Tuncer Bağışkan
Geçtiğimiz haftalarda Girne Sıra Dağları üzerinde bulunan dağ kalelerinden Bufavento ile St. Hilarion’u ziyaret ettiğimden, dergimizin son iki sayısında bu kaleleri anlatmıştım. Bugünkü yazımda ise Girne Sıra Dağları’nın en doğusunda bulunan Kantara kalesine gerçekleştirdiğim yolculuğu anlatacağım.
SİNGRASİ (SINIRÜSTÜ) KÖYÜ ZİYARETİ
Kantara kalesi diğer dağ kalelerine göre Lefkoşa’dan uzak olduğundan sabahın erken saatlerinde yola çıkmam gerekiyordu. Bu arada Lefkoşa-Kantara güzergahı üzerinde bulunan bazı köy ve kentlerdeki eski eserleri de ziyaret etme olanağım olacaktı. Böylece Lefkoşa’dan ayrıldıktan sonra ilk durağım, asıl adı Singrasi olan şimdiki Sınırüstü köyü oluyor. 1570 ile 1573 yıllarına ait Venedik haritalarında adı ‘Singraz(s)i’ olarak geçtiğinden Ortaçağda da var olduğu anlaşılıyor.
Anlatıldığına göre eskiden Türk ve Rumların karma olarak yaşadıkları bu köyün başlıca geçim kaynağı deve taşımacılığına dayanmaktaydı. Bu nedenle köyde 16 deve bulunduğundan ‘Deveciler Köyü’ adıyla da bilinmekteydi. Ancak kamyonların yaygınlaşmaya başlamasıyla deve taşımacılığı sona erdiğinden, 1975 yılı itibarıyla Hüseyin Hasan’a ait köydeki son iki devenin Lefkoşa’nın kasaplarından Pastırmacı Ahmet’e satıldığı anımsanmaktadır.
Köyün kuzeybatısındaki gölet de hayli ilgi çekici. Temelleri ilkin 1897 yılında atılmış, başlatılan inşaat ise ancak 1941 yılında tamamlanmıştı. O yıllarda çevresine Kıbrıs haritası şeklinde servi ağaçları da ekildiğinden bir ilgi odağı olma özelliğini yıllar korumuştur.
1999 yılında köyü ziyaret ettiğimde burada beş kilise ile bir caminin bulunduğunu rahmetlik Mustafa Konti ile Yusuf Ekenleroğlu’ndan öğrenmiştim. Köyün değişik yerlerinde bulunan bu kiliselerin Agia Baraskevi, Banaya Athendrika, Agios Nikola, Aya Bekya (Ayion Trion Bedon) ve Ayios Brogobios adlarını taşıdığı da o sırada bilgime getirilmişti.
AZİZ PROKOPİOS KİLİSESİ
Singrasi köyünün ana kilisesi olup yerleşim biriminin güneydoğusunda bulunmaktadır. Son yayınlanan bir belgeye dayanılarak M.S X. Yüzyıla tarihlendirilmiştir. Haç planlı oluşu itibarıyla Salamis’teki St. Barnabas ile Peristerona’daki St. Barnabas & St. Hilarion kiliselerinin bir bezeridir. 1955 yılında kilisede gerçekleştirilen tamirat sırasında doğu apsesindeki yer döşemesinin altında ‘Opus Sectile’ adıyla bilinen ve M.S 330-649 yılları arasındaki Erken Hıristiyanlık dönemine tarihlenen ikinci bir yer döşemesi saptanmıştır. Bu yer döşemesine dayanılarak mevcut kilisenin Erken Hıristiyanlık dönemine ait bir kilisenin kalıntıları üzerine inşa edildiği anlaşılmıştır. Kilise çanının çok özel olduğu ve bir zamanlar çalındığında Karpaz’daki Ziyamet köyünden duyulduğu anlatılmaktadır.
Yakın geçmişimizde köyün hasta olan Türk ve Rumları bu kiliseyi ziyaret ederlerdi. Kilisenin içine girmeden önce etrafında üç kez dönülürdü. Kilise içindeki duvarda bulunan bir delikten alınan toprağın azize ait ikonun önündeki lambadan alınan zeytin yağıyla karıştırılıp vücuda sürülmesi halinde, hastaların (genellikle de cilt hastalarının) sağlıklarına kavuşacaklarına inanılırdı.
Şu anda kilisenin duvarlarında hayli yıpranmış ve tahrip edilmiş durumda freskler bulunmaktadır. Bunlardan biri at üzerine binili olan Aziz Prokopios’a aittir.
1974 yılına kadar 7-8 Mayıs tarihlerinde kilisenin batısındaki avluda büyük bir panayır düzenlenirdi. Avlu önceleri küçük iken, panayır alanını büyütmek amacıyla daha sonra genişletilmiştir. İlk gün panayır kurulur, ertesi gün ise civar köylerden, Maraş’tan ve Maraş’ın güneyindeki kırmızı köylerden yığınlar halinde insanlar panayıra gelirlerdi. Avluda kurulan lokantada sulu fırın kebabı yapılırken, yine burada hayvan pazarı da kurulurdu.
AYA BEKYA KİLİSESİ
Eskiden bölgenin Türk ve Rum köylüleri tarafından kutsal sayılan kilise, Singrasi (Gölbaşı) göletinin güney bitişiğinde yer almaktadır. Rivayete göre kilisenin altındaki su tüneli üç çocuk aziz tarafından kazıldığından kiliseye “Aya Bekya” ve “Ayios Trion Bedon” (Üç çocuk aziz) adları verilmiştir. Bu çocukların geceleri kilisenin yanından geçenlere göründükleri anlatılmaktadır.
Eskiden kilisenin altındaki tünelden su akmasına karşım şimdilerde içinde su olmadığı gözlemlenmiştir. Tünelde akan suyun eskiden denizden geldiğine inanılırdı. Tünel, bir kişinin içinde rahatlıkla yürüyebileceği büyüklüktedir. Fazla uzun olmayıp güneydeki kıracın altında son bulduğu söylenmektedir. Tünelde su akmaya başladıktan sonra buraya şimdiki kilise yapılmıştır. 1974 yılından önce burada, 17 Aralık günleri, çevre köylülerin katılımıyla 1-2 saat süreyle kısa bir ayin ile panayır düzenlenirdi.
Buraya adakta bulunacak olanlar tünelin girişinde mum yaktıktan sonra basamaklardan inerek su tüneline girerlerdi. Cenabet kişilerin tünele girmeleri halinde duvarların daralıp o kişileri sıkarak öldüreceğine inanılırdı. Adak sahiplerinin buraya para bırakmaları ve tüneldeki sudan içmeleri adettendi. Çocuk yaşatmayan anneler, doğacak çocuklarının yaşaması için onları Aya Bekya’ya adarlardı. Böyle yapılması halinde son doğan çocuklarının ölmeyip yaşayacağına inanılırdı.
Yakın geçmişimizde tünel girişinde duvara asılı bir maşrappa vardı. Buraya getirilen hastalar, genellikle de hasta çocuklar, girişte soyunduktan sonra onlara maşrapayla oradaki sudan içirilir, sonra da onları orada yıkarlardı. Daha sonra yerden alınan çamur hastanın vücuduna sürülürdü. Hastanın giydiği elbise, ya da giydiği elbiseden kesilen bir çaput parçası, kilisenin dışındaki ağaca bağlanırdı. Böyle yapılması halinde, elbiseye geçmiş olan hastalığın ağaçta bağlı kalacağına, dolayısıyla da hastanın sağlığa kavuşacağına inanılırdı.
SİNGRASİ OSMAN YUSUF MESCİDİ
1879 yılı itibarıyla şimdiki caminin olduğu yerde “Osman Yusuf Mescidi” adıyla bilinen eski bir Osmanlı mescidi vardı. 1882 yılında cami vakfının mütevellisi ise Osman Ağa idi. Şimdiki tek odalı küçük caminin Prasyolu (Dörtyol) bir Rum yapıcı ustası tarafından eski caminin yerine yapıldığı söylenmektedir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, caminin kuzeybatı penceresinin üst başındaki üçgen alınlık içerisindeki Osmanlı Türkçesi ile yazılan 1925 yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Caminin avlusundaki eski sibyan okulunun yıkılmasından sonra belli bir süre hem okul, hem de ibadet amaçlarıyla kullanıldığı söylenmektedir. Pencere alınlıkları, mihrap ve minberde bulunan ay ile yıldız kabarmaları dikkat çekicidir.
BANAYA THEOTOKOS KİLİSESİ
Singrasi (Gölbaşı) köyünden ayrıldıktan sonra eskiden Trikomo adıyla bilinen şimdiki Yeni İskele’nin en eski kilisesi olan Banaya Theotokos kilisesine varıyorum. Bu kilisenin “Dünya Müzeler Haftası” etkinlikleri çerçevesinde 23.Mayıs.1991 tarihinde düzenlenen bir törenle “Yeni İskele İkon Müzesi” adıyla hizmete açıldığını anımsıyorum. Bu kilisenin sergileme çalışmalarında Mağusa Bölge Şube Amirliğine bağlı olan Turan Katırcıoğlu, Nusret Mahirel, Hakkı Nalbantoğlu ve Kazım Kortaç arkadaşlarımız görev almışlardı.
Önceleri burada, M.S VII. Yüyılda Salamis su kemerlerinin yapımında kullanılan moloz taşlarla yapılmış tek kubbeli küçük bir kilise vardı. Kilisenin güneydoğu köşesinde bulunan bir yazıtta kilisenin inşaat taşlarının Salamis su kemerlerine ait olduğu kaydını içermektedir. Şu anda mevcut kilisenin güneydoğu köşesi ilk inşa edilen kilise olup, M.S 1081-1185 yılları arasındaki Komnen döneminin ilk yarısına rastlayan M.S 1100 yılında inşa edilmişti. Küçük olan bu kilise, tek sahınlı, duvarları kemerli sağır nişli ve merkezi kubbe üst örtülüydü. Bizans imparatorluğuna özgü olan bu tür kiliseler o dönemden itibaren Kıbrıs’ta yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu kilisenin duvarları ile Kasım 1967 tarihinde sağır niş içinde tespit edilen orijinal duvar freskleri M.S XII. Yüzyılın ilk dönemine (M.S 1105/6) aittir. İsa’nın hayatı ile İncil’de anlatılan bazı konuları içeren freskler hayli yıprandıklarından 1966 yılında temizlenmişlerdir. Eski kilisenin kubbesinde (Cupola) Pandakrator İsa freski, çevresindeyse dizlerinin üzerine çökmüş durumda çok sayıda melekten oluşan bir grup vardır. Kompozisyon kıyamet gününü yansıtmaktadır. Freskin çevresinde Rumca olarak yazılan yazıda yaklaşık olarak şöyle denilmektedir: “Bu yükseklikten kiliseye girenlerin tümü görülmektedir. O, kiliseye gelenlerin ruhları ve kalplerini gözetlemektedir. Ölümlüler kıyamet günü yargılanmasından korkmalıdırlar”.
Güneydoğudaki ilk yapılan eski kilisenin kuzeydoğu ile kuzeyindeki apsitli sahın ise eski kiliseye M.S XIV-XV. Yüzyılda eklenirken, iki sahını birbirinden ayıran gotik kemerler de o sırada inşa edilmiştir. Tonozlu olan kilisenin merkezinde bulunan İsa freski bu döneme aittir. Çan kulesi ise kilisenin tamir edilmesi sırasında inşa edilmiştir. Kilisenin tamir edilmesi harcamalarının G. Koumides tarafından karşılandığı kuzey kapı girişindeki Ekim 1925 tarihli kitabede yazılı olduğundan, çan kulesinin yapım tarihi de belirlenmiş olmaktadır. Çan kulesinin cephesindeki oymalı mermer levhanın kilisenin orijinal ikonostasis korkuluğunun bir parçası olduğu öne sürülmektedir. Kuzey giriş kapısının üst başında üzerinde “İsa Peygamber kazanır” ibarelerinin kayıtlı olduğu 9.Şubat.1804 tarihli Christogram ise, kilisenin eski kuzeydoğu kapısının pencereye dönüştürülmesini ve onun biraz batısına şimdiki kuzey kapısının yapılmasını belgelemektedir.
YENİ İSKELE AYİOS YAKOVOS (Aziz James) KİLİSESİ
Yeni İskele’nin meydanında Turizm Enformasyon bürosu olarak kullanılan bu kilise kubbe üst örtülü minyatür bir yapıdır. M.S XIV-XV. Yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Bu azizin sağırları sağlıklarına kavuşturma gücüne sahip olduğuna inanılmaktadır.
Altınovalı rahmetlik Mehmet Aylanç’ın bilgime getirdiği rivayete göre, Agios Yakovos (Aziz James) adıyla bilinen bu kilise eskiden bir Rum köyü olan Ayios Yakovos (şimdiki Altınova) köyündeymiş. Ancak Rumların köyü terk etmelerinden sonra yıkılması üzerine taşları alınarak ayni plana göre Trikomo olarak bilinen şimdiki Yeni İskele’nin meydanına inşa edilmiş. Adı da değiştirilmediğinden Ayios Yakovos olarak bilenmeye devam etmiş. Kilisenin temel izleri şu anda bile Altınova köyünde duruyormuş. Köyün meydanındaki bu kilise daha sonraki yıllarda Kıbrıs’ı ziyaret eden Romanya kraliçesi Maria’yı çok etkilemiş. Bu nedenle bir benzerini özel olarak kullanmak amacıyla Karadeniz kıyısındaki sarayına inşa ettirmiş.
Önceleri kilisenin güney, kuzey ve batı duvarlarında birer kapı varken, daha sonraları kuzeydeki kapı kapatılmıştır. Kilisenin duvarları ile tonozlarındaki alçı içine gömülmüş olan porselen tabakların zamanın yerel stilinde imal edildiği bilgileri edinilmektedir. Kilisenin duvarları, kubbesi ve kemerlerini süsleyen freskler ise yıllar önce yıprandığından günümüze gelmemiştir. 1974 yılından önce kilisenin ikonostasisinde Giritli ikon ressamı Meletios’un imzasını taşıyan 1620 yılına ait iki ikon vardı. Biri İsa ile Vaftizci John (Yahya Peygamber), diğeri ise Meryem Ana ile tanrısal aziz John’u (St. John the Divine) resmetmekteydi. Çok değerli olan bu ikonların 1974 yılından sonra yurtdışına kaçırıldıkları, şimdi ise Zürih’teki özel bir koleksiyonda bulundukları bilgileri edinilmektedir.
MONARGA KİLİSESİ
Kantara kalesine, çoktandır uğramadığım Monarga yolundan gitmeyi daha uygun buluyorum. Eskiden karma bir köy olan Monarga’ya vardığımda, geçmiş yıllarda saptamış olduğum Ayia Paraskevi şapeli ile önündeki yel değirmenini ziyaret ediyorum. Bunların yapılış hikayelerini Monarga’nın yaşlılarından olan Hüseyin Monargalı’dan öğrenmiştim. Kilisenin yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor olmasına karşın, batı taraftaki kuzey köşesine kazınarak yazılan 1914 yılında yapılmış olduğu tahmin ediliyor. Eskiden damı merteklerle örtülüydü. Ancak çocuğu hiç olmayan Monargalı Andreas Zongrafu isimli Rumun mali katkılarıyla 1964 yılında üzeri tonoz yapılırken, kiliseye bir de çan kulesi inşa edilir. Ancak inşaat sürerken bu kişi vefat ettiğinden çan kulesine çan konamıyor. Kilisenin önündeki yel değirmenin ise 1956 yılında inşa edildiği bilgime getiriliyor.
YARKÖY – AYİOS İLİAS
Monarga’dan ayrıldıktan sonra eski ismi Ayios İlias olan şimdiki Yarköy’e ulaşınca, köydeki Ayios İlias kilisesini ziyaret ediyorum. Köyü ilk ziyaret ettiğimde cami olarak kullanılmaktaydı. Ancak 2000 yılında köye yeni bir cami yapıldığından bu kilise de diğer köy kiliseleri gibi kaderine terk edilmiş olur. Batı ve güney kapısı üzerindeki demir parmaklıklarda 1922 tarihi kayıtlıdır. Bu kilisenin eski bir kilise üzerine yapıldığı tahmin edilmektedir.
Devamı haftaya