Uygar Erdim
Bir süper kahraman filmi mi?
Genellikle bu filmi başkalarına tavsiye ettiğim zaman duyduğum ilk soru bu olmuştur. Aslında bir bakıma da öyle. Süperliği ve kahramanlığı nasıl algıladığınıza bağlı. Yazının başlığı ‘günümüz dünyasında süper kahraman nasıl olunur’ şeklinde de yazılabilirdi. Eğer gerçekten bir süper kahraman günümüzde aniden türeyiverseydi, en başta belli başlı devletler tarafından tehlike barındırdığı gerekçesi ile ‘terörist’ ilan edilmesi oldukça mümkün bir durum olurdu. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu yazı bir film eleştirisi değildir. Fakat filmin ele aldığı konular artık sorulması gereken sorular olmaktan ziyade, sormadan edemediğimiz sorulardır. Dünyaya para kazanmak amacıyla mı geldik? Şu an olduğumuz yer doğru yer mi? Paraya ihtiyaç duymadan veya maaşa bağımlı olmadan yaşamak mümkün mü? Toplumdan ne kadar uzak kalabiliriz? Matt Ross’un yönettiği film, hem parasal ekonomi sistemine, hem eğitim hem de inanç sistemlerine bir nevi karşı duruş bayrağı açıyor. Bir çift, modern dünyanın sorunlu yaşamından uzaklaşmak ister ve herşeyi geride bırakıp çocuklarıyla beraber ormanda yaşamaya başlarlar. Yanlarına bir sürü kitap alırlar ve çocuklarının aynı zamanda öğretmenleri de olurlar. Çok gerekmedikçe şehire gitmezler. Çocuklar doğadan kopuk değil, onun bir parçası olarak büyürler. Aslında gerekli herşeyi doğa bize zaten bedava veriyordur. O yüzden zaten bize verilmiş olan birşeyi kendi tekellerine geçirip insanlara tekrar satma fikrine ailecek karşı dururlar. Ailenin sekiz yaşındaki en küçük üyesi (Zaja*[1]) bile öğrendiği şeyleri sadece kitaptan okuduğu gibi ezberleyerek değil ama onları değerlendirmeyi de öğrenmiştir. Bu da bugün okullarda verilen eğitimi sorgulamamıza neden olmaktadır. Gerçekten, bugün çocuklar, okullarda kendilerine verilen eğitimden ne kadar yararlanabilmektedirler? Sadece okumuş olmakla öğrenilmiş olunur mu? Peki okuduğunu sorgulamayı nasıl öğrenecekler? Bu durumda ebeveynlere de büyük görev düşmektedir. Filmde, kaptan fantastik (Viggo Mortensen), özellikle bazı anne babaların kolay kabul edemeyeceği yöntemlerle çocukları yetiştirmektedir. Ona göre doğa, hayatın kendisinin en iyi öğrenileceği yerdir. Günlük eğitim programı arasında ormanda koşu yapmak, dövüş sanatları öğrenmek, ok atmak ve bıçak kullanmak, avlanmak, meditasyon yapmak gibi faaliyetler vardır. Zorlu geçen bir dağcılık eğitimi sırasında yağmur yağar ve birçok insanın yapacağının aksine ailecek yağmur altında durup ıslanırlar. Ormanın içinde kendilerinin yaptıkları evde televizyonları yoktur. Bu da hayatlarında bir eksiklik gibi durmamaktadır. Noam Chomsky (ki filmde de sıkça adı geçmektedir), “medyanın rızanın imalatında önemli bir rol oynadığını ve medya içeriğinin egemen sınıf tarafından yönlendirildiğini söylemektedir.[2]” Geceleri, ailecek toplu kitap okuma alışkanlıkları vardır. Sadece okumakla kalmazlar ve okuduklarını kendi aralarında tartışırlar. Baba, yani kaptan fantastik, sorduğu sorularla çocuklarının analiz edebilme yeteneklerine katkıda bulunmaya çalışır. Mesela bir konu hakkında sadece ‘ilginç’ yorumunda bulunulması yeterli bulunmamaktadır. ‘İlginç’ aile içerisinde yasaklı bir kelimedir. Birçok aile için cevaplaması zor cinsel içerikli soruları, baba dürüstçe ve gayet sıradan bir sohbet edermişcesine cevaplar. Aile içerisinde herkes istediği dine inanmakta özgürdür. Filmin hikayesi de bir bakıma inanç özgürlüğü çerçevesinde başlıyor. Leslie’nin (anne) bipolar bozukluğu vardır ve bir gün kendi hayatına son verir. Bıraktığı son mektupta, budist geleneklerine uygun olarak bedeninin yakılmasını ve küllerinin savrulmasını ister. Ancak, anne babası tarafından hristiyan geleneklerine uygun olarak gömülmesi için bir cenaze töreni düzenlenir. Bunun üzerine, baba ve çocuklar otobüslerine atlayıp şehre giderler. Bu noktada modern hayat ve doğadaki hayat arasındaki farklılıkları onların gözlerinden görürüz. Çocuklar, bilgi ve beceri konusunda okulda yetişen diğer çocuklara göre daha ileri düzeydeyseler bile, toplum içinde kendilerini farklı ve yabancılaşmış gibi hissederler. Mesela kaptan fantastik, annelerinin nasıl öldüğü gerçeğini saklamadan çocuklarına olduğu gibi anlatırken, bir yemekte kızkardeşinin kocası, Leslie’nin hastalığı sonucu öldüğünü söyler ve bunu söylerken de oldukça zorlanır. Bu noktada kim haklı kim haksız izleyicinin kararına bırakılıyor. Film, zaten haklı olduğu konusunda izleyiciyi zorlamıyor. Sadece, samimi bir şekilde insanların kendilerine karşı soru sormasını bekliyor. Modern hayat dediğimiz yaşam tarzında, yetişkinler nasıl da topluma adapte olmak için tabiri caizse ‘debelendiği’ bu filmde açıkça ortaya konuyor. Başta Hristiyanlık olmak üzere ‘organize edilmiş’ dinler bu eleştiriden en çok payını alan kavram oluyor. İçerisinde yaşadığı toplum veya topluluğun hristiyan veya müslüman olması, o insanı da aynı dine mensup birisi yapmaya yeterli olur mu? Bir insanın ölmeden önceki son isteğinin yanında, kurallarla kafayı bozmuş ve onu hiç tanımayan insanların nasıl gömüleceğine karar vermesi ne demektir ki?
Bir noktada, ailecek ‘Noam Chomsky günü’ kutlarlarken, ortanca çocuk (Rellian) ‘diğer insanlar gibi neden yılbaşını kutlamıyoruz? Hangi aptal Noam Chomsky gibi bir gün uydurup onu kutlar’ diyerek babasına çıkışır. Baba ise, ‘elflere, cinlere inanıp olmayan birşeyi varmış gibi kutlamak istiyorsan sen bilirsin ama kendini özgürlük, adalet gibi kavramlara adamış gerçek bir insana neden inanmayıp onu kutlamayım?’ diye karşılık verir. Onu asıl fantastik yapan şey ise, oğluna cevap hakkı tanıyıp ‘hadi aklından geçenleri söyle… burada herkesin özgür bir düşüncesi var. Bizi ikna edebilirsen eminim ki söylediklerine katılacağız’ der. Yani onlardan körü körüne kendi inandığı şeylere inanmasını beklemez. Aksine bunu sorgulamaları için onlara fırsatlar verir. Yine de kendisinin de yaptıklarının doğru olup olmadığını sorgulamaya başlar. Sağduyu, vicdan ve istediği yaşamı seçme hakkı, biz insanların sahip olduğu en büyük değerler değil midir? Ya da bireysel özgürlüğümüz? İşte kaptan fantastik, bu değerleri korumaya çalışır. Çocuklara öğrettiği en önemli şey fikir özgürlüğü ve onu savunma hakkını gösterecekleri cesarettir. Doğayla uyum içerisinde olmak, yanlış kurgulanmış bir toplumla uyum içerisinde olmaktan daha önemlidir. Aslında hatırlanması gereken nokta, doğanın bütün insanlara kucak açacak cömertlikte olduğudur. Şu an her ne kadar ütopik bir düşünce gibi dursa da, ütopyanın kendisinin bile sahte kurgulanmış bir gerçekliğin rüyası olduğu unutulmamalıdır. Eğer içerisinde yaşadığımız toplum birçok yalan üstüne inşa edilmişse, daha farklı bir yaşamın mümkün olduğunu düşünmek neden ütopya olsun ki?
Kaptan Fantastik, bir modern toplum eleştirisidir ve izleyiciyi memnun etmek amacıyla yapılmış bir film değildir. Birçok izleyici fantastik kaptanın çocuklarını yetiştirme yöntemini benimsemeyeceği aşikardır. Aslında bunun tartışmasının kendi içerisinde kaptan da yapmaktadır zaten. Her ne olursa olsun, insanın kendisinin de yanılma payı olabileceğini düşünmek ve dürüst olmaktan vazgeçmemek de bir erdemdir. Sekiz yaşındaki bir çocuğa faşistliğin ne olduğunu, çocuğun kendi kurduğu cümlelerle tanımlamasını öğretmek gibi. Filmde eleştirisi yapılan modern toplum sisteminin önemli bir kısmı Chomsky’nin yazılarından ilham almıştır. “Chomsky’e göre totaliter sistemlerde zor kullanılarak gerçekleştirilen şeyler, demokraside propaganda ile başarılmaktadır. Bu sebeple medyanın, eğitim sisteminin ve popüler kültürün, egemen güçlerin istekleri doğrultusunda, rızanın imalatı için çalışması gerekmektedir.”[3]
Birçok eleştirinin tek bir hikayede yer aldığı Kaptan Fantastik’te benim üzerinde durmak istediğim bir başka konu daha var. O da çocukluk! Film, bir av sahnesiyle başlar ve yaşça en büyük çocuğun (Bodevan) tek başına bıçağıyla bir geyiği avladığına (avlayabileceğine) şahitlik ederiz. Bu onun, babasının (Kaptan Fantastik) yorumuyla yetişkinliğe olan ilk adımıdır. İnsan, doğada da olsa bir şekilde kendisini ıspat etmek zorunda hisseder. Bu tabii ki, kendisini topluma kabul edilmeye hazır bir yetişkin olmak kadar zor değildir. Sahip oldukları yaşam tarzında, içlerindeki çocuğu hiç kaybetmezler. Geceleri hep beraber ateşin etrafında toplanıp doğaçlama müzikler yaparlar. Belki de asıl sorun, önce masallara ve hikayelere inandırılan çocukların ani bir şekilde gerçeğe (kurgulanmış başka bir hikayeye) adapte olmalarını beklemektir. Kendimiz de dahil uzunca bir süre bu hayal kırıklığını yaşamışızdır. Şimdi çok güzel bir sistemimiz varmış gibi, aynı hayal kırıklıklarını çocukların yaşamasını seyrediyoruz. Hepsimiz, sisteme adapte olmaya çalışan, ya da sistemden vazgeçmeye çalışan çocuklar değil miyiz? Belki de herşey vazgeçmekle değişecek.
[1] Not: Anne ve baba, 6 çocuğun isimlerini de kendileri uydurmuştur. Sebep ise her bir çocuğun isimlerinin eşsiz olmalarını istemeleriymiş.
[2] Noam Chomsky/ Propaganda Modeli (online kaynak: http://2014hit.blogspot.it/2014/12/george-gerbner-ve-noam-chomskynin.html)
[3] https://prezi.com/3f329uch10xm/chomsky-medya-ve-kultur-televizyon-uzerinden-bir-baks/