Fayka ARSEVEN KİŞİ
Kanser hayatımızın adeta bir parçası halini aldı, illa ki ailemizden, arkadaşımızdan, komşumuzdan biri kanserle mücadele içerisinde…
Tıbbı Onkoloji Doktoru Özlem Gürkut, özellikle çevresel faktörlere dikkat çekti, bunları önleyebileceğimizi anlattı.
Kanser nedir, neden kanser oluyoruz? Kanserden korunabilir miyiz? Neler yapmalıyız? Doğru check-up yapıyor muyuz? Bir doktor, ölüme alışabiliyor mu? Tüm bunların cevabını Doktor Özlem Gürkut’tan dinledik.
Öncellikle kanser nedir?
Dr. Özlem GÜRKUT: Normalde hücrelerimiz çoğalır, eğer bu hücrelerde bozuk bir DNA ya da hücre çekirdeğinde bozulma olursa, vücudumuz bunları tamir eder. Ya da bu bozulmuş hücreler ölür. Ve sağlıklı hücreler çoğalır. Kanserojen maddeler ve bazı genetik durumlarda, işte bu bozulmuş hücreler çoğalmaya devam ederler. Kanserler, tümörler böylece oluşur. Kanserin iyi huylu tümörlerden farkı; çıktığı yerden, oluştuğu noktadan başka yerlere yayılma özelliği olmasıdır. Yayıldığı yerlerdeki organların dokularını bozmasıdır. Dolayısıyla metastazlara bağlı ölümler gerçekleşir.
Kansere neden olan şeyler nedir?
Dr. Özlem GÜRKUT: Buna sebep olan şeyler genel olarak baktığımızda yüzde 20’si genetiktir. Yüzde 80’i de çevresel faktörlerle oluşur. Dolayısıyla kanseri engellemek için çevresel faktörleri değiştirebiliriz. Çünkü kanseri tedavi etmekten daha kolayı engellemektir. Ülkelerin, Dünya Sağlık Örgütü’nün, sağlıkla ilgili örgütlerin hedefi kanseri oluşmadan engellemek ya da erken tanı ile tedaviyi başlatmaktır.
Bu nedenle kanserojenle, kanser yapıcı çevresel faktörlerle bu kadar çok ilgileniyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bütün dünyada yılda yaklaşık 14 milyon kanser tanısı görülüyor. Ölümlerin yaklaşık 8 milyonu kanserden kaynaklanmaktadır. Yeni kanser vakalarının yüzde 80 kadarı sigara, kötü beslenme, obezite, hareketsiz yaşam, alkol gibi sebeplerle oluşmaktadır. Bunların tümünü de engelleyebiliriz. Herkes şimdi diyecek ki; bizim yediğimiz her şeyde ilaç var. Bizim toplum olarak sorumlu insanlar olup, baskı oluşturmamız lazım. Yani güvenli gıdanın sağlanması için ülkemizdeki kilit noktalara, devlette, üreticilere, medyaya, sağlık örgütlerine baskı oluşturup, hesap sormalıyız. Sorumlu vatandaşlık yapmalıyız ki bizim soframıza gelen gıdalar, güvenli olsun. Herkesin bahçesinde domates, biber yetiştirmesi mümkün değil, yediğimiz her şeyi biz üretemeyiz. Ama en azından bilinçli tüketici olabiliriz.
Marketlerden raf ömrü uzun, katkı maddeleriyle oluşturulmuş gıdaları almak yerine, daha doğal, nenelerimizin dedelerimizin tarzında beslenmeye geçmemiz, sigara içmememiz, alkolü mümkün olduğunca kısıtlı tüketmemiz, yaşam tarzımızı hareketli hale getirmemiz, stresi kontrol etmemiz mümkündür. Bunları yapabildiğimiz kadarıyla yapmalıyız. Çünkü biz diğer faktörleri yani genetik olarak taşıdığımızı, cinsiyetimizden gelen örneğin kadınlarda meme kanseri görülüyor, kadın cinsiyetimizi değiştiremeyeceğimize göre, yaşımızı durduramayacağımıza göre bari değiştirebildiklerimizi elimizden geldiğince değiştirmemiz gerekir.
----------
‘Kanser giderek artıyor’
Ülkemizde kanser görülme riski artıyor mu?
Dr. Özlem GÜRKUT: Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanser giderek artıyor. Çünkü kanser aslında yaşlanmayla artan bir hastalıktır. Yaşımız arttıkça, kanser görülme riski artacaktır. Kanserdeki artışın insan ömrünün uzaması dışında tabii ki başka faktörleri de vardır. Kanserojenlere temasımız artıyor, kanser tanıma araçlarımız da kuvvetlenmekte, çoğalmaktadır. Onun için daha çok hastaya tanı koyar hale geldik. Tedavi gereçlerimiz de çoğaldı, daha başarılı tedaviler yapıyoruz.
Hastalarımız daha uzun yaşıyor. 20’nci, 30’ncu senesinde hastalarımız var artık. Bunların yanı sıra yeni kanser vakaları oluyor ve kanser sayısı daha da artıyor. Bunu da dillendiriyoruz. Kanser hastalarının sesi çıkıyor, örgütlendiler, bizler her gün gündemdeyiz, insanlar hastalıklarını artık saklamıyor. Dolayısıyla daha çok göze çarpar oldu. Bir de Kıbrıs küçük bir yer. Hala ne güzel ki birbirimizden haberdar oluyoruz, birbirimizi önemsiyoruz, kolumuzu komşumuzu etrafımızdaki insanların ne yaptığını sorup soruşturuyoruz. Kanserli hastalarımızın toplumda farkındalığı artıyor.
----------
‘Her vakayla aslında
toplumu tedavi ediyoruz’
Onkoloji doktoru olmak ne kadar zordur?
Dr. Özlem GÜRKUT: Onkolojinin yani kanseri tıbbı tedavi eden, medikal onkolojinin uğraş alanı sadece karşısındaki kanser hastası değildir. Onun ailesi, sevdikleri, arkadaş grubu ve aslında toplumdur. Biz her vakayla birlikte toplumu da tedavi ediyoruz. Çünkü her vaka toplumun yüreğine düşen bir ateştir. Dolayısıyla biz o vakayı tedavi ederken, toplumun o kansere karşı olan algısını tedavi ediyoruz. Aslında bizim işimiz diğer branşlardaki arkadaşlardan daha farklıdır ve zordur. Sadece hastayı önümüze koyup tedavi etmiyoruz, bir süreci yürütüyoruz, bir ömür boyu sürecek tedaviden bahsediyoruz. Hastanın etrafındaki herkesi o tedavi sürecine katarak ilerliyoruz.
Onkoloji bütün dünyada ekip olarak hastaları karşılayan ve tedavileri yürüten bir branştır. Bu ekibin içine radyologlar, patologlar, cerrahlar, diyetisyenler, uzman hemşireler, psikologlar, radyosyon onkologları hepsi vardır.
Bu amaca hizmet edecek yeni bir merkez yapıldı. Yeni binamızın planı bu multi disipliner çalışmanın zemini üzerinden yürütüldü. Oraya gittiğimizde ilgili branşların tümü bir arada bulunacak. Binamız tamamlandı, açılması için bekliyoruz. En erken bir zamanda geçmek istiyoruz çünkü mevcut binamız bize artık gerçekten yetmiyor, hasta sayılarımız giderek artıyor.
İlgilendiğiniz hasta sayısı nedir?
Dr. Özlem GÜRKUT: 8 yatağımız var, her zaman dolu. Ayrıca haftanın 5 günü poliklinik yapıyoruz. Hiç yapmadığımız gün yok. 2 poliklinik yapıyoruz, 3 hekimiz, 1 pratisyen 2 uzman hekim ve haftada 10 poliklinik yapıyoruz. Sürekli olarak buradayız, hastalarımıza ayrıcalıklı günler oluşturuyoruz ki yeni hastanın bizlere ulaşması daha kolay olsun. Türkiye tıbbi onkolojiden hocalarımız var, onlardan da konsültasyon desteği alıyoruz. Geldiklerinde hep beraber tartışmamız gereken hastaları, onlara da gösteriyoruz, onlarla birlikte değerlendiriyoruz. Onların da tavsiyelerini alarak tedavilere devam ediyoruz.
Bir kanser hastasını değerlendirmek ve izlemek diğer polikliniklerdeki süreler gibi olmuyor. Kanser hastalarının bütün evraklarının kayıt altına geçip dosyalanması, eskilerle karşılaştırılması, ayrıca hasta için korkutucu olan bu sürecin hastaya izah edilmesi gerekiyor. Titizlikle her defa dozlar hastaya göre ayarlanıyor, her defa ayrı doz vermeniz gerekiyor. Onun için oldukça titiz yürütülmesi gereken tedavilerdir. Bir hasta için 20-25 dakika yeterli olmuyor, yeni bir hastayı görmek bazen 1 saate yakın zaman gerektiriyor.
Onkolojideki bütün tedaviler devlet hastanesine başvuran hastalar için tamamen ücretsiz yürütülüyor. Şanlıyız, Türkiye’den daha iyiyiz. Sağlık Bakanlığı’nın hiçbir kısıtlaması yoktur, hastamız için iyi olacağını söylediğimiz her ilaca bize ulaştırıyorlar. Hem hasta, hem hekim için hem hasta yakınları için zorlu bir süreç. Çaba, emek, birikim gerektiren bir branş dolayısıyla biz bu şartlarda çalışıyoruz. Bunun bilincinde olarak haftanın her günü hastalarımıza vizit yapıyoruz, gerekli tetkiklerini yapıyoruz, değerlendiriyoruz. Ardından polikliniğe iniyoruz. Poliklinikte haftada 2 gün yeni ve acil hastaları görüyoruz. 3 gün de rutin takibimizde, tedavisi bitmiş, kontrollere gelen hastalarımızı görmeye devam ediyoruz. Ama rutin takipteki hastalarımız için şu an Aralık ayına randevu vermeye başladık. Bu da bayağı bir birikim olduğunu gösterir.
Bizde kayıt sistemi tam olmadığı için net bir kanser vakası sayısı bilemiyoruz. Sizin tahmininiz nedir?
Dr. Özlem GÜRKUT: Dünyada gelişmişlik düzeyine göre değişik rakamlar var ama Avrupa’da nüfusun her 100 binine 230 ile 280 arasında vaka gelir. Kıbrıs’ın kuzeyinde nüfusu 300 binden düşünürsek, 600-700 yeni vaka görülmesi, Avrupa ile eş düzeyde olduğumuzu anlatıyor. Bizde de Sağlık Bakanlığı’nın tahminleri, bizim yeni vaka olarak tedaviye aldığımız hastalar, hasta sayıları, kanser erken tanı ve teşhis merkezinden gelen bilgiler yılda ortalama 450’ye yakın tıbbı onkoloji olarak yeni kanser vakası alıyoruz. Bunun dışında kalanlar var; tiroid kanserleri, Nükleer Tıp ve Endokrinoloji tarafından izlenir, ta ki kemoterapi düzeyine gelsin. Cilt kanserlerinin çok büyük bölümünü cildiyeci arkadaşlar izler, bir de üroloji kanserlerinin erken evrelerini de üroloji izler. Biz geç evrede kemoterapi düzeyinde devreye gireriz. Dolaysıyla biz onlardan haberdar değiliz. Tıbbı onkoloji olarak ortalama 450 vaka alıyoruz dolayısıyla bu dışarıda kalan hastaları da ayrıca Kıbrıs dışında tedavi alan hastaları ya da çok yaşlı genel durumu çok kötü ya da çok çok ileri evre olduğu için bize yönlendirilmeyen hastalar da olabileceğini varsayarsak bunun aslında 600’lerde bir rakam olduğunu düşünüyorum.
Ama halen bir öngörüdür bu. Yıllardır ben buradayım, yıllardır biz tahmini sayılar veriyoruz. Bunun artık gerçekten kesin sayılara dönüşmesi lazım. Niye? Bizim kanser politikamız oluşturmamız için aslında neyi tedavi ediyor olduğumuzu bilmeliyiz.
Mesela meme kanserini dünya gibi 40 yaşından sonra mı görüyoruz gerçekten, yoksa bizde 20 yaşında da hasta var mı? Bunların oranı nedir? Biz 40 yaşından sonra mı tarama yapın demekle doğru mu yapıyoruz? Yoksa bizim taramaları 30 yaşa çekmek mi daha mantıklı, yoksa 50 yaşa mı yükseltmeliyiz? Bunu bilmiyoruz. Esas önleyici politikaların geliştirilmesi için bizim risk grubumuzun kimler olduğunu görmemiz lazım. Bunlar için kayıt lazım, yoksa istatistik olsun diye değil. Yoksa 500 mü tedavi etmişiz 600 mü toplum için bu aktüel bilgi olur. Ama esas kayıtçılığın temeli ve işe yarar yani bizim riskimizin ne olduğu ve hangi grubun risk grubu olduğunu bilmemizdir.
Biz daha Kıbrıs’ta halen tahminen akciğer kanseri 2’nci sıradadır diyoruz. Niye? Ben diyorum ki oransal olarak Türkiye’den daha fazla akciğer kanserimiz var. Kadınlar da hele çok ön planda diyoruz. Niye? Çünkü kadınlarımız sigara içer. Türkiye’de de içer ama bizde kadınların sigara içme oranı Türkiye’deki kadınlardan daha yüksek. Dolayısıyla akciğer kanserinin görülme oranı bizde daha çok. Akciğer kanseri bütün dünyada kanserden ölüm sebepleri arasında bir numaradır. Sigarayla mücadele gerçekten yükseltilmesi ve ciddiye alınması gereken bir mücadeledir. Bunun için basına da çok görev düşer.
----------
“Kanser haritamız yok”
Yıllardır kanser haritasının oluşumu için çağrı yapılıyor neden olmuyor?
Özlem GÜRKUT: Kanser haritasının olması için kayıt olması lazım. Biz akciğer kanseri hangi bölgede çok, hangi yaşta, cinsiyette var bilmiyoruz, çünkü kaydımız yok. Biz kayıt yapıyoruz ama bizim yaptığımız kaydı istatistik olarak değerlendirecek bir birim yok. O birim Kanser Kayıt Birimi’dir o da oluşma çabası içindedir. Kanser mücadelesi sadece iyi ilaçlar vermek, hastalara iyi bakmakla olacak bir şey değildir. Dünyanın her yerine yayılması gereken bir şey. Çünkü siz engelleyemezsiniz, gıda ülkeye giriyor, raflarımıza neyin girdiği önemli, hava kirliliği, ormanlarımız yandı, bunlarda bizi kanser ediyor, daha bilinçli bir toplum olmalıyız. Bugünü kurtarmak yetmiyor, geleceğimize gözümüzü dikmemiz lazım. Bunun için de doğru politikalar üretmeliyiz. Sadece bugünü düşünerek yapacağımız değişiklikler geleceğimizi kurtarmayacak.
Genetik özellikler ama özellikle çevresel faktörlerin kanseri etkilediğini ifade ettiniz. Çocukluk kanserlerinin nedeni nedir?
Özlem GÜRKUT: Çocukluk kanserlerinin çoğu çocukların daha doğarken getirdiği embriyolardandır, çoğu genetiktir. Dolayısıyla siz hamile iken sigara içtiniz mi? Alkol aldınız mı? Hastalık geçirdiniz mi? Anne olarak çocuğunuza nasıl bir alt yapı veriyorsunuz? Nasıl bir annenin karnında büyüyor o çocuk? Bunlar önemli. Çocukluk çağında, erişkinden daha farklı çevresel faktörlerin etkisi daha az. Kendimizin sağlığı çocuğun geleceğinde çok önemlidir. Sigara içen bir annenin, hamileliği süresince kanserolojinler maruz kalan bir gebenin doğuracağı çocukta daha yüksek riskler kalacaktır. Genetik yatkınlık da ne yapılabilir derseniz? Yine genel sağlık kuralları burada da geçerli.
Kan tahlilleri, check-up yaparak kanseri önceden bilebilir miyiz?
Özlem GÜRKUT: Genel kontroller kanserde çok önemli. Kıbrıs’ta çok insan check-up yapıyor ama enteresan bir anlayış var. Herkes laboratuara gidiyor, tahlil yaptırıyor, çıkıyor ve kendini check-up yapmış sayıyor. Milyarlarca tahlil var, hangisini seçip de sağlıklı olduğuna karar veriyorlar, bilemiyorum. Çünkü check-up denilen kontrolde doktorun karşısına oturmak, aile öykünüzü anlatmak, beslenme ya da diğer alışkanlıklarınızı paylaşmak önemlidir. Onun için kendi kendimize gidip kan tahlili, görüntüleme yaptırmayalım, bir hekime gidelim, o hekim muayene etsin, yönlendirsin.
Aile gibi de oluyorsunuz hastalarınızla. Onları kaybettiğinizde buna nasıl dayanıyorsunuz? Bir psikolojik destek alıyor musunuz?
Özlem GÜRKUT: Tükenmişlik Sendromu diye bir şey var. Sağlıkçılarda çok sık görülen bir şeydir. Tıbbı Onkoloji alanlarında yaşayan insanlarda da çok sık görülüyor. Çünkü hasta kaybının yüksek olduğu, hastaların da ailelerin de kederinin, saldırganlığının yüksek olduğu bir branştır Onkoloji. Dolayısıyla bizim de gerçekten desteğe ihtiyacımız oluyor. Biz alıyor muyuz destek? Normalde bizim ekibimizde kalıcı bir psikoloğun olması lazım. O psikoloğun hasta ve hasta yakınlarını görmesi dışında ekibin de katıldığı toplantılar yapmak, görüşmeler düzenlememiz lazım. Şu anda böyle bir ekibimiz yok bizim. Haftanın belli günleri gelip hastalarımızı ancak görebiliyor. Bunun oluşması için özellikle yeni binaya geçerken bunu bir fırsat bilip, böyle bir talebimiz oldu. Ben hep şunu anlatırım; bir hekim bir hastayı ameliyat eder, 10-15 gün 1 ay boyunca ameliyat sonrası süreci izler, bir süre sonra bu süreç biter. Ama biz de öyle değil. Biz hastayı yatırdığımız süre izliyoruz ama bir süre sonra hasta evine gittiğinde de yemek yedi mi, yemedi mi, ateşi çıktı mı, parası var mı, işe gitti mi gitmedi mi, rapor aldı mı almadı mı? Her şeyle ilgileniyoruz. Bu ömür boyu sürecek bir şey. Hasta bir kere kanser tanısı aldıktan sonra yaşadığı müddetçe bizim hastamız olmaya devam ediyor. Bir süre sonra da gerçekten ailemiz oluyor. Gerçekten yaşamınızın bir parçası oluyor. Bu kadar büyük bir yükü üstleniyorsunuz. Hastayı kaybettiğinizde de yaşamınızdan bir şey yok oluyor. Sizin iş yerinize gidip de iş yerinizdeki arkadaşınızı oturduğu masada görmemeniz gibi bir duygu oluşuyor. Her gün yaşamımızda olan insanların bazılarını kaybediyoruz. Bu bizi etkiliyor tabi ki.
Doktorlar ölüme alışır mı?
Özlem GÜRKUT: Ben sanmıyorum 25 yıllık hekimim, ölüme alıştığımı söyleyemem. Ben kaybettiğim hastalarımın arkasından ağlayan bir hekimim hala… Onun için çok zor bir şey ama sonuçta insanlar kanser oluyor, birilerinin yanlarında yürümesi, ellerini tutması gerekir.