Ekonomik İşbirliği Protokolünün imzalanmasının ardından bir ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen, bu protokolün içerdiği hibe ve kredilerin halen daha Ülkemize akışının başlamaması, haliyle KKTC maliyesi üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Dolayısıyla geçtiğimiz hafta Başbakanımız, önderliğinde bir heyet, Ankara’ya malum protokolün kaynak akışı ile diğer mevzuları görüşmeye gitmişti ve basına yansıdığı kadarıyla da görüşmelerinin olumlu geçtiği bilgisi verilmişti.
Temmuz ayında imzalanan Protokolde, savunma harcamaları için ayrılan 675 milyon TL ve reel sektör ve altyapı yatırımları için ayrılan 75 milyon TL olduğu görülmüştür. Savunma harcamaları için ayrılan 675 milyon TL’lik kaynağın halen daha KKTC maliyesine aktarılmamış olması ciddi bir mali mali baskı oluşturmaktadır. Yatırımlar için kaynak aktarılmadığında, ekonomik daralma problemleri ortaya çıksa dahi bütçesel veya mali bir problem oluşturmaz. Çünkü o parayla yapılacak yatırımlar ertelenebilir. Ancak savunma ile ilgili durum ayni şekilde değil. Maliyemiz büyük bir bölümü maaş olan savunmayla ilgili harcamaları erteleyemez. Dolayısıyla bu kaynak gelmediği sürece maliye bütçesi içerisinde çözümler bularak diğer kalemlerinden savunma harcamalarının, en azından maaşlar kısmını ödemek zorundadır. Peki, maaşlar dışında kalan savunma giderleri çerçevesinde ihtiyaç duyulan elektrik gibi gıda gibi tüketim harcamaları, bakım onarım harcamaları ve müteahhitlik hizmetleri alımları gibi unsurlar ne olur? Ordumuz bu ihtiyaçlarını minimal seviyede piyasadan alımını yapar ve maliyemizin ödemesini bekler. Maliyemiz de oluşan ortamdaki şartları çerçevesinde yapabileceği ödemeleri yapar, yapamadığını da piyasalara borçlanır. Kısacası ortaya çıkan durum maliye için hem mali açıdan hem de ekonomik açıdan oldukça problemli ve zor bir durumdur.
Maliyemizin bahse konu şartlar değişmeden maliyeyi bu şekilde yönetebilmesi uzun vadede mümkün değildir. Özellikle dönemsel olarak maliye gelirlerindeki nakit akışının daralması maliyeyi de zorlayacaktır. Bu zorlanmanın aşılması, ya KKTC Merkez Bankası’ndan avans kullanma yoluyla, ya da iç piyasalardan borçlanılarak tümüyle olmasa da nispeten geçici olarak mümkün olabilir. Ancak bunun önünde de şöyle bir engel var. Başbakanımız Sn. Ersin Tatar muhalefette iken yanlış bilgilendirme sonucunda olsa gerek, KKTC Merkez Bankası’ndan avans kullanımının yasal olmadığını iddia etmiş ve bu iddiasını yanlış da olsa ta TC hükümetine kadar da duyurmuştu. Diğer yandan iç borçlanma ile ilgili fikre de Başbakan Yardımcımız daha önceki hükümet döneminde hiç sıcak bakmamakta, böyle bir durumum kendi parti meclislerinde onaylatılması gerektiğini söylemekteydi. Dolayısıyla, herhalde bu iddialarından bir geri dönüş yapmaları gerekecek ki, bu da kendileri için gerek iç siyasetimizde gerekse de TC nezdinde çok ideal bir durum olmayabilir. Ancak iki yöntemin de karşılığı olduğu sürece kullanılmasında ekonomik açıdan bir sakınca bulunmadığını da belirtmek isterim.
Ekonomik İşbirliği Protokolü çerçevesinde başlaması gereken mali kaynak akışının aksamasından dolayı ortaya çıkması beklenen mali problemleri belirttikten sonra biraz da ekonomik yansımalarından bahsetmekte fayda vardır. Hatırlayacak olursak Başbakanımız tarafından imzalanmış olan, 75 milyon TL’si reel sektör ve altyapı için, toplamı 750 milyon TL olan bir mali kaynaktan bahsetmekteyiz. Diğer yandan 2018 yılında 2019 yılı bütçesi yapılırken TC teknik heyetiyle maliyemizin mutabakat sağlayarak bütçeye koyduğu rakam 235 milyon TL idi ve bu rakamın artırılması gerektiği düşüncesini taşımaktaydık. Haliyle tüm ileriye dönük işsizlik gibi, ekonomik büyüme gibi makroekonomik göstergelerin kestirimi bütçeye konmuş olan 235 milyon üzerinden yapılmıştır. Ancak temmuz ayında imzalanmış olan protokolde bu rakam 75 milyona gerilemiştir. En iyi ihtimal düşünülerek TC’den gelmesi beklenen kaynağın eksiksiz geldiği halde bile (ki son dört ayına girdiğimiz yılda bunun gerçekleşmesi kanaatimce mümkün değildir) ekonomik küçülmenin kaçınılmaz olacağı çok açıktır. Ekonomik küçülmenin söz konusu olduğu yerde ise işsizliğin artması ve özel sektör gelirlerinin azalması söz konusudur. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte işsizlik, daralan kazançlar ve kamu maliyesine yansıyan olumsuzluklar görülecektir.
Sonuç olarak birkaç haftadır yazıyorum yine altını çizmek isterim. Ülkemiz ekonomisinin risklerini minimize ederek, sürdürülebilir bir ekonomik yapı oluşturmak adına yapılacak en doğru adımın, ülkemizin kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlayacak, rasyonel ekonomi politikaları geliştirmek ve uygulamak olduğu inancındayım.