olayları çıktığında ben Tatlısu’ya gittim, Ocağın ilk haftasında. Gittim kulübe, oturdum böyle bakarım. Arkadaşlar gelir böyle, benim ekran, benden daha büyük, piyadelerinan, stenlerinan... “Aman” dedim, “ne güzel bir şey yahu, biz da olsak!”
Ama nasıl oldu da kaçtılar? Arkadaşlar söyledi ama ben da eksikleri tamamlamak isterim.
Şimdi Kalavason’da babamın bana söylediği, iki ablamın bana anlattıkları... Şimdi... 21 Aralık 1963’te olaylar başladığında, köyümüzde 6-7 tane polis vardı. 3’ü Türküdü... Üç tane Türk, üç tane Rum... Çavuş Türk...
ERBAY ELCİL: Genellikle öyle olurdu eskiden...
AHMET BENGİHAN: Bir gece, tarihi tam bilmem, hatırlamayacağım tarihi, olaylar başladıktan sonra, 22,23, 25? Hangi gecedir bilmem tam olarak, bunlara emir geldi, aldılar Landrover’i ve silahları, kaçtılar ve Geçitkale’ye geldiler (Köfünye)... Şimdi sabahtan vazifeye giden Rum polisleri, geldi baktı silahlar yok, araba yok, çavuş yok... Anladılar. Silah attılar havaya, diğer EOKA’cılar da geldi oraya. Köylünün haberi yok! Halkın haberi yok! Bunlar kaçtı gitti Geçitkale’ye... Köyde köylü yerinde... Ama Rumlar’da bir kaynaşma var ama Türkler’e hiçbir şey yapmadılar, ne yalan söyleyim, o güne kadar hiçbir şey yapmadılar.
Yaklaşık üç-dört gün sonra bunlar alıyor Landrover’i, üç polis, silahıynan beraber, geliyor evlerine baksınlar, hayvanları varmış, tavukları bilmemneleri, bakacaklar... Rumlar kestiler yolu. “Bu silahları, bu arabayı bırakacaksınız” dediler. Haber geldi diğer köylere da, Rumlar geldi köye. Büyük bir galabalık... Pazarlık oldu, şu bu derken, eşşek gibi deyim afeden, mecbur kaldılar, silahları bıraktılar, arabayı bıraktılar, gönderildiler Geçitkale’ye. İki tanesi Tatlısu’ya geldiler.
Babamın anlattığı, köye gelen yabancılar, Türkler’e saldırdılar... Muhtar geldi dedi babama, “Gözetlenin, zor önleyebildim Rumlar’ı...”
Rum muhtar yani, babamın arkadaşı, trende beraber idiler.
SORU: Adını hatırlar mısınız?
AHMET BENGİHAN: Oğlu da EOKA’cıydı hem... Ebistatıdı o da...
ERBAY ELCİL: Ebistat Vasili idi...
AHMET BENGİHAN: Muhtarıdı bu... Bir iki EOKA’cı vardı köyde, EOKA’cıların birinin babasıydı o. Babam anlattı bana bunları...
İki tane EOKA’cı vardı, dağa kaçtı. Bomba getirirken Lefkoşa’ya 50’lerde, yakalandılardı bombalarla, kim gönderdi bu bombaları, filan filan dedi şöför, dolayısıyla bunlar dağa kaçtı, dağlarda kaldılardı 60 Cumhuriyeti’ne kadar.
Yani bu adamın babası ki muhtarıdı, babama dedi, “Rifat, gözetlenin, zor önledim ben bunları...”
Babam gitti eve, büyük bir mertek koydu kapının arkasına, av tüfeğini da aldı, abimin av tüfeği vardı, korunmaya çalıştılar.
Ertesi gün babam keçileri çıkarttı, gitti... Diğer taraftan kaçan kaçana köyden bu olayı gördükten sonra. Babam ovada... Bir kızkardeşim evli, kocasını aldılar yolda, İskele’ye girerken yakaladılar onu... Mahkemeye çıkarıldı, 21 gün hapis yattı.
SORU: Niçin?
AHMET BENGİHAN: 21-22 Aralık günü Kalavason’da kalırdı o da. Binerdi arabaya, çalışmaya giderdi Sozo’ya. Sozo’ya gelirdi üslerin arabası, ondan Dikelya’ya giderdi Salih eniştem. Yolda giderkan Rumlar durduttu arabayı...
“Türk var mı içinizde?”
Diğerleri gösterdi, aldılar kendini götürdüler hapishaneye. Hesapta böyle sustalı bir çakı vardı fakat çakının burnunu ben kırdıydım, pınarcık kazarken kırıldıydı çakının burnu. Ona mahana soktular kendini içeri... Sustalı çakı... Ve mahkeme oldu, bilin ne kadar ceza verdi? 21 gün hapis...
Dolayısıyla kızkardeşim da babamın yanındaydı, eşi hapistedir diye.
Neysa, babam ovadayken, kızkardeşlerim evdeydi. Tatlısu’dan bazı arabalar geldi, traktörler mraktörler, aldılar genneri, eşyaların büyük bir kısmı kaldı, Tatlısu’ya gittiler.
Yani köylünün kaçmasının en büyük nedeni, polislerin yarattığı olaydır. Ben bu şekilde yorumlarım...
SORU: Belki nihayetinde gene kaçacaklardı ama bu şekil değil...
AHMET BENGİHAN: Müsade etselerdi, Türkler’i öldürecekti Rumlar. Ve bu olayların içerisinde kızkardeşim anlatır bana, evlerini boşalttılar ve Eşref eniştemin – halamın kocasının – av tüfeğini alır kızkardeşim, yukarı çıkarlardı korunmak için... Ama bir şey yapmadılar o saate kadar. Şimdi böyle olunca, biz da gittik Tatlısu’ya. Özenirdik mücahitlere. 15 yaşındaydım... 1948 doğumlu, 15 yaşında...
Şubat’ın 1’inde, Hüseyin Kara’yla beraber – enişteyle beraber – dediler bize, “Bu akşam nöbete gideceksiniz...”
Nöbete gittik Mutto Gremo denen yere... Anayol arada, yüksekte... Hatta bir yerde da bir boru, siyaha boyanmış, büyük silahımız var güya, gösteriş...
Daha önce ben köye gittiğimde Ocağın ilk haftasında veya ikinci haftası olabilir, şimdiki milletvekili Hasan Küçük’ün babası Hayri... Vasiliko’da radyo istasyonu varıdı orada, orada koyunlarını güderken yakaladılar bunu. Ve getirdiler Kalavason’a, vermeyecekler.
Hüseyin Küçük, Günay Küçük, bunlar hepsi eğitimli mücahit idi. Yani TMT’ciydiler ve manga komutanları. Haber ettiler Rum polisine, “Kardeşimizi bu saate kadar vermezsanız, enip yolu keseceyik...”
Bunun üzerine Hayri’yi serbest bıraktılar ve onlar da vazgeçtiler yolu kesmekten.
Ben mücahit oldum... Köyde eğitimler vardı, silah kullanmasını bilirdim, biraz eğitim yaptık, işte piyadeynan nöbet tuttuk vesaire.
Bir gün gene böyle mandranın yanında dururken, kısa boylu Özaycık da varıdı, “Be” dedi bana, “böyle böyle, Fuat’ı aldılar...”
Ama biz bilmeyik Fuat’ın dayımınan birlikte olduğunu...
Sonradan öğrendik ki bunlar yolda “kayıp” oldu.
SORU: Siz ne duyduydunuz “kayıp” olmasıyla ilgili?
AHMET BENGİHAN: Hiçbir şey...
SORU: Ondan sonra demek isterim, ne öğrendiniz, o gün tam ne olduğuyla ilgili... Bir şey öğrendiniz mi herhangi birinden?
AHMET BENGİHAN: Son öğrendim, iki ay önce...
SORU: Ne öğrendiniz?
AHMET BENGİHAN: Ünsal Özbilenler, benim yeğenim olur. Daha önce Kayıplar Komitesi’ndeymiş, ayrılmış. Bana telefon açtı, onun da büyük dayısı olur “kayıp” dayım... Dedi bana, “Böyle, böyle mesele...”
İzah etti bana, Tuzla’dan çıktılar, Amerikan Akademisi’nin yanında bunları polisler durduttu, orada göz şahitleri var. Göz şahitleri var... Aldılar bunları ve Trulli denen bir yere ki eskiden maden çıkarırlarmış orada, Trulli’de öldürüp kuyuya attılar. “Büyük bir ihtimalle, dayımız bulundu” dedi.
SORU: O kuyunun yerini seneler önce Kayıplar Komitesi’ne gösterdiydiler, bildiğim kadarıyla... Ancak kazı yapılmadıydı orada... Ama son, bir arkadaşımız var, kendisi de “kayıp” yakınıdır – babası ve amcası “kayıp” edildi Tremeşe’den... Bu, Halluma ailesiydi... Çok kaliteli bir aileydi bu aile, çok iyi insandılar. Tremeşe karma bir köydü ve Kıbrıslıtürkler’e çok yardım ederdi bu aile. Köy kooperatifinin yetkilileriydiler. Mesela arpası iyi değilsaydı bile birceez Kıbrıslıtürk’ün, iyi gösterip alırlardı, öderlerdi... Kooperatifin parasını çalmak isteyen bazı Tremeşeli Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülüp “kayıp” edildi Halluma kardeşler... İşte babası ve amcası “kayıp” edilmiş olan Ksenis Halluma da her zaman “kayıplar” konusunda çok yardımcı olmaya çalıştı bize ve son, o da gösterdi bu kuyunun yerini ve kazınca dört “kayıp”tan geride kalanlara ulaştı Kayıplar Komitesi...
AHMET BENGİHAN: Ünsal yeğen anlattı bana ve dedi istersam götürebilir beni...
Halamın anlattığına göre dayım, bir tehlike anında kaçarken götürecekleri altınları maltınları, bir bohçaya attıydı daha önceden, arabanın içinde muhafaza ederdi kendilerini. Dolayısıyle, o arabanın içerisindeki altınlar da gitti...
Son bir ay kadar önce Ünsal bana telefon açtı, “Hatırlar mın” dedi, “arabasını ya numarasını...”
Kalır mı hiç araba ve altınlar? Şimdi belki da milyon değerinde... Çok vardı çünkü altınları...
ŞENER ELCİL: Çok varlıklı bir aileydi... Dedesi, “Şeytan Ahmet” yahut “Yavaş Ahmet” dedikleri, varlıklı bir adamdı çok.
AHMET BENGİHAN: Annesi da aynı şekilde...
ŞENER ELCİL: Eniştemiz öyle çok çalışmaya meraklı bir adam değildi, öyle yemeye, içmeye, gezmeye meraklıydı... Tek oğlan olduğu için da babası satar satar verirdi oğluna... O dönemde araba almak kolay değildi... Yani böyle biriydi...
AHMET BENGİHAN: Altınlar da, araba da gitti... Bulunmadı. Sonuçta bir ay kadar önce aradı beni yeğenim, Ünsal Özbilenler... Sordu, “Neydi arabası? Fotoğrafı var mı?” Dedi, “Abini arayım...” Benim büyük abim var, Hasan abim. Aradı onu, ona sordu, o da hatırlamaz. 80 yaşında abim, kolay değil...
SORU: Erbay Elcil hatırlar bak, TAM189 plakalı Consul araba...
AHMET BENGİHAN: Abim hatırlamaz... Kapandı mesele, bitti...
ŞENER ELCİL: Ünsal başka bir şey anlatmadı mı? Nevzat’la ilgili...
AHMET BENGİHAN: Nevzat bulunamadı ki daha... O da “kayıp”tır, teyzemin oğludur o da... Aynı sene “kayıp” edildi.
ŞENER ELCİL: Ahmet Bengihan’ın teyzesinin ilk kocası, babamın amcasıydı... İkinci Dünya Savaşı’nda ölünca, başka birisiyle evlendi. Ondan bir kızı, bir oğlu var. Ünsal Özbilenler, kızının oğludur işte... Ünsal Özbilenler’in öz dayısıdır “kayıp” Nevzat Hüseyin... Reşat Ahmet da Ünsal Özbilenler’in büyük dayısıdır...
Ve gitti, araştırdı Ünsal... TMT’nin Kalavason örgütü başkanıydı Nevzat. Ne zaman göçmen oldular ve gittiler Tatlısu’ya, “Bunlar silah getirirdi bir Dohnili’ynan beraber arabada” diye ihbar ettiler bunları... İhbar ettiler ki “silah var arabada” diye. Doğru değildi bu, yoğudu öyle bir şey... Ancak bu ihbarla birlikte ikisini da kaybettiler. Hala bulunmadı bunlar...
SORU: Birceez Kıbrıslıtürk ihbar etmiştir garanti...
ŞENER ELCİL: Evet, bir Kıbrıslıtürk ihbar etti...
AHMET BENGİHAN: Bilmem, aynı yıl “kayıp” oldu o da.
ŞENER ELCİL: Tatlısu’ya göçmen olduktan sonra oldu bu olay.
SORU: Yani Dohni’ye mi gittiydi?
ŞENER ELCİL: Kalavason’dan göçmen olanların bir kısmı Dohni’ye gittiydi...
SORU: Ahmet Bey, Ünsal Özbilenler dedi ki size, büyük olasılık dayınız Reşat Ahmet bulunmuş olabilir Trulli’de...
AHMET BENGİHAN: Evet... Ve “istersan” dedi, “bir gün seni alıp götürürüm...”
Televizyonda gördüm kazıyı, basamak basamak... Üç cesedin yanında, dördüncüyü da buldular. Demek ki başka birisini daha gömdüler oraya...
SORU: Ama zaten, “İlle da bu üçüdür bulunan kayıplar” diye bir şey deyemeyik, ta ki DNA testleriynan yüzde yüz bir kesinlikle kim oldukları belirlensin... Aksi halde yalnızca “tahmin yürütmek” olur eğer elimizde somut bilgiler yoksa yani... Dayınızın hanımı, aynı zamanda sizin halanızdı. Dayınız Reşat Ahmet’in “kayıp” edilmesi, onun hayatını nasıl etkilediydi?
AHMET BENGİHAN: Yani eşi olmayan bir hanım, o zamanlar da pek maaş falan vermezlerdi yani, geçim zorluğu çekti. Nakış işlerdi, Lefkara işi işlerdi parası için, zar zor şartlarda. Bizim da gitme şansımız yoğudu 68’e, 67’ye kadar. Yani ben bir kere gittim oraya, bir kere geldim Larnaka’ya, bir kere geldim Lefkoşa’ya. Tekrar geri dönmedim. Tee Geçitkale olayları bitsin, yatışsın ortalık da biraz rahat nefes alalım...