Berlin henüz uçaktayken etkilemeye başlıyor beni. Spree Nehri kıvrım kıvrım şehri dolaşıyor. Yeşil, şehrin içine o kadar güzel dağıtılmış, yerleşim bölgelerini o kadar güzel bir renge boyamış ki, gözlerimi alamıyorum. Elimdeki gezi rehberine göz atıyorum, yaşam kalitesi Berlinliler için çok önemli diyor. Şehrin %40’ı yeşil alan olarak düzenlenmiş ve korunmuş, korunuyor. Bir şehir merkezinde, hele de başkentte bu kadar doğa ile kucak kucağa yaşayanlara imreniyorum.
Tüm şehri dolaşan bisiklet yolları, geniş kaldırımlar da vatandaşın hayat kalitesini artırmak üzere tasarlanmış. Doğayı korumayı, temiz hava solumayı ve sağlıklı yaşama katkıda bulunmayı birincil öncelik olarak tanımlıyor politika yapıcılar, benden tam not alıyorlar. Pet şişeler 25 kuruşluk depozito ile satılıyor, çöpe atarken iki kere düşünüyor insan, geri dönüşüme katkı koyuyor. Yere atmak zaten kimsenin aklının ucundan geçmiyor!
Kaliteli yaşam sanatsız olur mu hiç? Müzeler, tiyatrolar, opera, konser salonları her yerde karşıma çıkıyor. Şehrin mimarisi ayrı etkiliyor beni, kimbilir kaç asırlık misar korunmuş, tarihi binalar ile içiçe geçmiş modern yapılar, güzel bir ahenk yaratıyor. Meydanlar özenle düzenlenmiş, pratik kullanım yanında, estetik görünüme de önem verilmiş. Berlin’den bir müzikal izlemeden sakın dönmeyin diyor gezi rehberim. Berlinlilerin yaşam kalitesini ciddi anlamda kıskanıyorum. Bir de güneş görseler ve denizi olsa diye geçiriyorum aklımdan.
Köşeyi dönmeden henüz, bu soruna da çözüm bulunduğunu görüyorum. Deniz olmayabilir, ancak yaratıcılıkta sınır yok bu şehirde. Spree Nehri’ne deniz muamelesi yapıp kıyılarına plaj diyorlar. Deniz şemsiyeleri ve şezlonglar atılıyor yan yana, uzun uzun. Bir köşeye kum dökülmüş hatta, kumsal partisi devam ediyor, şıkır şıkır. Çeşit çeşit biralar ile yazın son demlerinin tadını çıkarıyor Berlinliler, iş çıkışı.
Bu Berlin’e ikinci ziyaretim, ilkinde doğuda zaman geçirmiştim çoğunlukla. Geniş caddeleri ve mütevazi yaşamı ile etkilemişti beni doğu Berlin. Yüksek, tek tip binaların arasında dolaşırken soğuk savaş günlerinde, Spree Nehri’nin doğu yakasında yaşanan korkuyu ve baskıyı hissetmiştim. Doğu Avrupa şehirlerinde de dikkatimi çeken özenli, mesafeli ama karşısındakine değer veren, saygılı bir tavır ile karşılamıştı beni doğu Berlinliler. Çoğu İngilizce bilmiyordu, yine de el kol hareketleri ile anlaşmıştık biz, bayağı bayağı.
Spree’nin batı kıyılarındaki doğal güzellik, sanat, yaşam şeklini çok daha canlı, düzenli ve zengin buluyorum. Şehrin bu yakası daha kalabalık, daha hızlı ve oldukça sabırsız. Tahammülsüz diyebileceğim bir tavır ile karşılaşıyor sık sık, dört kişilik neşeli grubumuz. Yılda 10 milyon turist ağırlayan, bu kadar güzel bir şehirden daha turist dostu bir performans ve nezaket beklerdim doğrusu. Tam olarak çözemediğimiz kurallara uymadığımız için, sürekli azar işitiyoruz, günde beş öğün. Bisiklet yolunda yürüdüğümüz için, plastik şişelerin depozitolarından bihaber olduğumuz için, market sırasında fazla zaman harcadığımız için, o beğenmediğimiz ekmeğin Baverya’nın geleneksel ekmeği olduğunu anlamayıp başka ekmek sipariş verdiğimiz için ve daha bir çok saçma sebepten, fırça yiyip duruyoruz. Kırmızı ışıkta, yaya geçidinde, yol boş olduğu için karşı kaldırıma geçmeye karar vermem yanlıştı, onu kabul ediyorum. Trafik Polisi’nden yediğim azarı hak etmiştim de diğerleri pek bir ağır geldi. Berlin’de yaşayan her dört kişiden birinin Türk olduğunu öğreniyoruz derken, kendi aramızda konuştuğumuz lisanın bununla bir ilgisi olmadığını düşünmek istiyorum.
Genelleme yapmıyorum, çok güzel insanlar ile tanıştık, güzel sohbetler kurduk. Yüzdeliğe vuracak olsam, kabalıktan çok güleryüz ile karşılaştığımı söyleyebilirim. Yine de bu kadar azar işitmek, böylesine güzel bir şehirden ayrılırken damağımda acı bir tad bırakıyor haliyle. Dostlar ile geçirilen zaman ve paylaşılan kahkahalar tabii ki paha biçilmez.
Kurallar, düzen, toplumsal saygı, prensipler çok önemli, kesinlikle. Ancak araç amaç haline geliyor zaman zaman, tavırlar sertleşiyor. Tolerans, esneklik, nezaket, güleryüzlülük gibi kavramlar ile kurallar harmanlanınca yaşam daha bir kaliteli oluyor diye düşünmeden edemiyorum, Berlin’den ayrılırken.