Onu 25 yıl önce öğrenciyken de, şimdi de 'sahtekârlık' yaparken yakalayan tarih öğretmenine şöyle söyler seçimde adaylığa soyunan, paraya para demeyen genç adam:
- Siz ilkelerden söz ediyorsunuz hocam, ama bakın etrafınıza... Kaç kişinin umurunda ilkeli olmak? Kim umursuyor erdemi, ahlakı? Bakın, çok zenginim ve seçimi de muhakkak kazanacağım.
Sözün burasında yaşlı profesör bir şey söylemez.
Tam bu sırada zengin adamın ilkokul çağındaki oğlu kapıdan içeriye girer. Meğer bütün konuşulanları duymuştur!
Babası arkasından çağırır, ama o dönüp bakmaz bile...
Öğrenciyken ve sonraki yaşamında hep başkasının emeğini çalarak, ailesinin forsunu kullanarak 'başarılı' olan babasının yüzüne görmek istemez çocuk!..
Oysa şimdi oğlunun gözünden düşen adam da hep lüks içinde ve önemli sıfatlarla el üstünde tutularak yaşam süren babası için benzer duygular besleyerek büyümüş, onu sevememiş, yakınlaşamamış, babasıyla gurur duyamamıştı.
Şimdi onun oğlu da çocuk aklıyla babası hakkında hayal kırıklığı yaşamaya başlamıştı, ancak bu durum onun için sorun değildi.
25 sene önce oğlunun derslere ilgisizliğini anlatıp uyarmak isteyen tarih profesörüne senatör babası şöyle demişti:
- Siz bir öğretmensiniz. Oğluma bilgiler verebilirsiniz. Sizin işiniz öğretmek. Onun karakterini şekillendirmek değil. Karakterini ben şekillendiririm, siz değil!..
Konuşma orada bitmiş, buna rağmen öğretmen okulda o çocukla özel olarak ilgilenmeyi sürdürmüş, onun düzgün bir kişiliğe doğru yol aldığını sanmış, hatta bir başka öğrencisinin notunu aşağıya çekip onu daha başarılı göstermiş ve bu durum içini acıtsa da günün sonunda işe yaramamıştı.
Buna rağmen ilkeli, erdemli ve ahlaklı olmayı öğreten tarih hocası, diğer öğrencilerinin çizdiği yolda ilerlediklerini görmüş, emekli olmasına rağmen tekrar okula dönüp 'insan' yetiştirmeye devam kararı almıştı.
2002 yapımı "İmparatorlar Kulübü" filmine denk geldim dün televizyonda...
25 sene, belki de daha uzun süre önce İzmir'de öğrenciyken sinemada seyrettiğim "Ölü Ozanlar Derneği" kadar etkileyici, eğitimin 'insan' yetiştirmedeki önemine vurgu yapan, mesajlarla dolu, prodüksiyon ve oyunculuk bakımından da harika bir filmdi...
Ailenin ve öğretmenin insan yaşamındaki rolünü tartışırken, kuşkusuz herkese kendi kendini sorgulama fırsatı da veriyor böylesi eserler...
"Ben nasıl bir öğretmenim?"
"Ben nasıl bir anneyim"
"Nasıl bir babayım?"
Çok sık sorguluyor mudur acaba herkes kendi davranış biçimini?
Yetiştirdiğimiz çocuklara neleri veriyoruz acaba, bilerek yahut bilmeden, fark etmeden?
Emek veriyoruz, saçımızı süpürge ediyoruz, yemiyor yediriyor, içmiyor içiriyoruz, okumaları için, bilgilenmeleri için, diploma almaları için, sosyalleşmeleri için, mutlu olmaları için, güzel görünmeleri ve hissetmeleri için aklımızın kestiği, etraftan bize öğretildiği, imkânlarımızı zorlayarak da çoğu zaman, ne gerekiyorsa yapıyoruz.
Öyle değil mi?
Sahi, öyle mi?
Kapının arkasından çıkıverse çocuk ve yüz yüze gelseniz birden...
O 'yüzleşme' anında, çocuk başını çevirip arkasına bakmadan yürüse...
Umurunuzda olur mu bu?
Aynada kendi yüzünüze bakmak ve muhasebe yapmak gibi bir davranış biçiminiz yoksa eğer, çocuk yüzünüze bakmış bakmamış, farketmez hiç!
İlkeler, erdem ve ahlak pek de işe yaramaz aslında, 'başarılı', 'zengin', 'unvan sahibi' olmak bakımından...
Hatta sistem sizi bunlarsız yaşamaya, bunlardan uzak durmaya, tam tersini yapmaya iter adeta...
Başkasının sırtına basarak yükselmek, birilerinin emeğini çalarak semirmek, 'enayi' tabir edilenlerin arasından 'sivri zekâlı' olarak sıyrılmak, en yakınındakine bile kazık atmak, altını oymak, arkasından konuşmak...
Çocuk kapının arkasında, dikkatli olun!
Yüzünüz kızarmayacak olsa da...