YUSUF GÜLEKER
Geçen haftalarda, Kamboçya’da tarihi bir hadise oldu. 1975 Nisan’ından 1979 Ocak’ına kadar 3 küsur yıllık dönemde Kamboçya’da iktidarda bulunan Kızıl Kmerlerin hayatta kalan iki üyesi mahkum oldu. Haberini okumuşsunuzdur. Kamboçya’da 7 yıl kaldım. O katliamın eserlerini yakinen gördüm. Hikâyesi uzun bu meseleyi kısaca özetleyip her insanı alakadar eden yönüne bakalım...
Kimdi bu Kızıllar? Nasıl iktidara gelmişlerdi?
Amerika’nın Vietnam’ı işgal ettiği dönemdeki meşhur yağmur bombardımanlarından, bağımsız bir siyaset gütmeye çalışan Kamboçya da nasibini almıştı. Bombalardan gökyüzü görülmediği için yağmur bombardımanı deniyordu. O dönemde on binlerce, yüz binlerce insan ölmüş, 2 milyona yakın insan yerinden yurdundan olmuştu. Bu kaos dönemi, daha da beter bir karadelik’e sürüklemişti memleketi: Kızıl Kmer dönemine. Maoist felsefeyle Kamboçya’yı yeniden kurmayı hayal eden, 1975’te ihtilalle iktidara gelen, hemen herkesin ismini duyduğu Pol Pot liderliğindeki Khmer Rouge (Kızıl Kmerler) 1979’a kadar 3 küsur yıllık bir süre zarfında değişik kaynakların ifadesiyle 1 ila 3 milyon arasında (umumi kanaat 2 milyon civarı) insanı katlettiler.
İlk gittiğimiz zamanlarda ziyaret ettiğimiz, bir lise iken S-21 isimli hapishaneye dönüştürülmüş şimdiki Toul Sleng Katliam Müzesi’nde hakiki, insan kafataslarından yapılmış koca Kamboçya haritasının yanındaki levha, 3 küsur milyon insanın olduğunu söylüyordu. Memleketten kaçanların ise haddi hesabı yoktu... En iyimser tahminle ülkenin 1/4’lük kısmı yok olmuştu; başta yetişmiş, iş bilen kadro olmak üzere. Bütün eğitim görmüş kadro, doktoru, öğretmeni, mühendisi, hatta gözlüklü olanları dahi bu katliamdan nasibini almıştı. Tarihin benzerini pek kaydetmediği, kardeşin kardeşi katlettiği bir dönemdi bu. İç karışıklıklardan bombalardan kaçıp Phnom Penh’e sığınmış yaklaşık iki milyon insan, bir hafta içinde boşaltılmıştı. Tarlalara pirinç yetiştirmeye gönderilmişti. Para tedavülden kaldırılmış, takas sistemi getirilmişti. Özel mülkiyet lâğvedilmişti. Aileler paramparça edilmişti. Adeta mahşer gibi, herkes kendi canının telaşına düşmüştü. Kimse kimseyi düşünemezdi, düşünse de fayda etmezdi.
İdare; korku, zulüm, işkence ve neticede idamlara dayanıyordu. Sınırlar kapatıldı. Yabancı gazeteci ve diplomatlar sınır dışı edildi. Ülke içinde dahi seyahatler yasaklandı. Eğitim yasaklandı, ilkokullar dahil bütün okullar kapatıldı. Bütün ibadethaneler kapatıldı, yakıldı, yıkıldı. Her türlü dinî ibadet yasaklandı. Medya susturuldu, radyo ve gazeteler kapatıldı. Öldürmek için bahane mi lazım? Gözlüklüler okur, sisteme muhalif olur denmiş öldürülmüş;
Hastalar, ‘yük olacaklar’ denmiş öldürülmüş; yaşlılar ‘zaten yeteri kadar yaşadılar’ denmiş öldürülmüş; kundaktaki bebeler ‘ileride yük olur’ denmiş öldürülmüştü... Bu katliamı pek de kurşun kullanmadan, tabii metotlarla yapmışlardı. Ana rahmindeki pek çok masum parçalanmış; doğmuş olan kundaktaki bebeler analarının bağrından alınıp analarının gözü önünde, ağaçlara-duvarlara çarpıla çarpıla, bazen de havaya atılıp dipçiklenerek öldürülmüşlerdi. Az evvel bahsettiğim S-21 hapishanesinde, yaklaşık 20 bin kişi mevcut idareye karşı oldukları güya tespit edildiğinden, fotoğraflandıktan sonra, işkence neticesi itiraflarının akabinde, meşhur killing field=ölüm tarlalarına götürülüp, (işkence altında hâlâ ölmemişlerse şayet) toplu öldürülüp toplu gömülmüşlerdi. Ben ilk zamanlar o ölüm tarlalarını ziyaret ettiğimde, elimle hafif eşelediğimde topraktan insan kemikleri çıkartabiliyordum. Yıllar sonra görüştüğüm o günleri yaşayan bir bakan, elde kalem tutabilecek 64 (yazıyla: altmış-dört) kişi kaldık, demişti. Dile kolay… 64 kişiyle yeni bir devlet kuracaksınız… Pol Pot’a karşı ayaklanan, şimdiki başbakan Hun Sen dahil bir avuç Kamboçyalının Vietnam’la işbirliği neticesinde, hedefi ‘Kamboçya’ya mahsus bir komünizm’ olan Kızıl Kmerlerin zulmü, Ocak 1979’da, Vietnam’ın başkent Phnom Penh’i ele geçirmesiyle son buldu. Hasan Cemal, hatıralarında, Kamboçya’daki rejime inandıklarını, aleyhte sözlere kıymet vermediklerini yazmıştı. O zaman Aydınlık’ta yazan Mehmet Ataberk ve Nuri Çolakoğlu, Kamboçya’yı ziyaret etmiş, Pol Pot’la görüşmüş ve intibalarını kitaplaştırmışlardı.
Vietnamlılar, Pol Pot’un memlekette yaptıklarını, anlatılan zulümlerin masal olmadığını günyüzüne çıkardılar ama sadece bizimkiler değil, dünya inanamadı.
Böyle bir zulüm, hem de kendi milletine, nasıl olabilirdi? Neticede Pol Pot kuzey taraflarına çekildi. Devlete karşı savaşına devam etti. 1997’de son bir teşebbüste bulundu, yeniden savaş açtı ama bu sefer tamamen püskürtüldü. Çok geçmeden de öldü. Son röportajında, ben yapmadım, diyordu. Yahu bu kemikler, kafatasları kimin eseri? Cezası çok büyük olmalı ki bu dünyada muhakeme olunmadan öldü gitti. Ama nasıl ölüm? ‘Bir pislik gibi yakıldı’ diyordu bir gazete manşeti. En son yattığı yaylı yatak üzerine yerleştirilmiş bir tabutun içinde, kolay yanmasını temin etmek için tabuttan arta kalan artıklar, lastik eskileri, sandalyesi ile battaniyeleri ve diğer eşyaları üzerine yığılmış vaziyette eski bir çöplük gibi yakıldı.
Geride kalanları ölmedi ki kurtulsunlar! Kızıl Kmerlerin 2 ve 3 numaralı kardeşleri olan, teorisyen ve gölge lider Nuon Chea ile vitrindeki isim Khieu Samphan hükümetle anlaşmış, savaşı bitirip teslim olmak karşılığında dokunulmazlık ve af garantisi almış, Kızıl Kmerlerin Phnom Penh’i terk ettiklerinin 20. yıldönümünde, Ocak 99’da başkente gelmişlerdi. Basın toplantısında 2 milyon insanın ölümü hakkında bütün söyledikleri ‘Özür dileriz’ olmuştu. Hatta o dönemde telef olmuş hayvanlar için bile özür dilediler. Ama dünya bunu kabul etmedi...
Uzun müzakerelerden, gel-gitlerden sonra Birleşmiş Milletler’in teşvikiyle, zorlamasıyla bir mahkeme kuruldu. Masrafını da BM ödedi. Ve en nihayetinde hayattaki iki önde gelen Kızıl Kmer, 80 küsur yaşlarındaki Nuon Chea ve Khieu Samphan, ahir ömürlerini hapiste geçirme cezasına çarptırıldılar.
Şimdi ne ders almak lazım bundan?
500 bin kişiyi içeriye almak bir şey değil. Daha öteye gidin, 2 milyon insanı tutuklayın. Tutuklamak bir yana bunları öldürün. Kafataslarından dağlar oluşturun. Piyasayı paramparça edin, hatta parayı bile yasaklayın. Her şey benimle başladı, milat benim deyin. “Ama ben olmasaydım Vietnamlılar gelirdi…” gibi ayak oyunlarıyla kendi zulmünüzü örtmek için türlü dalavere uydurun, başkalarını hedef gösterin; O memleketteki insanlar, ‘o korkunç günleri unutalım artık, hatırlamanın hiç faydası yok’ desinler... Siz kendinizce kanunlar çıkartın, kendinizi koruma altına alın! Global bir köy halini almış dünyada insanlar bunun hesabını soracak. Paramız yok diye köşeye çekilse o millet, dünya parasını verecek. ‘Bu günleri göreceğime ölseydim!’ diyeceksiniz… Yani, milletine zulmedenler, milletin malına göz dikenler: kurtulamayacaksınız!
(ZAMAN – Yusuf GÜLEKER – 24.8.2014)