Yol karanlıktı.
“Biri basıldı” dediler.
“Her hafta biri ölüyor yollarda” diyorduk.
Yine bir yaya ve yine bir ölüm geldi.
Trafik yol güvensizliğine dair rutin değişmedi.
***
Evler karanlıktı…
İçimiz karanlık…
Ülke karanlık…
İnsanlar karanlık…
İdare karanlık…
***
Kimi yerler hep ışıl ışıl farkında mısınız?
Ne olursa olsun…
Kim ölürse ölsün…
Dağdaki bayrak…
Gece kulüplerinin olduğu muhit…
Rulet masalarının döndüğü kıyılar…
İhtişamlı minareleriyle heybetli camiler…
Bir de “Külliye” inşaatı…
***
Geçmiş karanlık…
Yüzlerindeki maskelerle riyakârca bakınan gözler karanlık…
Samimiyetsiz nutuklar, köhnemiş içten pazarlıklar, içimizi düğümleyen yalnızlıklar, neyi çoğalttığımızı bilemediğimiz hırslar ve yabancılaştığımız meydanlar ortasında yüzler, gözler, ağızlar, dudaklar ve binalar karanlık…
Vasatın karanlığı…
Sıradanlığın, özensizliğin, belirsizliğin, cehaletin, bencilliğin, pespayeliğin karanlığı…
İfade özgürlüğünün hapsedilmek istendiği kabadayılığın karanlığı…
Yolsuzluğun, yüzsüzlüğün, rüşvetin, sahteliğin ve hilenin karanlığı…
Yapay zeka çağında hayatın ışık hızında ilerlediği bir dünyada bizler gericilikle sınanıyoruz.
Birileri hepimizi dünyadan, bilimden, çağdaşlıktan uzaklaştırarak, milliyetçiliğin kör karanlığında bir kuyuya hapsetmek istiyor.
Bilginin değil fırsatçılığın, görgünün değil kabalığın, eşitliğin değil yandaşlığın, hakkınla kazanmanın değil avantacılığın, demokrasinin değil itaatin dayatıldığı karanlığı kırmak için umut arıyoruz.
“Yüksek yaşam standardı” denen kavramı karanlığa gömüyorlar.
Bakıcı parasını yastık altında saklayan yaşlıların, duvarda asılı diplomasına manasız gözlerle bakan gençlerin, mamasına alkol karışmış bebeklerin ve “bu kadar araba, bu kadar nüfus, bu kadar ev” içinde çoğalan yalnızlıkların çıkmazındayız.
***
Işıklar içimizde yanmalı önce…
Beynimizde…
Sanatın, bilgeliğin, felsefenin, kültürün ışığını istiyoruz.
İyiliğin yeşereceği bir iklimi özlüyoruz en fazla…
İnsanca yaşamak gibi bir düşle uyanıyoruz gün doğumlarına…
Çamurdan, çirkeften, kirden, çürümeden, kokuşmuşluktan bezmiş bedenlerimizi doğrultmak gibi hasletlerimiz var, karanlık bir yolda ezilmeden, gelir eşitsizliği içerisinde yerinmeden, yurtsuzluktan ürpermeden doğrulabilmek…
“Eğer uzun süre uçuruma bakarsanız, uçurum da size bakmaya başlar” denir ya…
Epeydir o uçurum bize bakıyor…
İçimizdeki karanlığa bakıyor.
Uçuruma bakıyoruz…
Uçurumun kenarına sürülüyoruz.
Sürü gibi…
***
Dağda değil yüreklerimizde, zihinlerimizde, düşlerimizde arıyoruz ışıkları…
Karanlığa alışmak yorucu…
Hele karanlık bir yolda yürürken ezilmek…
Yolun sonunu görmeden, bilemeden, anlayamadan…
Yetti artık bu radikal belirsizlik…
Hayal kurmak istiyoruz, ışıklı, parlak, aydınlık…