Kapana Kısılma Hali ve Entellektüel

Kapana Kısılma Hali ve Entellektüel


Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com

Kıbrıs’ın kuzeyi, kendine özgü koşulları yanında evrensel politikanın sorunlarının da içiçe geçtiği ilginç bir coğrafyayı temsil eder. Her siyasi coğrafyanın kendine özgü koşullarının doğal olarak özel siyasi sonuçlar yarattığı gerçeği Kıbrıs’ın kuzeyi için de geçerlidir ve bu bağlamda ardısıra çeşitli nedenler ortaya konulabilir. Bu yazıda, bugünler itibarıyla geçerliliğini koruyan, siyasal-toplumsal reflekslere yansıdığını düşündüğüm önemli bir sorunumuzdan, ‘kapana kısılma halinden’, söz etmek istiyorum.
Öncelikle şu hususu belirtmekte yarar var: ‘Kapana kısılma halinden’; hedeflenen ideallerden vazgeçildiği ya da birşeylerin kaybedildiği anlamı çıkarılmaması gerektiği gibi, böylesi durumlarda sorunları bir çırpıda aşacak tepeden inme hazır bir reçetenin bulunmadığının da bilinmesi gerektiğidir. Bu aşamada siyasal bağlamda ortak bir hedefte uzlaşamamak, hareket noktasını yakalayacak momentumu oluşturamamak, bu dönüşümü taşıyacak alternatif yapıyı veya lider kadroyu tespit edememiş olmak ‘kapana kısılma halinin’ arka planını teşkil eden faktörler olarak kabul edilebilir. Bugüne dair durumu daha da karmaşık bir hale getiren sebeplerden bir tanesi de; zıtlar arasında var olan çelişkinin yanı sıra, aynılar –ya da aynı olduklarını iddia edenler- arasında da bir çelişkinin yaşanıyor olmasıdır. Bunlara ilave olarak politik örgütlerin, teknokratik bir algıya teslim olmaları da, çözüm üretme veya alternatif yaratma potansiyellerini büyük ölçüde engellemektedir. Siyasetin bir yönetişim meselesi olarak algılanması siyasi örgütlerin dinamik bir dönüştürücü kuvvet olmak yerine son kertede kuru bir kalabalık haline gelmesine sebep olmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında ‘kapana kısılma halinin’ üstesinden gelebilmek için eldeki araçlarla amaçların ayrımının yapılması ve nihai amaca yönelik cesaretli adımların atılması önem kazanmaktadır.
Bu noktada daha anlaşılır olmak için ‘kapana kısılma halini’ sorular sorarak daha bir somutlaştırmayı deneyelim. Lefkoşa’da aylardır yaşanan belediye krizinin çözülmesi ve normal bir yerel yönetim anlayışıyla yeniden yapılandırılması mümkün mü? Bahsi geçen bol sıfırlı rakamların ödenmesi ile işçilerin çalışma ve iş güvenliklerinin eş zamanlı olarak sağlanması gerçekten mümkün olacak mı? İktidar partisi kurultayı sonrasında ortaya çıkan ara emri kararına saygı göstermeyen Başbakan İrsen Küçük yönetiminin sürdürülmesi durumunda politik olarak alternatif üretmek mümkün mü? Siyasi vesayete karşı direnebilecek bir siyasi oluşum ve kitlelerde böyle bir bilinç var mı? Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili kalıcı adımlar atılmadan Kıbrıslıtürklerin gelecek kaygılarının üstesinden gelmek mümkün mü? Hızla artan ekonomik sorunların önüne geçebilmek mevcut şartlar altında mümkün olabilir mi?
Kabul edelim ki, mevcut şartlar altında, bu soruların hiçbirine yapıcı ve sürdürebilir alternatif oluşturacak kapsamda bir yanıt vermek mümkün değildir ve kanımca bu da ‘kapana kısılma halini’ ifade etmektedir. Mevcut alternatifsizliğin en büyük gerekçelerinden birisi henüz örgütlerin duygusal tepkiler veya sloganvari söylemler dışında, içi dolu argümanlara sahip, ikna edici ve sistematik çözüm önerileri ortaya koyamamalarıdır. Üstelik mesele sadece bu çözüm önerilerinin ‘cepte olduğunu iddia etmek’ veya ‘dolapta beklediğini söylemek’ de değildir. Mesele, bahsi geçen adımların arkasında durarak alternatif siyaseti sözün ötesinde savunabilmektir. Mesele, ortaya konulan alternatiflerle ikna edici olabilmektir. Ben ancak ikna edici, sürdürülebilir ve içi dolu argümanlarla oluşturulacak bir siyasetle ileriye adım atılması halinde, en başta belirttiğim ‘kapana kısılma halinin’ ağırlığından kurtulmanın mümkün olacağını düşünüyorum.
Bu noktada problemi sadece siyasi oluşumların üstüne yıkmak da yeterli değildir. Bunun yanında bir soru daha sorulmalıdır. Yaşanan bu ‘kapana kısılma halinde’ sorumluluk sadece siyasi oluşumlara mı aittir? Yönetici veya yönetilen grupların, entelektüel kadroların, işçilerin, ücretlilerin, ötekilerin veya dışlanmışların yapması gereken hiçbir şey yok mu? Siyasetin ahlâki olarak yozlaşmasına, sadece ‘küfürle karışık’ bir tepki vermek yeterli olur mu?
Sanırım burada siyaseten en ciddi çelişki ortaya çıkıyor: Yaşanan bu ‘kapana kısılma halinin’ tek sorumlusu milletvekilleri, bakanlar, siyasi partiler, ve de belediye başkanları değildir. Neyin genel anlamda doğru neyin de yanlış olduğunu ortalama zekâya sahip herkes tarafından görülebiliyorken ve yapılan yanlışlar uluorta deklere ediliyorken, yapılan hataların tekrarlanmasını, kendi adıma, toplumun kalabalık bir bölümünün kişisel küçük hesaplarından kurtulmadığının bir kanıtı olarak görüyorum.
Kendimizi anlatırken karşıdakini de anlamaya dayalı katılımcı, demokratik ve eşitlikçi pratiklerin sahiplenilmesi ile ‘kapana kısılma halinden’ kurtulmanın mümkün olacağına inanıyorum. Hem ekonomik hem de siyasi olarak üstte belirtilen üç normatif ilkenin eş zamanlı olarak içselleştirilmesi, insanların toplumsal statüsü, cinsiyeti ya da milliyetine bakılmaksızın geleceğe dönük anlamlı bir siyasetin oluşturulmasını mümkün kılacak potansiyeli yaratacaktır.
Bu noktada, ‘kapana sıkışmış olma halinden’ kurtulmanın ve bu dönüşümün yaşanması için etkili bir politika oluşturması için ‘entelektüellerin’ de aktif olarak sürece katkı koyması son derece gereklidir. Burada ‘entelektüel’ kavramanı kullanırken ne elitist bir yaklaşım ortaya koymak istiyorum, ne de yaygın olarak olumsuz bir manada kullanılan fildişi kulesinde halktan kopmuş kişilerden bahsediyorum.
Gramsci ‘bütün insanlar entelektüeldir, ama toplumda herkes entelektüel işlevini görmez’ iddasında bulunbulunur.[i] O, geleneksel ve organik entelektüeller biçimindeki ayrımı yaparken aslında akademik kadro olarak görülen entelektüellerin yanında mühendis, teknisyen, borsacı, politik uzman, araştırmacı, gazeteci vs… gibi her meslek alanından insanların da entelektüel olarak görülmesi gerektiğini ortaya koyar. Bunun yanında, benim bakış açıma göre daha tatmin edici bir biçimde entelektüelin tanımını Edward Said yapar.
Said’e göre entelektüelin “hangi partiye yakınlık duyarsa duysun, hangi ülkeden gelirse gelsin ve kendini aslen neye bağlı hissederse hissetsin, insanların çektiği acılar ve yaşadığı baskılar konusunda belli doğruluk standartlarından şaşmaması gerekir”.[ii] Buna göre aslında entelektüel kimdir sorusunun yerine, soruyu entelektüel kim değildir? diye sormak gerekir. Bunu yine Said’in sözlerinden alıntı yaparak ortaya koyabilirim. Ona göre “nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şövenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etme”[iii] gibi davranışlar entelektüelin varlığına kuşku düşürür. Bunun tersine entelektüeller “şövenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsvettelerini ve sınıfsal, ırksal ve cinsel imtiyazları sorgulayan kişiler olmalıdırlar.”[iv]
Said entelektüeli tanımlarken ayrıca genel olarak Avrupa’da neoliberal kriz ekseninde oluşturulan yeni yönetimsel algıya, özel olarak da Kıbrıs’ın kuzeyindeki teknokrasi fetişizmine karşı rahatlıkla kurgulayacağımız son derece önemli bir noktaya değinir.
Şöyle ki entelektüel, “ne yumuşak yüzlü bir teknisyen (…) ne de zamanını naletlik yapmakta haklı ama sözüne kimse kulak vermeyen biri” olarak geçirmelidir.[v] Bu yüzden de belki de en genel anlamda entelektüeli “iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan biri olarak” nitelendirebiliriz.[vi]
Burada entelektüelden kastedilen alışılmışın aksine soran ve sorgulayan, normatif belli değerlere saygı gösteren, mesleği, ekonomik sınıfı, milliyeti ve cinsiyeti farketmeyen geniş bir kitledir. Bu kitlenin ciddi bir dönüştürücü gücü vardır. Bu kitlelerin kendilerini karşısındakilere anlatması ve eş derecede anlaşılması ile birlikte: katılımcı, demokratik ve eşitlikçi pratikleri yaşama geçirebilmesi ve bunu içselleştirmesiyle ‘kapana sıkışma halinden’ kurtuluş mümkün hale gelebilir.
Peki ye geriye kalanlar? Ya da Said’in anlatımıyla nabza göre şerbet verenler, konuşulması gereken yerde susanlar, şövenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet edenlere ne olacak? Bırakın onları da tarih yargılasın demek isterdim ama kadercilik yapmanın kimseye bir fayda sağlayacağına inanmıyorum. Bana göre tüm bunlar zaten toplumun ‘kapana sıkışma haline’ sebep olan, statükonun bertaraf edilmesine karşı olan tarafı temsil ediyor. Tarihin yargılaycağı günü bekleyene kadar onların gamsız davranışlarının oluşturduğu rahatsızlığı taşımak yerine, ses çıkarıp iktidara ve alternatif üretmeden iktidar seviciliği yapanlara doğruları haykırarak rahatsız etmenin de, ‘kapana sıkışma halinin’ üstesinden gelmenin bir yöntemi olduğu unutulmamalıdır.

 

***


[i] Antonio Gramsci, The Prison Notebooks: Selections, Londra: Lavvrence and Wishart, 1973.
[ii] Edward Said, Entellektüel, Ankara: Ayrıntı Yayınları, 1995. S:17
[iii] ibid s.17
[iv] ibid s.18
[v] ibid s.70
[vi] ibid s.82-95

***

Bu yazı 12.02.2012 tarihinde Gaile Dergisi’nde yayınlanmıştır

Dergiler Haberleri