Kıbrıs sorunu tarihinde, her zaman hatırlanacak bir yıldönümüdür 23 Nisan.
2003 yılının Mart ayında Lahey’de, Kıbrıslı Türkler’in çözüm ve Avrupa Birliği hayallerine bir darbe daha indiren Denktaş’ın giderek artırmakta olduğu öfkenin ‘gazını alacak’ somut bir adıma ihtiyaç vardı ve kapalı kapılar ardında yapılan bir takım hesapların ardından Bakanlar Kurulu, ani ve seri bir kararla kuzey ve güney arasında günübirlik geçişleri serbest bıraktı.
29 yıl boyunca birbirinden izole edilen Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar, 23 Nisan günü Ledra Palace barikatının yaya geçişlerine açılmasıyla yeni bir deneyimi paylaşmaya başladı.
O günden itibaren geçen 11 yılda, karşılıklı geçişlerin yapılabildiği kapı sayısı 7’ye ulaştı.
Bugün toplamda 20 milyonu aşkın geçiş işleminden söz etmek mümkün.
Peki karşılıklı geçişler, siyasi ya da ekonomik etkileri bir yana, toplumların birebir etkileşimi bağlamında bize ne kazandırdı?
29 yıl boyunca birbiriyle hiç temas etmeyen iki toplum...
Ötekilere dair son anıları, savaşın kötülükleri!
Ve hatta 1974 sonrasında doğanların neredeyse tamamı, hayatları boyunca tek bir Kıbrıslı Rum/Kıbrıslı Türk görmemiş...
Sınırın öte yanı, pek çok insan için tam bir korku imparatorluğu.
‘Öbür’ tarafa geçmek var ama peki ya bunun geri dönüşü?
‘Geri dönememe’ ihtimali ya da en azından ‘başımıza kötü bir iş gelir’ korkusu, o kadar çok insanın aklının bir kenarını kemiriyor ki!
Karşılıklı geçişler, iki toplum arasında 29 yıl boyunca ilmik ilmik örülen tabuları bir miktar ortadan kaldırdı.
O günün ‘büyük’ korkuları bugün artık daha az düzeyde.
Ama ya gerçek bir toplumsal yakınlaşma?
İnsanların ‘öcü’ zannettiklerinin aslında ‘öcü olmadığını’ nispeten öğrenmiş olması, bir devlet çatısı altında gerçek anlamda bir uzlaşı kültürüyle yaşama arzusunu geliştirmeleri adına yeterli mi?
Kapıların açılması, bu denli etkili sonuçlar yaratabildi mi?
Maalesef, bu denli büyük dönüşümlerden bahsetmek pek mümkün değil.
Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların işbirliğini başardığı alanlar, esasen sivil inisiyatiflerin girişimleri ve ısrarlı çabalarıyla sınırlı.
Oysa daha geniş çaplı bir uzlaşı kültürünün yerleşebilmesi için, hükümetlerin ya da liderliklerin bu amaca hizmet edecek politikalarına ihtiyaç var.
Fiziksel ortamı kısmen de olsa elverişli hale getirmek, toplumların birbirini tanıması ve anlaması ve de bunun sonucu olarak ortak bir gelecek tahayyül edebilmesi için yeterli değil.
Her şeyi bırakın bir kenara, sabah okulda Rumların ye da Türklerin ‘fenalıklarını’ öğrenen bir çocuğun, aynı akşam bir Rum ya da Türk ile aynı markette yan yana alışveriş yapması, ne kadar dürüst ve ne kadar samimi bir ilişki inşa edebilir ki?
Devletler üzerlerine düşeni etkin biçimde yapmadıkları sürece, bireysel girişimlerin o veya bu nedenle başarısız olduğu örneklerden, toplumların birbirlerine yönelik bakış ve davranışlarına ilişkin sonuçlar çıkarmak, işin kolayına kaçmaktır.
24 Nisan referandumunun 10’uncu yıldönümü olan bugünü, 23 Nisan açılımının 11’inci yıldönümü olan dünün etki ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirmekte ve ‘eksiklikleri’ doğru tespit etmekte fayda var.