Karantina okumaları serisi Oshan Uluşan ile devam ediyor.
Uluşan, Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak çalışmakta.
Karantina sürecinin, içe dönüp kişinin kendi varoluşsal farkındalığını ve küresel sıkıntıları içselleştirebilecek bir yolculuk potansiyeli taşıdığını düşünen Uluşan, kitapların ise bu yolculuğa eşilik ettiğini belirtiyor.
Kitap okumaya özel bir zaman ayırmadığını, okumanın karantina sürecinde de pek değişmediğini ifade ediyor Oshan. “Kitapları bir boş zaman aracı olarak görmeyenler katılacaklardır; zamanın bolluğunun kitap okumakla bir ilgisi yoktur. ‘Olağanın’ rutin akışı içinde, kitabı bir zaman geçirme aracı olarak görmeyenler, sanıyorum yine katılacaklardır ki, kitap okuma anları değil, kitaplara tutunma anları vardır.”
Uluşan, olağanüstü günlerin güvensiz ikliminde kitap okumanın bir sıyrılma veya kaçış değil, tam tersi, olağanüstü ile, kırılma anları ile bir bütünleşmeye edimi olarak deneyimlenmesine davet ediyor. vurguluyor.
“Kitap okuma anları değil, kitaplara tutunma anları vardır”
Oshan Uluşan
YDÜ İletişim Fakültesi, öğretim görevlisi.
Oshan Uluşan: Ben, kitap okumayı, olağanüstünün güvensiz ikliminin yarattığı duygudurumlarından bir sıyrılma aracı olarak görmek yerine, ‘onunla’ bütünleşmeye yararlı, bir birer edimler olarak görmeye davet ediyorum.”
Karantina süreci, içe dönüp ontolojik farkındalığımızla küresel sıkıntıları içselleştirdiğimiz, belki de ilk defa durup düşünebildiğimiz o nadir anlardan biri. Kitaplar da buna çok iyi eşlik ediyor gibi görünüyor.
Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz… Kendimizi izole ediyor, kendimizi daha iyi tanıyor ve sorguluyoruz. En önemlisi belirsizliğin ne olduğunu sorguluyoruz. Elinden kendini izole etmekten başka çözüm arayışı olmayan insanın, kendi varlığı hakkında ontolojik sorgulamalara girişmesi şüphesiz, insanın en temel itkilerinden biri olan ölüm korkusunun ve belirsizliğin karşısında sayılara dönüşmüş insan hikayelerinin bir parçası.
Küresel boyuttaki iklim artık duyulmaması imkansız feryadı, totaliter rejimler, açlık, sağlık sektörünün yetersizlikleri ve insan hayatı, insan hayatının değeri, ama hangi insan...
Burada, Albert Camus’ün Veba romanındaki analojiyi hatırlayalım, romanda, insanlar kendi gerçekliklerinde 20. Yüzyıl’da bir veba salgınını kabullenmek zorluk çekmektediler, Camus, Avrupa’da alevlenen Nazi rejimini ve yükselişi ustalıkla tarif ederken, okuyanlar, bir yandan insanın umutsuzluğunun, acziyetinin, umudun karşısındaki direnişine şahit olurlar. Şüphesiz Camus’ün şu satırları günümüzü de son derece iyi tahlil etmektedir; “… Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir”.
Bugün sadece bir virüsle karşı karşıya olmadığımız ortada, karşı karşıya olduğumuz bizim inanmak istemediğimiz, ötelediğimiz, göz devirdiğimiz küresel fenomenlerin bizim ne kadar da yakınımızda hatta tek tek gerçekliklerimizin birer öznesi olduklarını fark ediyor olmamızı sorgulanması, farkında olsak veyahut olmasak da bunları ben niye yaşıyorum diye sormanın verdiği katarsis anı belki tüm bunlar.
Belki de, kitaplar böyle anların en büyük suç ortakları…
Kitap okumaya özel bir zaman ayırmıyorum. Bu durum karantina sürecinde de pek değişmedi. Kitapları bir boş zaman aracı olarak görmeyenler katılacaklardır; zamanın bolluğunun kitap okumakla bir ilgisi yoktur. ‘Olağanın’ rutin akışı içinde, kitabı bir zaman geçirme aracı olarak görmeyenler, sanıyorum yine katılacaklardır ki, kitap okuma anları değil, kitaplara tutunma anları vardır. ‘Olağanüstünün’ yine rutin akışı, kitaplara tutunma anlarını değiştirir. Doğal olarak, kitaplara yüklediğimiz anlamlarda kırılmalar olabileceği gibi, okunanın bireyde dokunacağı noktalar da çok çeşitlenir artık. Ben, kitap okumayı, olağanüstünün güvensiz ikliminin yarattığı duygudurumlarından bir sıyrılma aracı olarak görmek yerine, ‘onunla’ bütünleşmeye yararlı, bir birer edimler olarak görmeye davet ediyorum. Böylelikle görmek istemediğimiz şeylerin, onlara arkamızı döndüğümüzde kayboldukları yanılsamasının, bu günler geçtikten sonra, geçmişe dönük, geleceği tasvir eden bireysel ütopyalarımızla karışmasına bir nebze engel olabiliriz belki.
Kitaplar hep oradaydılar. Kaçış için değil, unutmak için değil.
Veba – Albert Camus
Karantina sürecinde, aklıma gelen ilk roman Veba oldu. Şüphesiz, Camus’ye has anlatım biçiminin en saf hallerinden birini gözlemleriz Veba romanında. Anlatıcı, romanın, bilir kişisi, üst anlatıcısı olmaktan ziyade romanın bir parçası, belirsizliğin yarattığı “saçma” hissinin karşısında, insani değerlerin, umutsuzluğa karşı verdiği mücadelede Dr.Rieux’ün, sarsılmayan umudunu gözlemler. Sanki, Dr.Rieux’yü iki adım gerisinden takip ediyor gibidir. Anlatıcı, roman boyunca, olan bitenlerden yalıtılmış değil aksine tüm olayların etkilerini yaşadığını okuyanın adeta farkında olmasına gayret gösteriyor gibidir. Camus’ün anlatıcıyı bu şekilde kurgulayarak, bize göstermek istediği çok şey var elbette. Hepimiz bunun bir parçasıyız diyor Camus. Veba romanı, karantina sürecinde, düşünülmesi gereken çok şeyi önümüze seriyor ve bir yeniden okumayı hakkediyor. Romandaki şu cümleye katılmamak elde değil sanırım; “insanın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan da beterdir”.
Yaşam Kullanma Kılavuzu - Georgec Perec
Perec’in on yıl boyunca kafasında kurgulayıp yazdığı bu kitabı, uzun zamandır okumaya başlamak istediğim kitaplar arasında tutuyordum. Okumaya başlamak dememin amacı, Perec’in eserlerine yabancı olmayan için tanıdık gelecektir zira Perec okumak, okuma edimini, düşünsel zeminde tekerrür eden ve çoğunlukla bireyin hayatına nüfuz eden pratiklerin, tanımların, kurguların, hislerin yansımalarının dünyasında bir gezintidir. Perec için yapı-bozumu, yıkıcı olduğu kadar anlam üreticidir. Bir puzzle gibi inşa ettiği bu kitap, Paris’teki bir apartmanı anlatmaktadır. Bu apartmanda, insan hikayeleri vardır, geçmişleri ve gelecekleri… merdivenlerin, asansörün, apartman boşluğunun bütünlüğün anlamından çıkarılamayacak anlamları vardır. Bu apartmandaki her şey bir bütünün parçalarıdır ama Perec hatırlatır, parçalar bütünü belirlemezler, bütün parçaları belirler.
Felaketzedeler Evi - Guillermo Rosales
Kübalı yazar Rosales’in 47 yaşında intihar etmeden önce tüm yazdıklarını yok etmesinden kalan iki eserinden en bilineni. Uzun zamandır Türkçe’de olmayan bu roman, bu denli yalın ve akıcı bir dille yazılmış, okunması en ağır romanlardan biri. Rosales, romanında, yaşamındaki tüm felaketlerini, Küba’dan göç etmiş, kurgusal karakteri William üzerinden romana akıtmaktadır sanki. Köşede kalmışların kederi, yakıcı bir gerçeklikle William’ın kederiyle birleşir. Dili bu kadar akıcı olmasına rağmen akıp gitmesin, kelimeler dursun diye içinden geçirir okuyucu. Rosales, insanlığın ızdırabını, kişisel felaketlerinden demler…
Günler Yürümeye Başladı - Eduardo Galeano
Her gün 2 sayfa okuyarak karantina sürecinde Galeona’dan öğrenecek çok şey var. Bu kısacık yakın geçmişe ait öykülerden öğrenecek, üzerine düşünecek şeyler var. Çoğu zaman, bir cümle, iki kelime, bir öykü demektir. Öyküleri, belirleyen uzunlukları değildir. Bir kelimelik öyküler, yazılmayanları da anlatabilir.
Günah Keçisi – James George Frazer
Tarihin her döneminde, çeşitli, insanlar, toplumlar, gruplar, nesneler ve hatta soyut kavramlar, günah keçisi ilan edilmiştirler. Bunlar tarihsel, dinsel, siyasal ve bir çok sayısız nedenlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Frazer’in “maddi bir yükü başkalarının sırtına yükleme imkanı ile bedensel ve zihinsel rahatsızlıklarımızı bizim adımıza taşıyacak biri” olarak tanımladığı “Günah Keçisi” kavramı, dinsel, kültürel ve antropolojik yanları ile birlikte ilgi çekici bir konu. Bir anlamıyla, insanlığın karanlık yanının yalnızca bir parçasının panoraması. Kitap, karantina sürecinde, insanlığın kendisini sorguluyor olduğunu ümit edenler için güzel bir okuma alanı yarattığı gibi Frazer’in antropolojisine bir giriş metni olabilir.
Önceki bölümler