ÇOCUK GÖZÜMDE KIBRIS VE ANILAR -27-
Erdinç Gündüz
21 Aralık’tan başlayarak, Lefkoşa’nın Türk bölgesine giriş-çıkış, sadece Mağusa kapısından ve ama Rumların çok sıkı kontrolü ile mümkündü. Giriş de çıkış da bir işkence gibiydi Türkler için. Sıkı yoklama da vardı. Türk bölgesine ambargo uygulanıyordu. Elektronik her türlü malzemeden, her türlü inşaat malzemesine kadar her şeyin Türk kesimine geçirilmesi yasaktı. Ama ne olduysa oldu. Rum Yönetimi, ‘hapishanenin’ kapılarını açmaya karar vermişti. Türk’ün Lefkoşa’nın Türk kesiminden çıkması artık mümkündü ama buna karşın Rum’un Türk kesimlerine girmesine Türk Yönetimi hala izin vermiyordu.
Kapıların açılmasıyla birlikte, kısa süre içinde traji-komik durumlar ortaya çıkmıştı. Rum tarafında işleyip para kazanmaya çalışan, geceleri ise Mücahit üniformasını sırtına geçirip, nöbete girenler mi istersiniz; izin günlerini Rum tarafında geçirip yatma saatinde birliğine dönenler mi istersiniz; Rum dostları ile buluşup gecesini meyhanelerde geçirip, sonra Bölüğüne dönenler mi istersiniz... Akla gelebilecek her şey vardı.
***
Ben de, izin günlerimin ve saatlerimin önemli bölümünü Lefkoşa’nın Rum tarafında geçirmeye başlamıştım. İngiliz Okulu’nu hiç unutmamıştım. Bu nedenle ilk geçişimde İngiliz Okulu’na koşmuştum hemen. Niyetim, anılarımı canlandırmak ve hatta geçen süre içinde –eğer kalmışsa- bazı öğretmenlerimi de ziyaret etmekti. Okulun geniş arazisi içinde turladım bir süre. Ama binadan içeriye girmeye cesaret edemedim nedense.
Eğitimler ve nöbetler dışında, boş saatlerimizde Rum tarafındaki sinemalara, kafelere hatta geç saatlerde diskolara gitmek nerdeyse alışkanlık haline gelmişti. Doğrusu, gittiğimiz yerlerde pek de yabancılık çekmiyorduk. Çevredeki Rumlar bize, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı.
***
Mevzilerde de garip şeyler yaşanmaktaydı. Özellikle yakın olanlarda. Her iki nöbetçi de mevzi dışına çıkıyor, yarı İngilizce, yarı Rumca yarı Türkçe karşılıklı sohbet ediyorlar hediye takası yapıyorlardı. Örneğin, Mücahit Rum’a Bel Kola, Rum da Türk’e Coca Cola ikram ediyordu.
20. Bölük- 3.Tk. da – ki biz buraya ‘Magarına’ derdik- yasak olmasına karşın, bu tip alış-verişlerin, sohbetlerin sıkça olduğu bir yerdi. Çünkü Türk mevzileri ile Rum mevzilerini sadece daracık Kanlıdere ayırıyordu. Birbirlerine çok yakındılar. En çok 20 metre genişliğindeki Kanlı Dere’nin bir yakasında Rum mevzileri diğer yakasında da Türk mevzileri yer alıyordu. Mevziden mevziye sohbetler, dere kenarında alış verişlere, yüzyüze sohbetlere dönüşmüştü. Yasaklanmıştı ama yasağı takan yoktu.
İşin bir başka çok ilginç tarafı daha vardı. Gündüz saatlerinde gerçekleşen tatlı sohbetler, geceleri yerini küfürlere ve bazen de karşılıklı atılan taşlara bırakmaktaydı.
***
Rum tarafındaki sinemalarda güzel ve yeni filmler vardı. Sıkça sinemaya giderdik arkadaşlarla. Bir gece Ongun, (20 Temmuz Şehidi) “Diane 4 Sineması’nda ‘Battle Of Britain’ oynuyor, gidelim” dedi. Gittik. Film başlamazdan hemen önce yerimize yeni oturmuştuk ki yan taraftan birileri seslendi. Dönüp baktım, tanımadım. Ongun’a “Sana mı sesleniyorlar” dedim, “Hayır, tanımam” dedi.
Film başladı. Uzun bir filmdi. Birinci arada Ongun, “Gel çıkalım ben bir sigara içeyim” dedi. Çıktık. O sigarasını ben de kolamı içerken, az önce bize seslenen üç Rum genci yaklaştı. Biri bana “Bizi tanımadın mı?” diye sordu. “Özür dilerim, tanımadım. İngiliz Okulundan mı tanışıyoruz?” dedim. “Hayııırrrr....Biz, ‘Dere’ yanındaki mevzideniz. Sen de karşı mevzide değil misin?” demez mi..... Ongun da ben de çok şaşırmıştık. Söyleyecek birşey bulamıyorduk. “Evet” demek zorunda kaldım sonunda. Ayak üstü sohbet etmeye başladık.
“Bizim terhis olmamıza üç ay kaldı”...
“Ben daha birkaç ay daha oralardayım”...
“İzinleriniz nasıl”...
“Çok sıkıntı var”...,
“Bizde de öyle”...,
Eğitimler, silahlar... v.s. v.s. v.s.
Tam o sırada filmin başlayacağı uyarısı geldi ve ayrıldık. Sinemadan çıktıktan sonra, bütün gece bunu konuştuk Ongun’la.....
Ne saçma sapan bir savaştı bu bizimkisi... Dünyanın bir başka yerinde benzeri bir durumla karşılaşılabilir miydi?