Neden bilmem mesafeler üzerine düşünüyorum sabahtan beridir. Mesafelerin değişen anlamı, mesafelerin göreceliği üzerine. Bir mesafeleri kısaltma projesi var dünyada. Adı böyle konmamış olsa da öyle. Hem fiziksel hem ruhsal mesafeler için geçerli bu. Fiziksel anlamda çok uzaklardaki birine hızla ulaşma şansımız var artık, çok yakınımızdaki birinden de anında uzaklaşma. Mesafeyi koymak hem elimizde hem değil. Bir başkası istemediğimiz halde bize mesafe koyduğunda acı çekiyoruz. Birileri istemediğimiz halde bize yakın durduğunda tedirginlik yaşıyoruz.
Sosyal medya başında bu mesafe oyununa dahil oluyoruz bir biçimde. Bir anda pek çok kişiye ulaşma, ruhsal anlamda bir bağ kurma şansımız var. Bir şair yazar olarak okurlarla ruhsal bir yakınlaşma yaşıyorsun örneğin ve biraz yabancılaştırıcı bir durum bu aslında. Hem yakın hem de uzaksın. Başkalarına dokunuyorsun bir biçimde yazdıklarınla ama gerçek anlamda yakın ve arkadaş değilsin onlarla. Seni okurken öyle sanıyorlar bazen, sen de yazarken bir yakınına hitap eder gibi yazıyorsun. Aslında yalnızsın bir kalabalığa doğru konuşurken. Birileri seni anlasın, dünyada bazı şeyler değişsin, adalet tecelli etsin istiyorsun. Anlaşılmak ve sevilmek, acını hafifletip mutluluğunu çoğaltmak istiyorsun. İnsan ilişkileri karmaşık ama. Sana hayranlık duyanlar birden yüz çevirebiliyor, kalbini sana kaptırmış birisi ruhun karmaşık denklemi içinde bir kırılma yaşayıp sevgisini önce inkara sonra da nefrete dönüştürebiliyor.
İçten ve gerçek bir insansan çok daha yumuşak olabiliyor bu ilişki. Kendini bütün açıklığınla ortaya koyduğunda, kırılganlıklarını ve zaaflarını da bir güç gibi taşıdığında sana duyulan kör bir hayranlıktan çok gerçek bir sevgi olabiliyor. Her insan kendi geçmişi ve gelecek kaygılarıyla farklı belki ama her birimizin serüveni bir insanlık durumuna tercüme edildiğinde öylesine tanıdık ki… Kibirli bir insan değilsen, başkalarına, senden farklı olanlara şefkat duyabiliyorsan bu enerji ulaşabiliyor karşıya. Kendimizi bir başka insana bırakmaktan korkuyoruz ama çoğu zaman. Geçmiş deneyimlerimiz yakın durursak bazılarının bizi acıtabileceğine işaret ediyor çünkü. O yüzden maske takmasak bile temkinli olmaya yöneliyoruz. Canımız acımasın diye bir mesafe koyuyoruz araya.
Yalnızlığı taşıma becerimiz hayat hikayemizi belirliyor biraz da. Kendi kendimizle kurduğumuz dostluğun gücüne dair bir durum çünkü bu. Çok da zor ayrıca. Anıların ağırlığı altında boğulmuşken, hep aynı yerden darbe alan yaralarımız acıyorken, pişmanlıklar ve suçluluk duyguları içinde kıvranırken bu yalnızlık haline katlanamıyoruz çoğu zaman. Oysa insan olmak böyle bir şey. Kendi içimizde bir denge kuramadığımız sürece başkalarıyla kuracağımız bağlar da güçlü olamıyor ne yazık ki.
Kendimiz olabilmemiz için başkalarına, onların bize tutacakları aynalara da ihtiyacımız var ama. Birileri bize kötücül duygular beslediğinde bu yüzden bozuluyor dengemiz. Karşımızdakinin hangi güdülerle hareket ettiğini anlasak bile o kötü enerji ulaşıyor bize. Özellikle bu çok kırılgan bir noktamızla ilgiliyse iyice bocalıyoruz.. Bazen bir zehirlenme yaşıyoruz bize gelen bir kötülükle ve vücudumuzdaki toksini atmak hiç de kolay olmuyor.
İnsan ilişkilerindeki karmaşanın çözüm anahtarı iletişimde olsa da bazen sessizliği tercih ediyor insan. Sessizlik de bir iletişim biçimi aslına bakılırsa ve seni zehirleyen bir durumla arana mesafe koymak bir çeşit iyileşme çabası çoğu zaman.
Eğer ruhsal kırılmalar da fiziksel olanlar gibi görünür olsaydı çevremizde kalplerindeki kırıklarla acı içinde inleyen insanlar olurdu.
Kırılan ayağımız olsa yolda belde birileri yardımcı oluyor, otobüste birisi kalkıp yerini veriyor bize. Kırık olan kalbimiz ama.
Kalp kırıklıklarımızla başkaları arasına koyduğumuz mesafe biraz da bunun hayatta bir yenilgi gibi algılanmasından ve zedelenmiş ruhsal varlığımızın kişisel bir utanca tercüme edilebilmesinden. Oysa biz göremesek de çevremiz benzer acıları yaşamakta olan insanlarla dolu.
Bazen başımızı yaslayıp ağlayacak bir omuza, kırık kalplerimizi teselli edecek sevgi dolu, sıcak bir kucaklayışa ihtiyacımız var. Hepsi bu…