Cehaletin karanlığı kadar kara bişey yok. Kara dediğimiz öyle saf karanlık, griye çalan siyah değil, içinde hiçbir ışık olmayan, gözlerimizi kapattığımızda bile göremeyeceğimiz kadar, ışıkları söndürüp hiçbir pencerenin açık olmadığı bir yere kendimizi hapsetsek gibi bile değil, işte o kadar kara. Belki kömür gibi, yana yakıla, derinlerde çok derinlerde kalmış gibi.
Öyle karanlık ki gözlerinizle baktığınızda içine düşüp ha şimdi öldüm! diyeceğiniz kadar iç burkan, karamsarlığa iten bir boşluk. Belki de bir kuyu. Dipsiz, sonu olmayan kör bir kuyu. Saramago, Körlük isimli kitabında körlüğün karanlık olamayabileceğini belki sonsuz bir beyazlık olduğunu yazmıştı. Ben bilmiyorum, belki de öyledir. Ama bildiğim içinde yaşadığımız bu karanlığın o kuyudaki körlük gibi olduğu. Bildiğimiz kara bir cehaletin apaçık önümüzde duran gerçeği.
Hayır, sanmayın ki cehalet kağıtlarla alakalı, diplomalar, ünvanlar, koltuklarla. Çok okumak değil marifet, okuduğunda daha büyük bilinmezlikler olduğunu, onların kapılarını açmak için ise yeniden düşünmek ve keşfetmek gerektiğini bilmek. Bunu olsun bilmek. En kötüsü de tepede oturanların, koltuk işgal edenlerin cehaleti. Kendine profesör diyen ama ifade ve basın özgürlüğünden, Kıbrıs’ın kuzeyinde sürdürülen düzenden, bırakalım yaşadıkları, karınlarını doyurdukları yeri, dünyadan bir haber zerre bilgisi olmayanların cehaleti. Yoksa parti rozetlerinin, koltuk korkularının, doğruyu söylerse kodesi boylayacak olmanın korkusu mu diyelim? Türkiye’de son yıllarda hukukun uğradığı erozyon ve doğal olarak hukuk erozyona uğrayınca çöken demokrasi ve bu enkazın altında kalan insan hakları bize üzücü olsa da bişey öğretiyor: Sıra elbet sana gelir.
Sustuğunda ya da gözlerini kapattığında ortada duran gerçek elbet senin gerçeğindir. Bugün safların sıklaşma zamanıdır dediğimizde buna inanmayanları yarın, çok yakında bir zaman, kendilerinin sanık kutusunda yargılandığı zamana getirecek. Bundan eminim.
Neden mi?
Çünkü karşımızda duran tehlike sadece siyasi değil, aynı zamanda ve daha kötü bir şekle dönüşen cahilane bir siyaset. Beslendikleri dogmalar, cepler ya da iktidar odakları onlara yeni kapılar açarken, bizi karanlıklara kapatıyor. Onların kendilerine döşedikleri yolda sadece kendi iktidarları, sermayeleri ve hakları var. Şimdi tam şu anda bu yazıyı bir kenara bırakıp Türkiye’nin ulusal medya kanallarına bir göz atarsak karşılaşacağımız tek seslilik bunun kanıtlarını bize sunacaktır.
Sanık kutularında bizim insanımızı kendi iktidar hırsları için yargılayanlar tarih önünde elbet bir gün hesap verecek. En büyük hesabı ise onlara uyup kendi insanını mahkemede gün be gün yargılatan, hukuk adına bunu reva gören koltuk severler ve korkaklar olacak.
Bizim bunu görmeye ömrümüz yeter mi bilmiyorum.
Ancak çocuklarımıza, gelecek kuşaklara bir zamanlar Kıbrıs’ın kuzeyinde insanlar ses verirken biz olan biteni sadece izledik dememek için,
apaçık bir şekilde koyu karanlığı ile tanıştığımız ve yüzleştiğimiz cehaletin farkına varmamız gerekiyor.
Yarın çok geç olmadan,
karanlık bastırıyor,
bilin istedim, ışık bulup,
kazanmamız gerekiyor.