Hazır "yurttaşlık" meselesi de davalık olmuşken memleketteki "yabancı" ve kendi içinizdeki mikro milliyetçilik sorununu yeniden konuşalım.
Zira, son siyasi gelişmeler ve 'lokal' gündemler gösterdi ki, yıllardır kaçınmaya çalıştığımız “Kıbrıslı-Türkiyeli” gerilimi yeniden üst seviyelere ulaştı, ulaşacak.
Bunu konuşmayı ertelemek, ötelemek sorunu yok etmiyor, ne yazık.
Kendini “Kıbrıslı” olarak tanımlayanlar bunu açık dille söylemeye çekinmiyor.
Diğer yandan kendini “öteki” sayanlar ise yeniden “Türkiyeliler partisi” ekseninde bir hareket ile gündemde…
Adına ne isterseniz deyin, yerelde yaratılan bu “tepki” gün geçtikçe besleniyor, büyüyor, gelişiyor, tehlikeli bir hal alıyor.
'Kıbrıslı' sözcüklerle 'süslenen' cümleler giderek “ötekine” karşı dallanıp budaklanarak, süsüyle-püsüyle çok daha kabul edilir sayılıyor.
En kötüsü de bu.
“Fellah doldu ortalık, azınlık galdık bunçinde gavvolem. Bak bakayım sokağa kaç dane yerli görecen” gibi cümleler küçümsenemeyecek kadar 'derin siyasi anlamlar' barındırır içinde…
Ve kimileri bu tespiti beğenmese de; bu açık açık milliyetçiliktir.
Çünkü “bunçi” dediği yer vatanıdır, “galdık” kelimesinde kullandığı “biz” ile “biz onlardan ayrıyız” yaklaşımı vardır.
Pek tabii bunu bir de karşıtı var; “Kıbrıslılar bizi sevmiyo”
Bu gidişat halkların kardeşliği tezine zarar vermekle kalmıyor, fazlasına neden oluyor.
Böylesi bir kamplaşma hem siyasal hem de insani anlamda mücadeleye zarar veriyor.
Zira içinde bulunduğumuz süreçte “kamplaşma” kimin işine gelebilir ki?
Kıbrıslılar arasında giderek yayılan ve merkezine “Kıbrıslı milliyetçiliğini” yerleştiren bu görüş iyi ki hala herhangi bir örgüt tarafından benimsenmedi.
Herhangi biri buna sahip çıkmasa da herkesten bağımsız olarak yayılan ve en çok da kendini 'söylemde' ortaya koyan görüş, iyi ki hala sahipsiz…
Ancak sevindirici tarafı dışında üzücü tarafı da var bu durumun.
Kendini bunca yıl “solcu” olarak tanımlayan çevrelerin arasında yayılan bu söylem biçimi yapılan eleştiriler karşısında savunmaya geçiyor, daha da agresifleşiyorsa eğer, ortada ciddi bir sorun vardır demektir.
Peki bunun külliyen bir siyaset olması mümkün mü?
Daha açık söylemek gerekirse bu söylem biçimi “Türkiye karşıtı” bir omurga yaratıp siyasileşebilir mi?
Kabul görür mü? Diyelim ki kabul gördü...
Bunun “karşıtı” siyasette oluşursa (ki tohumları yavaş yavaş atılıyor) bundan kim karlı çıkacak? Kime yarayacak?
Yani “Kıbrıslı” siyasi partisi ile “Türkiyeli” siyasi partisinin yarışacağı bir siyasi atmosfer bizi nerelere götürür, bunun hesabını yaptık mı?
Olaya bir başka açıdan bakalım, sorunu nasıl çözebileceğimize odaklanalım derim ben.
Bu söylemin gelişmesine neden olan 'esas sorunları' tespit etmeli, o sorunların çözümlerine yoğunlaşmalıyız diye düşünüyorum.
Yanlış olduğunu düşünmekle birlikte “Kıbrıslı milliyetçiliği” olarak tanımlayabileceğimiz yaklaşımın bazı 'gerçek durumlardan' beslendiğini kabul etmek zorundayız.
Eğer bu tespiti ve kabulü yapmazsak sorunu anlayamaz-kavrayamaz, kavrayamadığımız için de çözemeyiz.
* * *
“Kıbrıslı milliyetçiliği”ni yaratan birkaç neden var.
Birincisi 1974’e kadar kendini “Türk” olarak tanımlayan bir toplum 74'ten sonra gördü ki, aslında adaya gelenlerden farkı var.
Kültürel anlamda ortaya çıkan bu fark yavaş yavaş “onlar” ve “bizler” oluşumunun tohumlarını ekmeye başladı.
Yeniden kendini tanımlayan toplum bu tanımlamayı “öteki üzerinden” yapmaya kalktı, doğal olarak…
Ne yazık ki o öteki “Türkiyeliler”dir.
Bu arada Türkiyeliler ötekileşirken son zamanlarda bunun diğer milletlere de yayıldığı izliyorum. Örneğin Afrikalı öğrencilere duyulan tepki de yavaş yavaş söylemde kendini göstermeye başladı.
“Arap doldu Kaymaklı” diye başlayan cümleleri siz de duymuşsunuzdur.
Temelinde milliyetçilik olduğu için, önceleri “Türkiyelilere” duyduğumuz öfkeyi şimdi başka milletlere de göstermeye başladık.
Avrupa'da radikal sağın kullandığı bu kulvarın bizde kendini sol diye tanımlayanlar arasında yayıldığını ısrarla vurgulamak isterim.
Kendi içinde “Kıbrıslılık” refleksinin haklı nedenleri yok mu, elbette vardır.
Zira Kıbrıslılar “yok olma” süreci yaşadıklarına inanıyorlar.
Yıllarca ganimet ve kamu kaynakları ile uyuyan Kıbrıslılar, TC kaynakların azaltılması ve nüfus politikaları nedeniyle yeni yeni uyanıyor.
Bu uyanış elbette bir tepkiyi doğuruyor, ancak doğan tepkinin hedefi şaşıyor, kimi zaman.
Yıllarca üretimden uzaklaşan, kamuya doluşan-doluşturulan ve böylesi kısır bir döngüde yaşam kalitesinin artmasını bekleyen Kıbrıslıların uyanışının gecikmesinin getirilerini yaşıyoruz.
Bu uyanış 1990'ların sonunda “gacolar” söylemini geliştirmekten önce siyasal anlamda gidişata dur demeliydi.
Dikkatinizi çekerim, çözüm siyasettedir.
Kötü gidişatın sebeplerini hepimiz biliyoruz.
- Üretimden koparılma süreci.
- Siyasal irade sorunu.
- Gelen, giden TC hükümetleri ile yaşanan siyasal sorunlar.
- Kültürel, dini ve milli baskılar…
- Ve en önemlisi nüfus yapısındaki değişiklik.
* * *
Rahmetli Denktaş “Gelen Türk giden Türk” demişti.
Şimdi ne diyor “Kıbrıslı”: Gemilere dolup gitsinler!..
Bir nevi isyan, bir nevi çaresizce söylenen bir cümle…
Çözüm mü bu, hayır…
Ama tepkinin dile yansıması denilebilir.
Peki çözüm nerede?
Dedim ya çözüm siyasette…
Ülkeyi yönetenlerde.
Birincisi nüfus politikaları, vatandaşlık siyaseti çok önemli… CTP'nin takip ettiği yurttaşlık siyasetini ve hassasiyetini yerinde ve anlamlı buluyorum.
Kıbrıslıların bu yöndeki hassasiyetleri iyi okunmalıdır.
Yeni yasal düzenlemeler bu soruna çözüm getirmelidir.
İkincisi ekonomi…
Kendi kendine yeten bir ekonomi…
Kamunun Türkiye'ye bağımlılıktan kurtulması elzem…
Bu nedenle çok daha büyük bir özel sektör şart ve bu nedenle yabancı sermaye yatırımları önemli…
Bunun için de yine CTP’nin “yatırımın önünün açılması ve büyük ekonomi” bakışı önemli...
Ve üçüncüsü de söylem…
Türkiye’den buraya gelen bürokratlardan tutun da Türkiye Cumhurbaşkanı'na kadar kimsenin Kıbrıslıların hassas olduğu konularda söz söylemesine izin verilmemeli...
Bizim siyasilerimiz bunu nasıl yapacak dediğinizi duyar gibiyim.
Yasak koyacak, sus konuşma diyecek halleri yok.
Ancak siyasi süreçleri, krizleri o noktaya getirmemek ellerinde değil mi?
Bu bağlamda bakıldığı zaman Türkiye ile sağlıklı ilişkileri kurması gereken siyasettir.
Eğer siyaset kurumu bu kötü gidişata dur demezse 10 yıl sonra bu tartışmanın ve tepkinin çok başka boyutlara geldiğini izleyeceğiz.
Ve o zaman iş işten geçmiş olacak.
Sorunun çözümü için işe başlama vakti şimdidir, yarın değil…
Haddim değil belki ama bu derin mevzu ile ilgili görüşüm budur, bilmem anlatabildim mi?
------------------------------------------------------------------
• BİR HABER
İhalesiz 13 araç, biri makam aracı!
Hükümetin aldığı ihalesiz makam araçları tartışıladursun, hükümete başlı devlet kurumlarında da ihalesiz işler yapılıyor.
Bunlardan biri Elektrik Kurumu, KIB-TEK…
13 araç alınmış yeni yönetimle birlikte…
İhalesiz 13 araç…
1'i makam aracı…
13 araç…
645 bin TL harcanmış, iddiaya göre.
Akaryakıt konusundaki partizanlık iddialarına yanıt vermeyen KIB-TEK'in yeni yönetiminin ihalesiz araç alımı ile de yeni bir “becerisi” ortaya çıkmış oldu…
Anlayana tabii…