Geçmişte yaşanılan mahalle ve onun gündemleri hayatın merkezindeydi. Komşular en önemli sosyal çevreydi. Akrabalarla bağlar en güçlü olandı. Bugün ise mahalimiz genişledikçe genişliyor. Her an her yerde olma imkânımız var. Tanrılar gibi. Oysa fani olduğumuzu hiç bu kadar derinden hissetmemiştik. Yaşamın her türlü nimetine ulaşma şansımızın olduğunu, gövdemizin, sınıfımızın, sosyal statümüzün kader olmadığını varsaydığımız bu zamanda Azrail de arkadaş listemizin ön sıralarında. Salgınlar, ani ölümler, doğal felaketler, kazalar ardı ardına geliyor. Dünyanın kaderini bir takım sahte, tuhaf, tarihin karanlık sayfalarından hortlamış liderler belirliyor. Kitleler onları seçiyor ya da bir biçimde onlar seçtiriliyor. Militarizm çağ atlıyor. Teknoloji öldürmenin emrine amade. Ülkeler en çok teknolojik silahlarıyla övünüyorlar. Savaş kaçınılmaz bir gerçeklik gibi sunuluyor.
Yepyeni bir kuşak var… Bir yanları zehirli diğer yanları gülistan. Hızla eskiyen bir şey var karşılarında. Eskime hızı dudak uçuklatacak düzeyde. Bize dinozorlar ne kadar uzaksa bizim bazı değerlerimiz de onlara o kadar uzak. Abartıyorum elbette ama çok yabancı bir geçmiş onlar için bizimkisi. Pek çok farklı zaman dilimini aynı anda yaşıyor gibiyiz. Her değişim kendine direneni de tetikliyor. Değişimin yarattığı korku nefrete dönüşüyor.
Değişim öyle hızlı ki her gün yeniden tanımlanması gerekiyor dünyanın. Bir zamanlar kendini alemin kralı zannedenler artık esamelerinin okunmadığını kederle gözlemliyorlar. Aşınan her değer devrilen bir domino taşı etkisi yaratıyor.
Tablo böylesine karanlık mı diyebilirsiniz. Sadece karanlık değil elbet, aslına bakarsanız çok da ışıltılı bir dünyada yaşıyoruz. Gözleri kör edebilecek düzeyde bu ışıltı. Elimizdeki küçücük bir aletle hem iyilik hem de kötülük oluşturma imkanına sahibiz.
İnatla var olmaya çalışan tanıdık mekanlar, kendini kirletmeden yaşlanan bazı insanlar iyi geliyor insana. Diğer yandan onları yitirme korkusu yerleşiyor içimize. Apansız gidiveriyor kimileri. Artlarından güzel sözler söyleniyor. Son derece içtenlikle söyleniyor bunlar. Gidenlerin hatırasına tutkuyla sahip çıkanlar da oluyor. Gidiyorlar ama. Dünyaya gölgelerini düşürerek gidiyorlar. Bir süre anlayamıyoruz gittiklerini. Başka bir ülkedeymişler sadece yakınımızda değillermiş gibi geliyor. Oysa ne bir ses ne de bir nefes var onlardan.
Kimi insanlar ise yaşadıkları halde gitmiş oluyorlar. En azından bizim dünyamızdan gidiyorlar. Düş kırıklıkları albümünde yerlerini alıyorlar. Eski bir anıya gidince içimiz sızlıyor kimi zaman. Şehrin bir noktasından geçerken mesela. Bir zamanlar kalbimi çarptıran, gözlerimin ışıklarını yakan birilerini anımsıyorum. Bazı insanlar vardır sadece bakışlarıyla libido düğmesine basarlar. Kalplerimizi sıcaklık ve coşkuyla doldururlar. Çoğu narsistir böyle insanların. Cazibenin bu kadarı bir narsiste bulunur zaten. Yakınlarındaysak canımıza okurlar bir biçimde.
Acı ya da tatlı, hatıradır hayatımızın bazı kahramanlarının mekânı. Bugün yere göğe sığdıramadıklarımızın kimileri de düş kırıklığı albümüne dahil olacaktır belki.
Kötü deneyim korkak yapıyor insanı. Yoğurt bir yana dondurmayı bile üfleyerek yemeye başlarsın.
Her şeyin hem ayan beyan hem de aynı oranda sahte olduğu bu hız ve değişim çağında kalbini bir mücevher gibi saklamak istiyor insan. Masumiyetine sarılıp korumak istiyor onu. Özel hayatlarımız, sırlarımız büyük bir saldırı altında oysa. Beyin dalgalarımız bile deşifre edilebilecek yakında. Kafamızdan geçen kayıt altına alınabilecek belki de. Değerli bulduğumuz pek çok şeyin beş para etmediği söylenebilecek.
Bazen sadece kendine benzeyenlere, kendi gibi düşünenlere sarılmak istiyor insan. Yazıyla başkalarına ulaşmaya çalışmak biraz da bunun için belki. Bunca gürültü içinde kalbimi fısıldamak için yazıyorum galiba bu yazıları.