Aliye Özsoylu
a_freedom1988@hotmail.com
Bir gün; mum ışığında, beyaz bir örtüden oluşan kocaman bir perdeye iki gölge yansıtıldı. Farklı iki karakterle yaratılan, farklı iki kostümle giydirilen, farklı iki üslupla dillendirilen iki tane kültürel suret çıktı insanların karşısına: Karagöz ve Hacivat… Söylenmesi yasak olan, eleştirilmesi tabu sayılan ve düşünülmesi cezasız kalmayan birçok şey bu iki gölge de vücut buldu. Her dönemde var olan kısıtlayıcı etkenler; Karagöz ve Hacivat diliyle sevimli bir ince mizahla dışa vuruldu. Her dönemin yönetiminde; konuşma ve düşünme özgürlüğünün yeni kimlikleri haline geldiler.
Ortaya çıkışlarıyla ilgili birçok rivayet vardır. Ancak bu iki karakterin bir gelenek haline gelmesinin ve bir “gölge oyunu” olarak icra edilmesinin en büyük sorumlusu Orhan Gazi olarak görülür. Bir Yörük olarak yaşayan Karagöz ve bir ulak olarak hayatını devam ettiren Hacivat’ın yolları Bursa’da kesişir. Orhan Gazi’nin yaptırdığı bir camide işçi olarak çalışmaya başlarlar. İki zıt karakterin doğurduğu komik diyaloglar çalışan insanları eğlendirmeye başlar. Bir süre sonra caminin yapımının bir türlü bitmediğini gören Orhan Gazi; bu iki yaşayan karakteri bu durumdan sorumlu tutar ve ölmeleri gerektiğine karar vererek kafalarını uçurur. İnsanlar bu duruma çok üzülürler ama padişahın yaptığına karşı gelmek onlar için aynı hazin son demektir; bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi caminin yapımına devam ederler. O dönem Bursa’da çok yetenekli bir kukla yaratıcısı vardır ve bu duruma o kadar çok içerler ki, duyarsız kalmayıp; Karagöz ve Hacivat’ın son görülen suretlerinden iki kukla yaratır. Suçsuz oldukları anlaşıldıktan sonra Orhan Gazi onların yaşatılması için bir şeyler yapılması gerektiğine karar verir ve kuklalar sahneye çıkarılır. Bu gösteri yıllarca devam eder ve “gölge oyunu” geleneği birçok kültüre yansımasıyla birlikte günümüze kadar gelir.
Gerçekte yaşayıp yaşamadıkları efsane haline gelen bu iki yüzden bir sanat meydana getirildi ve bu sayede insanlar kendi gölgeleriyle yüzleşme fırsatını yakaladı. “Büyük” insanların perdede oynattığı bu suretlerle çocuklukta tanışmamız öngörüldü. Sergilenen komiklikler, çalınan yöresel müzikler, Karagöz’ün Hacivat’ı anlamadığı için dövmeye başvurduğu sahneler çocukları kahkaha attırmaya yetecek kadardır. Yetişkin insanlar haline gelip onları tekrar izlemeye gittiğimizde ise acı bir gülümsemeyle son bulması kaçınılmazdır. Küçükken tanıştığımız bu iki renkli kişilik, büyüdüğümüzde fark ediyoruz ki; toplumun iki farklı yüzünü anlatan kafası dolu kuklalardır. Karagöz; kendine bir dünya yaratır ve dışarıdan pek de haberi olmayan saf ana karakterdir. Kullandığı dil basittir. Giydiği kıyafetler icra edilen topluma göre değişiklik gösterir. Ama yeşil, kırmızı gibi canlı renkler kıyafetinin içerisinde her zaman vardır. Sahneye çıktığı için görselliği önemlidir. Ancak Karagöz’ün kendisi kılığına-kıyafetine pek dikkat eden bir kimlik olarak yaratılmamıştır. Kulakları ağır işitir gibi algılanır ancak o kadar zekidir ki; anlamak istediğini anlar, anlamak istemediğini de kendine göre yorumlar. Gölge oyununda; halka yakın olan taraftır, bu yüzden sahneye soldan girer. Bir mesleği yoktur ve okuma-yazması da zayıftır. Bu yüzden her daim Hacivat’ın bulduğu işleri sorgusuz sualsiz ve bilmeden yapmaya çalışır. Kandırılmaya müsaittir ve bunu anladığı zaman kullandığı en büyük silahı; agresif tavırlar ve sonucunda Hacivat’ı dövme isteğidir. Kendine özgü fikirleri vardır ve bunlara ters düşen şeyleri uygun bir dille eleştirmekten kaçınmaz. Her söze evet demez, her hareketi onaylamaz ve politik davranmaz. Fikri neyse zikri de odur. Tasavvufi bir karakterdir. Allah inancı fazladır ama hayatını dini inançları doğrultusunda şekillendirmez. Siyasi bir kimliği de yoktur ama düşünceye önem verir ve farklılıkları yok saymaz. Çok fazla dans etmez, bu yüzden de kıvrak değildir. Tipi, giydirildiği kıyafetleri, kullandığı dili halka daha uygundur, bu yüzden daha çok benimsenmiştir.
Hacivat; bu oyunda; sempatik görünümlü kurnaz karakterdir. Oyuncudur, kıvraktır ve zekâsı da bu özellikleri doğrultusunda şekillendirilmiştir. Birçok dil bilir, meslek erbabıdır, okumuştur. Karagöz’e nazaran daha yumuşaktır. Sisteme, düzene yakın olan taraftır ve bu yüzden de sahneye sağdan girer. Karagöz’ü sahneye çağıran ve konuşmaya ilk başlayan odur. Karagöz tarafından fazlaca hırpalanır çünkü elde edilen başarısızlıkların sorumlusu odur diye düşünülür. Karagöz’e karşı çok duyarlıdır ve hangi konuda olursa olsun, bilgisi dâhilinde değilse bile ona yardımcı olmaya çalışır ama sonunda yine dayağı o yer. Karagözden daha modern bir kimliktir. Üslubu düzgündür, kullandığı dil, giydiği kıyafetler Karagöz gibi icra edildiği kültüre göre değişir. Komiklik yaratılmasına sebebiyet veren ana karakterdir.
Karagöz ile Hacivat’ın perdede yansıtılmasına olanak tanıyan “hayalî” bir yaratıcı vardır. “Karagözcü” ya da “hayalî” diye adlandırılır. Bu kişi bulunduğu topluma ve yaşadığı kültüre uygun olarak Karagöz ve Hacivat’ı icra eder. Bu yüzden de, Karagöz ve Hacivat’a güldürü öğeleriyle içiçe olan güncel konuları anlattırır. Bu “gölge sanatı”nın toplumun aynası özelliğini taşıması bu sebeptendir. Dönemin toplumsal, siyasi, kültürel konularını göz önünde bulundurarak, bunları sanat gözüyle harmanlayarak yine o toplumun üyelerine sunar. Bunu yaparken de araya bir perde koyar ve o perdeye tahtaları gözükmeyen, avuçlarının içiyle can verdiği, deriden yapılmış iki suret yansıtır. İki zıt karakterin farklı düşüncelerini loş bir ışıkta kulaklara doldurur. Etki altında bırakmadan sadece farkındalık yaratarak ve aslında gülüp düşündürmeyi amaçlayan görsel zenginlik sağlar. Gözümüzün gördüğü öylesine iki karakter değildir. “Bizim” gölgelerimizin yansımasıdır. Ortada durulmasına müsaade etmeyen ve bir tarafı seçmek zorunda bırakıldığımız düzene acı acı gülümsememizi sağlayan renkli görüntülerdir. Güldüğümüz de, düşündüğümüz de kendimizdir. Bu yüzden gölgeler, çocuk oyuncağı değildir. Büyüyünce de karşılaşmamız gereken, kendimizden korkmamamız gerektiğini düşündüren bir “gölge oyunumuz” her zaman olmalıdır.
Kıbrıs’ın kuzey tarafında Karagöz ile Hacivat hâlâ yaşıyor. Son bir temsilcisi kalmasına rağmen nefes almaya devam ediyor ta ki o son kişi son nefesini verene kadar. Ama başka bir sahne her zaman olacaktır. Hacivat’ın sağdan girip Karagöz’e soldan vurduğu sahneler devamlı olacaktır. Birine saygısızlık yapıldığında, bir düşünceyi eleştirmeye kalktığında, var olanı başka bir gözle değerlendirmeye yeltendiğinde, büyükler küçüklere; “Karagözlük yapma” der. Gözleri açık olmasın, kulakları duymasın ve kafası çalışmasın diye olanla yetinmeye davet ediliriz. Buna itiraz ettiğimizde “Karagöz” oluruz. Hal böyle olunca da Hacivat kendi kendine kıvırmaya devam eder. Bir insan aynı ritimde ne kadar oynayabilir ki? Bir yerden sonra yorulursunuz ve perde kapanır. “Karagözlük” yapmanın topluma aykırı görüldüğü bir memlekette; Hacivat hiçbir zaman sahneyi terk edemez. Hacivat Karagözsüz hiçbir şey yaratamaz. O yüzden meydan boşalmasın, perde de kapanmasın diye “Karagözlük” yapmaya devam etmeli…