“Biri Josej K.’ya iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı.”(1)
Karşımda duran ve yorgun gözlerle bana bakan adamı dinlerken geldi aklıma bu giriş cümlesi. Onu bunu bilmem ama bu Kafka Prag’ta yaşamak yerine gelip Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşasaydı bunları yazabilir miydi emin değilim. Çünkü olayın bir roman tadında olabilmesi için hayal gücü gerek, biraz kelimeleri eğip bükmek, elinize kırbacı alıp kafanıza üşüşen ve yanlış yere oturan kelimeleri de kovalamak gerek. Roman böyle yazılır. Kafka burada yaşasaydı olsa olsa anılarını yazardı, gerçeğin ta kendisini, bu alıntıyı şimdi buraya yazmamın bir sebebi olduğu gibi.
Adamın elleri titriyor. Gözleri simsiyah, sanki ışık çekilmiş yüzünden, saçları dağınık, parmaklarını iç içe geçirerek derdini anlatıyor.
Eve girerken dört kişi kollarımdan tutup ağzımı kapattılar. Bağırmaya çalıştım, olmadı, üniformalı değildiler, isimleri yoktu.
İsimleri yoktu.
Sorular sorarken hemen arkamdaki polisle göz göze geliyoruz. Sorularımı polisin nezaretinde soruyorum, adam polisin nezaretinde cevaplıyor, zaten iki üç saate kadar yüksek mevkililerin imzalarıyla onanmış sınır dışı işlemi yapılacak. Türkiye’den ekip gelmesi bekleniyor sadece, yoksa başka bir şey için değil. Mesela yedi ve on bir yaşındaki çocuklarını görebilsin diye değil, ailesi ile konuşabilsin, bir helallik alsın ya da mahkemeye çıkarılsın diye de değil.
Kafayı yediniz herhâlde. Böyle haklar ancak zulüm rejimlerinde olur. Burası demokrasi ile yönetilen bir hukuk devleti. Oldu olacak adama yasada yazan hakları verin de kendisi “karinenin masumiyetini” savunsun! Bu arada adamın iki kaşı arasında derin bir çizgi var, belli ki yüzü hiç gülmemiş, suçlunun teki ?!
Burası K.’nın karakolu. Burada adama bir isteği var mı diye sorulmaz, kağıttan yasalar siyasileri ve banka hesapları çok haneli olanları korumak içindir, cidden buna inanıyorum. Kanıtlayabilirim, siz de inanın. K.’nın hikayesi gerçek, olmazsa resmi gazeteye bakın. Büyük harfle başlayan özel isimli gazeteler bile ölmüştür, buna olsun inanın.
Adam titriyor. Ben yasadaki, anayasadaki haklarını düşünüyorum. Demir parmaklıklar ardına düşenler için “ama-yasalar” çıkmış şimdi onları öğreniyorum. Devlet aklının yasaları bunlar, genelde yazılı olmazlar, boştan yaratılırlar, doğa yasaları da diyebiliriz bunlara, eğilenin işine bakıldığı amayasalar.
Heyhat! Ne güzel bir karakol !
Belirsiz bir yere gidecek adam, cebinde telefon numarası yok, hangi cezaevine tıkılacak sorgusuz sualsiz kim bilir? Türkiye’de doğmuş, böylece Türkiyeli olmuş, benim Kıbrıslı olduğum gibi. Etrafta bağırıp çağıran kafatasçıların hiçbiri ortalıkta yok. Ben varım, olmaya çalışıyorum, var ile yok arasında zihnimden yetmiş yıllık insan hakları beyannameleri geçiyor, kimse bu kadarına inanmıyor.
Ne ile suçlandığını bile bilmeden insanları atmak, bir veremden, bulaşıcı bir hastalıktan kaçar gibi, insanlık onurunu orada bırakarak, atmak. Uçurumun kenarında duran insanları devlet eliyle boşluğa bırakmak, git ne halin varsa gör, sen herkes değilsin, insan bile değilsin, değilsin bile diyebilmek.
İnsan olmak ve insan kalmak.
Biliyor musun, orada bir insan sınır dışı ediliyor.
İtham yok, mahkeme yok, tutuklama hukuk dışı, artık hukuk ne ise, ona uydurulmuş, dışı da dışı. Arayıp bulamayacağınız yerlere tıkmışlar insan haklarını, araya ki bulasın, hangi çatlakta yazıyor bu uydurduğunuz boşluklar?
El sıkışıyoruz, hoşça kal diyorum, adam çocuklarım, eşim, bu nasıl bir hayat diyor, bu nasıl bir zulüm? Ve tüm bedeniyle birlikte, demir kapıların ardında, demir masaların, sandalyelerin, demirden vicdan, kan, ya da umutların, arasında boynunu büküyor, polis de ona eşlik ediyor, boynunu büküyor, kilit sesleri ardından son kez adama bakıyorum,
o hâlen ...
Hava kararıyor.
K.’nın karakolundan çıkıp arabaya biniyorum, bulutlardan o esnada yağmur düşüyor.
Bu ne kadar gerçek diye bin bir düşünce içine dalmışken, sonunda karar verip Kafka’ya küfrediyorum.
O esnada radyodan tanıdık bir ses yükseliyor,
ve Ahmet Kaya söylemeye başlıyor:
“Beni vur beni onlara verme
Külümü al uzak yollara savur
Dağılsın dağlara dağılsın bu öykümüz
Ama sen ağlama dur...”
Dur.
(1) Kafka, Dava, Can Yayınları, 27.baskı, s.19