12 Mayıs 1964’te, Larnaka Amerikan Akademisi önünden kaçırılarak “kayıp” edilen bazı Kıbrıslıtürkler’in yakınlarıyla konuştuk, Kalavason ve Tatlısu “kayıpları”nın öykülerini kaleme almaya çalıştık...
12 Mayıs 1964’te Larnaka Amerikan Akademisi önünde durdurularak kaçırılan ve “kayıp” edilen TAM189 plakalı Consul marka taksinin sahibi ve şöförü olan Reşat Ahmet ve takside yolcu olarak bulunan Fuat Niyazi’nin yakınlarıyla röportajımızı paylaşmak istiyoruz. “Kayıp” Reşat Ahmet’in yakınları Şener Elcil, Erbay Elcil, Ahmet Bengihan ve “kayıp” Fuat Niyazi’nin kardeşi Kemal Niyazi Eserol’la röportajımızın son bölümü şöyle:
SORU: 1968’de rahatladı...
AHMET BENGİHAN: Evet. Yoksa pek görüşemedik yani halamla. Zaten herkes kendi canının derdindeydi. Biz Tatlısu’dayken, babam çoban olmasa, aç kalacaydık biz. Geldiğinde ayda bir, bir kilo fasulya, bir kilo pirinç, nasıl geçineceğdin? Bizim tarlalarımız vardı, harnıplarımız, zeytinlerimiz, her köylü gibi... Onlara gidemezdik... Gorkardık, gidemezdik. Hatta babam keçileri beklerken, babamın bana anlattığı, Kalavason bölgesine giderdi, doğduğu büyüdüğü tepelere, yerlere çünkü onda bizim arazilerimiz vardı. Çok samimi iki arkadaşı, Rum, geldiler... Uzaktan babam gördü onları, çok kurnaz bir adamdı babam. Gözleri da uzağı çok iyi görürdü. Baktı iki kişi gelir yukarıya kendine doğru. Niçin bu adamlar gelir? Ama onları tanır çünkü arkadaşlarıydı. Geldiler öldürsünler kendini ve davarını alsınlar. Ne zaman yaklaştılar, bu bir ıslık çaldı davara, toplandı davar, sürdü kendilerini, arkasından ateş açtılar tabancaynan... Vuramazlardı kendini... Uzaklaştıydı çünkü. Kaçtı geldi köye, anlattı yaşadıklarını. “Böyle böyle mesele...”
Hatta, Kalavason’a gitti tekrar, çalışırlardı taş ocağında, Rum polisine söyledi. “İspatın var?” dedi kendine Rum polisi. “Yok” dedi.
Halam kendi halinde, o tarafta kaldı... 74’te Tuzla’dan kaçtı, buraya geldi, çocuğuynan beraber yaşadı. Zaman zaman cenazelerde veya başka vesilelerle görürdük kendini yani...
Yani hazmetmez insan... Her zaman için bir ümit besler. Tee cesedi çıkana kadar, tanımlanana kadar, ümit eder...
SORU: Şimdi da sizi tanıyalım...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Adım Kemal Niyazi. Bu yanda “Eserol” olduk ama...
SORU: Kaç yaşındasınız?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: 70 yaşındayım. Ben Tatlısulu’yum. Doğma, büyüme Tatlısulu...
SORU: Mari...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Mari...
SORU: Kaç kardeştiniz?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Altı kardeşiz. Üç oğlan, üç kız...
SORU: Babanızın adı nedir?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Niyazi Mehmet...
SORU: Annenizin?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Resmiye Osman...
SORU: Babanız da, anneniz da Tatlısulu’ydu?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Evet, evet...
SORU: Ne iş yapardı babanız?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Babam, Vasiliko’da çalışırdı... Madende... 63’ten sonra rençberlik yapardı. Ekerdi, biçerdi... Biraz hayvanı varıdı.
ŞENER ELCİL: Beyaz bir atı varıdı, bütün köyün çocukları sünnetlerde binerdi o ata...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Evet... Atın adı “Beyaz” idi... Yani rengi beyaz olduğu için, “Beyaz” derdik kendine.
SORU: Nereden merak saldıydı ki ata?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Vallahi ben kendimi bildim bileli, bizim evde çocukluğumdan beri at hiç eksik olmadı. Babam mı meraklıydı, abilerim mi? Ama babam meraklıydı herhalde.
SORU: Kardeşiniz Fuat Niyazi’dir “kayıp” olan...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Evet... 12 Mayıs 1964’te köyden bir otobüs kalktı, Larnaka’ya, İskele’ye... Yani bir 10-15 kişi gittiler.
SORU: Ne için gittiydiler? İşlemeye?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Yok, yok... Kimisinin tapuda işi varıdı, kimisi onda işlerdi. Çünkü bizim köy Leymosun’la çalışırdı ama İskele’ye bağlı olduğu için, bütün işlemleri İskele’de olurdu. Benim ablam da Tuzla’da kalırdı. Abim İskele’ye vardıktan sonra oradan taksi aldı, Tuzla’ya gitti, ablamı görmek için. Ablamın adı Tayibe. Hayattadır. O zaman da yeni doğum yapmıştı, yani Evrim’i doğurduydu. Gitti, gördü. Eniştem, köyün komutanıydı. “Durum eyi değil” dedi, “kal, gitme...”
SORU: Eniştenizin adı nedir?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Erdoğan... Bu vazgeçti yani, kaldı oturdu. Tam o sırada Reşat enişte geldi... Ama daha önce Reşat enişteye sordular, gidersa diye, “Gitmem” dedi. Yani benim abim Fuat, gitmek istedi İskele’ye, köye dönsün. Eniştesine söyledi, “Yok” dedi, “yollar kötüdür”, gitmedi.
Sonra bir kişi var yanında, geldi... “Gidiyorum” dedi, “istersan gel...”
Abim da bindi Reşat eniştenin taksisine... Ve yolda “kayıp” oldular.
SORU: Kaç yaşındaydı kardeşiniz?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: 20... Tam 20 yaşındaydı.
SORU: Ne iş yapardı?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Liseyi bitirdi, Türkiye’ye okula gideceydi. Yani liseyi yeni bitirdiydi. 19 Mayıs Lisesi’ni bitirdiydi Leymosun’da. Oradan mezundur. İşlemezdi... 63 olayları çıkınca, mücahit oldu hepsi da. Bütün gençler mücahit olduydu...
Öğleden sonra köyün otobüsü geldiğinde köye, hepsi geldi, abim yok... Nihat dayıya sorduk, dedi, “Gitti Tuzla’ya, ablasını görsün...”
Bu defa bir irtibat kurduk, Birleşmiş Milletler da söyledi bize ama yolda “kayıp” olduğunu. Ondan işte, öğrendik.
Ablam gördü yani Reşat beyin evden gelip aldığını kendini... Ama bir kişi daha vardı yanlarında... Yani üç kişiydiler arabada. Yani şöför Reşat Bey, abim ve bir kişi daha...
ŞENER ELCİL: Radyo tamircisiymiş o... Parça almaya Larnaka’ya gidecekmiş...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Ablam onu bilir yani, kesin. Eşref Salih imiş adı. Tuzlalı’ymıştı Eşref Salih... Radyo tamir edermişti, radyo tamircisiymişti. Durum böyle oldu, bildiğimiz bu. Ben daha sonra araştırdım. Bunları Aradip’te öldürmüşler ve kuyuya attılar. Ben öyle bilirim, Aradip’te öldürdüklerini bilirim...
SORU: Aslında Aradip’te da bir yer gösterdilerdi bize... “Klima” diye bir bina var, yeşil boyalı, Aradip girişinde – onun arkalarında bir arazideydi bize gösterilen kuyu... Aradip’te bir hayle yer kazdılar ama o kuyuyu kazmadılar sanırım, bize gösterilen kuyuyu... Emin değilim kazıldı mı diye... Kazdıysalar da bizim haberimiz olmadı, onu da bilmem...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Tabii, tabii... 74’ten önce ben araştırdım abimi ve bir Rum arkadaş varıdı, o dedi, “Vallahi Kemal, pek uğraşma, bunu öldürdüler” dedi. Ve ondan bilirim Aradip bölgesinde bir yerde olduğunu. Ama bana söyleyen yeri bilmezdi, o da sağdan soldan duyduydu... Durum bu...
SORU: Ondan sonra babanız gidip Kıbrıslırum polisine başvurdu muydu?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Çok, çok, çook... Polise, Birleşmiş Milletler’e, özel kişilere para verme bilgi almak için, çok, çok, çoook... Senelerce... Senelerce... Kimisi dedi “Amiyando’da getirdiler, işlediller”, kimisi dedi “Yunanistan’a getirdiler...” Bir hayle şey... Çok uğraştı...
SORU: Anneniz beklerdi herhalde dönsün...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Tabii, tabii... Ölene kadar... Çok zordur ama. Allah kimseye vermesin, insan yaşarkana ölür... Biz gerçi çocuğuduk, ben 12 yaşındaydım. Ama o anneminan babamın çektiğini hiç unudamam...
Size 1974’te başımızdan geçen bir olayı da anlatmak isterim... 14 Ağustos 1974’te birinci harekatın ilk günü bizi aldılar, kamyona koydular, Limasol’a esir kampına götürdüler. Bizi götürükana, kamyon büktü Pareklişa’ya... Ve önde giden bir Rum polisi varıdı, iki kişi... Döndü geri, dedi “Ben nereye gidersam, oraya gideceksiniz” da tekrar onun arkasına getirdi bizi yoksa...
SORU: Sizin gömü yerinizi arayacaktık yoksa Pareklişa’da...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Evet... Ve gittik, ilk önce bizi polise indirdiler. Poliste dizdiler bizi. 91 kişiydik.
SORU: Leymosun’da...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Leymosun’da... 91 kişiydik.
SORU: Size Birleşmiş Milletler Barış Gücü eşlik ederdi, yoksa etmezdi?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: BM Barış Gücü, arkadaydı – önde da iki kişi varıdı, artık polis idiler? Neydiler bilmem, sivil ama... Sivil iki kişi... Rum, sivil arabada...
SORU: Onlar sizi gelip kurtardı aslında...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Tabii... Onlar önde, bizim kamyon arkada, bir kamyon da gene başka, arkada... İki kamyon... Onun arkasında da BM Barış Gücü. Ben ilk arabadaydım, bizim araba işaret verdi Pareklişa’ya büksün... O iki polis geri döndü eski Leymosun yolundan – kimisa tabii – “Ben nere gidersam, ora geleceksiniz” dedi. Hatta silah da dutardı, elinde böyle silah da dutardı... Tekrar düzeldi... Gittik Limasol’daki polise...
SORU: Çünkü Pareklişa’ya gitseydiniz, arayacaktık sizi nere gömdüler... Dohni’den alınan ikinci otobüsteki Kıbrıslıtürkler’in gömü yerini Pareklişa’da buldular çünkü... Bir maden ocağının içinde gömülüydüler bir toplu mezarda, ikinci otobüste bulunan Kıbrıslıtürkler...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Herhalde... Ondan sonra polisten naklettiler bizi esir kampına Leymosun’da. Esir kampında iki odaya verdiler bizi, 45 kişi bir odada, 46 kişi bir odada...
SORU: Süleyman Dayı’yı da söyleyecektiniz... O da Tatlısu’dan “kayıp”tır hala...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Süleyman Dayı’yı biz kaçtıktan sonra, bu yannı geldikten sonra bana annem anlattı. Köye geldi araba, aldılar Süleyman Dayı’nın gelini olan hanımı, Ali’ye götürecekler demişler. Kocasına yani...
SORU: Gelen araba Rum...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Aynen öyle... Süleyman Dayı razı olmadı, “Ben da gidecem” dedi. Ve girdi arabaya o da... Yolda onu endirttiler. Yani temizlediler... Yani öldürüp “kayıp” ettiler. Ondan sonra geri getirdiler Ali beyin hanımını...
SORU: Ali Bey neredeydi?
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Ali’yi görmedik hiç... Ali bey, zamanında köyde Taşkent’te öğretmen iken, yolu keserdi, bazı huzursuzluklar olduydu köyde... Ve onun intikamını almak için bunu yaptılar.
SORU: Çünkü Ali Bey’i ararlardı aslında...
KEMAL NİYAZİ ESEROL: Ali Bey Tatlısulu’ydu, hanımı Dohnili’ydi.
SORU: Ve Leyla Kıralp hep söyler, “O Süleyman Dayı’yı bulmamız lazım, o Süleyman Dayı hala kayıptır... Onu bulmamız lazım” diye, sürekli söyler... Erbay bey siz dediydiniz, bir Kıbrıslırum hayatınızı kurtardıydı... Onu anlatabilir misiniz acaba?
ERBAY ELCİL: Şimdi Rumlar’ın çoğu, Türkiye’nin Kıbrıs’ta bir harekat yapacağını biliyordu. Bunu da nereden söyleyebilirim? 1972 yılında ben üniversiteden mezun oldum, geldim... İş yok... Öğretmenlik yok... Ne yapacağız? Ne yapacağız? İşsiz da olmaz, yaşımız ilerledi, anne-babadan da bekleyemeyiz, ne yapalım, ne yapalım? Babamın o civarda tanıdığı katipler vardı, Rumlar vardı. Eskiden “katip” derlerdi... Bizim bölgede de, Vasiliko’da çimento fabrikası vardı. Beni bir Rum bir gün çağırdı ve dedi ki “Gel...”
Daha doğrusu asflatlarda çalışıyorduk, asfalt dökümünde çalışıyorduk Vasiliko’da ve beni gören bir Rum, beni tanıdı ve bana dedi ki, “Sen üniversite mezunu değil misin?”
Dedim, “Üniversite mezunuyum...”
“Yarın gel, seni istiyorum” dedi.
Babamı da gayet iyi tanıyordu.
Gittim, “Seni” dedi, “fırın bölümüne, operatör yardımcısı olarak alacayım...”
Yani çimento fabrikasının fırın bölümünde operatör yardımcısı olarak işe alıyordu beni...
Gittim. Beni operatör yardımcısı olarak aldı. Hatta bazı Rumlar, beğenmediler, bir Türk’ün operatör yardımcısı olmasını da hazmedemediler. Ben, solcu bir Rum’la çalışıyordum. Sabah 7-3, 3-11, 11-7 şeklinde üç vardiya şeklinde çalışıyorduk. Ustam solcu bir Rum’du...
SORU: Adı neydi?
ERBAY ELCİL: Boris Balasko diye Limasollu bir arkadaştı.
SORU: Balasko yoksa Paraskos?
ERBAY ELCİL: “Balasko” derdik biz, onunla çalışıyordum. Ben 16 ay çalıştım orada... 1-15 Temmuz’da izinliydim. Senelik izne çıkmıştım.
Zaten toplam 16 ay çalıştım, dediğim gibi.
Maaşımız da gayet iyiydi. Ben 15 günde – ki dört gün da izinli sayılırdım bu arada – 15 günde 50-55 Kıbrıs Lirası gibi bir maaş alırdım.
SORU: O zamana göre çok iyi bir paraydı bu...
ERBAY ELCİL: Çok iyi bir maaştı bu, aylık aşağı yukarı 110 Kıbrıs Lirası gibi bir maaş alıyordum. 1-15 Temmuz izinliydim. 15 Temmuz 1974 sabahı işe gittim. Sabah 7-3 vardiyasındaydım. Saat 10’a doğru, o Rum ağlamaya başladı... “Yahu Balasko, ne oldu?” dedim.
“Erbay” dedi bana, “Papaz’ı, Makarios’u öldürdüler! Şimdi” dedi bana, hiç unutmayacağım bunu ömrüm boyunca, “şimdi Türkiye müdahale edecek” dedi bana.
“Yahu Balasko, olur mu?” dedim, “Türkiye nasıl müdahale edebilir?”
Ben, onun söylediğine inanmadım.
Ve, “Çantanı al” dedi, “hemen buradan ayrıl... Git köyüne ve bir daha da gelme” dedi.
Sarıldı üzerime, ağladı, ağladı...
Ayrıldım, zaten köy de yakındı.
Ararım Balasko’yu ve bulamadım...
SORU: Ben buna benzer bir hikaye yayımladım, bir Kıbrıslırum aktardıydı bana ve yayınladıydım... Bir Kıbrıslıtürk’ün hayatını Vasiliko çimento fabrikasında 1974’te kurtaran bir Kıbrıslırum’un hikayesiydi bu...
ERBAY ELCİL: Ben oradan ayrıldım ve bir daha görüşemedik tabii...
Ararım kendisini ama buluşamadık hiç...
Ondan sonra beni esir kampında aradılar ama ben esir düşmemiştim. Savaştan sonra ayrıldım köyden, hikaye uzun...
SORU: Çok teşekkür ederim hepsinize da...
ERBAY ELCİL: Ben teşekkür ederim...