Kapalı Maraş bögesinin bir bölümünün sivil yönetime devredileceğinin ilan edilmesi ve bu yönde bazı adımların atılması Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye’yi tehlikeli bir serüvene itmiştir.
Uluslararası düzeyde destekçisi olmayan, KıbrıslıTürk toplumu içerisinde de yaygın olarak sorgulanan bu girişim, bir dizi yanlış hesaplamanın tetiklediği hesapsız bir maceraperestliğin ürünü olarak karşımızda durmaktadır.
Uluslararası toplumun yaptırım sinyalleri vermesinden sonra oldukça tehlikeli ve yıkıcı sonuçları olacağı şimdiden anlaşılan bu girişimde hangi hatalar yapılmıştır?
1. Kapalı Maraş bölgesinin statüsü bilinçli ya da bilinçsiz olarak yanlış tanımlandı.
Bu bölgenin Yeşil Hat’tın kuzeyinde kalan herhangi bir bölgeden farksız olduğuna inanıldı.
O nedenle girilmesi sorun olmayacaktı!
Halbuki durum bu kadar basit değil.
Yeşil Hat’a bitişik askeri bir bölge olan Kapalı Maraş, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla ‘BM yönetimine devredilmesi gereken’ bir alandır.
Ayni şekilde, bu bölge, Yeşil Hat’ın kuzeyinde kalan diğer askeri bölgelerden de farklı bir statüye sahiptir.
Kapalı Maraş için BM yönetimi öngörülüyor, diğerleri için ise böyle bir karar yok.
2. BM Güvenlik Konseyi kararlarının bağlayıcı olmadığı varsayıldı.
Yine gerçeklikle uyuşmayan bir varsayımla karşı karşıyayız.
BM anayasasına göre her BM üyesi devlet, örgüte üye olduğu andan itibaren BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarını da peşinen kabullenmiş sayılır.
Yani Güvenlik Konseyi kararları KKTC için değil ama TC için bağlayıcıdır.
Örneğin 15 Kasım 1983’te ilan edilmesinden sonra, BM Güvenlik Konseyi, üye devletlerin KKTC’yi tanımaması çağrısı yapmıştı.
Yaptırım tehdidi olmamasına rağmen, Türkiye hariç tüm üye devletler bu karara uymuştu.
3. BM Güvenlik Konseyi’nin sadece kınama kararı alabileceği ama bu kararların zorlayıcı bir yanı olamayacağı varsayıldı.
BM Güvenlik konseyi kararları ancak Güvenlik Konseyi karar verirse, zorlayıcı önlemlere başvurularak uyygulanır.
Burası gerçek.
Yani her karar otomatik olarak zorlayıcı önlemler (yaptırımlar) eşliğinde uygulanmaz.
Ama bu konuda da unutulan ya da unutturulmaya çalışılan bir boyut vardır.
BM GK kararlarının uygulanması için ille de Güvenlik Konseyinin yaptırım kararı almasına gerek yoktur.
Çünkü bazı devletler, bu kararların uygulanması için zorlayıcı tedbirler alabilir.
Böyle bir tepki de BM sistemi içinde meşru kabul edilmektedir.
İşte AB’nin, kapalı Maraş açılımı ve iki devletli çözümü dayatma girişimi sonucunda Türkiye’ye karşı ilan ettiği yaptırım tehdidinin yasal zemini BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs ve Kapalı Maraş’la ilgili kararlarıdır.
4. Özel mülkiyet haklarının tanınacağının ilan edilmesi sayesinde Kapalı Maraş’a girilmesinin mümkün olacağı varsayıldı.
Böylece, bölge yönetimi sivil idareye sessiz sedasız devredilecek ve uluslararası toplumun tepkisi etkisiz hale getirilecekti.
Ama bu beklentinin gerçekleşmeyeceği, böyle bir varsayımın yanlış olduğu, daha girişim yapılmadan anlaşılmıştı.
BM GK, Kapalı Maraş’ta sahil şeridi ve bazı kamusal alanlara girilmesini de 550 ve 789 sayılı kararlarına aykırı olduğunu ilan etti.
Ama hala anlamamakta ısrar edenler olduğu da açıktır.
5. BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la ilgili kararlarının tek yanlı eylemlerle değiştirilebileceği varsayıldı.
BM Güvenlik Konseyi, ilgili kararlarını değiştirmek yerine, daha da güçlendiriyor ve AB gibi aktörlerin, yaptırımlar aracılığıyla devreye girmesinin yolunu açıyor.
Halbuki, bu kararların ancak iki toplumun uzlaşmasıyla ve uluslararası hukuk çerçevesinde değiştirilebileceğini anlamak hiç de zor değildir.
Bu yanlış varsayıma kapılanlar, acaba iki devletli çözüm ve Kapalı Maraş açılımı nedeniyle atılan adımların geri alınmasını talep BM GK kararlarındaki yeni nüans farklarını anlıyor mu?
6. Kapalı Maraş’ın KKTC’nin egemenliği altında olduğu varsayılarak, burada atılacak adımlara hiç kimsenin karışamayacağı varsayıldı.
Uluslararası toplum, Türkiye ve KıbrıslıTürk liderliğinin neredeyse her dönemde yaptığı hatalar nedeniyle, kuzeydeki yönetimi Türkiye’nin bir alt yönetim birimi olarak tanımlamaktadır.
Bırakınız Kapalı Maraş bölgesini, Yesil Hat’tın kuzeyinin tümü Türkiye’nin askeri, siyasi ve iktisadi kontrolu altında bir alan olarak tanımlanıyor.
Bililindiği gibi, gerek toplumlararası müzakerelerde varılan uzlaşmalarda ve gerekse BM Güvenlik Konseyi kararlarında ifade edildiği gibi, bu bölge, müstakbel Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiili bir bölgesi durumundadir.
AB hukuku açısından ise, Yeşil Hat’tın kuzeyi için çok açık bir tanımlama vardır: AB yasa ve kurallarının askıda bulunduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait ama KC’nin etkin denetimi dışında bir bölge!
Halbuki, uluslararası hukuku temel alan, ayrılıkçılığı dışlayan bir yaklaşım benimsenip BM GK kararlarında tarif edilen federal Kıbrıs hedefiyle uyumlu adımlar atılmış olsaydı, Kıbrıs sorununa rağmen, KıbrıslıTürk toplumu alt yönetimin tebaası olmaktan çıkıp egemenliğin parçası olabilirdi.
O zaman, zaten Kapalı Maraş’a girme planları da yapmamıza gerek kalmazdı!
7. Bazı KıbrıslıRumlar’ın Kapalı Maraş’taki özel mülklerine geri dönmesiyle bu bölgenin statüsünün değişebileceği varsayılıyor.
Bu varsayım da siyasi ve hukuki gerçeklerle çatışıyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin sayın Erdoğan’a veya sayın Tatar’a hitaben ‘Kıbrıslı Rumlara evlerinin anahtarını verin, o bölgeyi de siz yönetin’ demediğini herkes biliyor.
8. Kapalı Maraş zaten Evkaf malıdır, mal iadesi yapmadan da bu bölgeye sahip olunabileceği varsayılıyor.
Her ne kadar da hem sayın Erdoğan hem de sayın Tatar 20 Temmuz açıklamalarında bu konuyu hasıraltı etmiş olsalar da, bu yaklaşımdan tamamıyla vazgeçildiği söylenemez.
1960 tapu belgelerini reddetme, yani bindiği dalı kesme anlamına gelecek olan böyle bir yaklaşım büyük belalara gebedir!
9. Kapalı Maraş’a KıbrıslıRumlar yerleşirse onları biz yönetebiliriz ve böylece KKTC tanınır varsayılıyor.
Bu varsayımın ne kadar gerçekçi olduğunu anlamak için Kıbrıs’ın kuzeyinin nasıl yönetildiğine bakmamız gerekiyor.
İşte o zaman bunun garip bir beklenti olduğu anlaşılacaktır.
Bir de daha büyük ve daha tehlikeli bir varsayım var:
Kapalı Maraş’a Taşınmaz Mal Komisyonu’yla girer, her istediğimizi yaparız!
Bu konuyu değerli hukukçu Mehmet Öner Ekinci’yle konuştuk.
Hem Sayın Ekinci’nin değerli görüşlerini hem de Dr. Okan Dağlı’nın gözlem ve yorumlarını da içerecek olan gelecek haftanın Salamis Tartışmaları köşesinde, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun konuyla ilgisini ele alacağız.