Cumartesi günü Havadis gazetesinde yayınlanan yazısında değerli dostum Başaran Düzgün, CTP’nin “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” ile ilgili kararını değerlendirdi. Önemli saptamaları olduğunu düşündüğüm yazısını, Özgür ve Talat dönemine gönderme yaparak Ankara ile olan ilişkiler konusunda CTP’nin yeni bir tavrı olup olmadığını sorarak bitiriyor. Özgür ve Talat döneminde Ankara ile diyaloğun öneminden bahsederek, CTP’den beklediğinin konu ile ilgili itirazlarını kamuoyu ile paylaşmak ve gerekli itiraz noktalarını Ankara’ya iletmek olduğu üzerinde duruyor. Başaran haklıdır ve CTP’nin yaptığı tam da budur!
CTP yüzde otuz oyu ile Kıbrıslı Türk halkının üç kişisinden birinin oyunu almış bir partidir. Hem kendi seçmenine hem de Kıbrıslı Türk halkına olan sorumluluğu yüksektir. Kuzey Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Türklerin varlığının, kimliğinin ne denli önemli olduğunu, gerek yeni vatandaşlıklarla adaya nüfus aktarımı, gerekse yeni sosyal ve kültürel düzenlemelerle kimlik erozyonu yaratılmasının ne denli tehlikeli olduğunun altını ısrarla çizmektedir. Bunu yaparken, Kıbrıslı Türklerin ekonomik değerleri kadar siyasi kurumlarının varlığının önemini ısrarla belirtmektedir. Kıbrıs’ta edilgen ve ezik bir halk yaratılmak istendiğini tüm deneyim yetersizliğine rağmen, halkımızın bu topraklara tutunmasının ancak siyasi, soysal ve ekonomik adımlarda birincil karar verici olması ile mümkün olacağını, bunun gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle sağ sol tüm siyasi partilerin, STÖ’lerin ve bu anlamda da Meclisin varlığını, demokrasinin kurumsallaşması bağlamında çok önemli bulmaktayız.
Demokrasi olmadan, bu ülkeye, bu topraklara tutunmanın anlamı kalmayacaktır. Demokrasiyi sonuna kadar savunmak, hukuku yeniden düzenlemek, çözüme yönelik kararlılığımızı sulandırmadan yol almak, ekonomik denge yaratmanın bedelini bir toplumsal sorumluluk konusu olarak görüp toplumun tüm kesimlerine adil bir anlayışla paylaştırmak bizi, biz yapacak temel konulardır.
CTP, New York’ta yapılan anlaşma ile ilgili sıkıntılarını ilk günden ortaya koydu. İlk günden itibaren, basın aracılığıyla, Cumhurbaşkanı’nın bir yetki sorunu olduğunu; Meclis’in devre dışı bırakıldığını; bizden destek isteyen Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın kendi ifadeleri ile konudan haberdar olmadan bize çağrı yaptığını; bunun bir demokrasi ayıbı olduğunu, Kıbrıs Türk demokrasisine bu “oldubitti”nin yakışmadığını ve önemli bir süreçten geçtiğimiz şu günlerde bu durumu kabul etmeyeceğimizi defalarca dile getirdik.
Şunu da belirtmeliyim ki, gerek petrol ve doğal gaz konusunda ciddi gelişmelerin olacağını, önlem almak gerektiğini, Kıbrıslı Rumların meşru olarak kabul etmediğimiz ancak uluslararası hukuku ve petrol zenginliğini kullanarak yeni ittifaklar yaratıp karşımıza çıkacağını, üstelik bu durumun çözüm sürecini olumsuz etkileyeceğini de son bir yıldır, sadece CTP söyledi. Arşivlere bakılabilir.
Şunu da açıkça belirtmekte yarar var, Kıbrıslı Rumların Petrol ve Doğalgaz arama girişiminin yanlış olduğunu; uluslararası bağlamda yasal olsa da meşru olmadığını; Kıbrıslı Türklerin ortak egemenlikten kaynaklanan hakları olduğunu; bugün bu şartlarda arama girişimi yerine çözüme odaklanmak gerektiğini de sadece CTP ortaya koydu. Ve üstelik yüksek tonda. Her platformda da bu yanlışa vurgu yapıp, gerek doğrudan çeşitli Kıbrıslı Rum siyasi partilerine gerekse basın aracılığıyla kamuoyuna görüşlerimizi aktardık.
Bununla birlikte son üç aydır en üst düzeyden başlamak üzere Ankara ile yaptığımız tüm görüşmelerde de samimi olarak, Kıbrıslı Türklerin varlığı, kimliği, karar vericiliği ve siyasi özne olma görüşümüzü, farklı bağlamlarda ve ısrarla dile getirdik.
Hidrokarbon arama konusunda Türkiye’nin tavır geliştirirken kullandığı siyasi dilin, bölgede çatışma ve gerilim potansiyeli yarattığını, bunun yerine hukuk ve diplomasinin yoğun bir şekilde çalıştırılması gerektiği üzerinde durmaktan geri durmadık.
Anlaşma ile ilgili Ankara’da yapılan enerji toplantısının ardından, New York’ta karar alınıyor ve karar önümüze konuyor! Üstelik yapılan anlaşmada, Kıbrıslı Türklerin haklarına ve çözüm sürecine dair bir değerlendirme yapılmadan, gözetilmeden.
Bu durumda bu ülkedeki siyasi partilerin gereksizliğini ortaya koyan, Meclis’in sorgulanmasını isteyen ve Ankara’dan yönetildiğimizi sürekli belirten kişilere neden kızıyoruz? TC Elçiliği önünde eylem yapan, Ankara’dan gelen devlet bakanlarına derdini anlatmak için sıraya giren iş çevrelerine neden uyarıda bulunuyoruz? Hala daha edilgen siyaset yaparak ve “eğil da gulle geçsin” anlayışı ile siyasi varlığımızı koruyacağımızı mı düşünüyoruz?
Şunu çok net olarak belirtmek isterim, CTP, Ankara ile işbirliğini her zaman önemsedi. Hani o mangalda kül bırakmayanlardan çok daha fazla saygılı ve rasyonel bağlamda ilişki kurdu. Bundan sonra da kuracak elbette.
Ancak artık bir karar verelim, bu topraklarda siyasi özne kimdir? Bizim kararımız nettir, dolayısıyla siyasi adımlarımız da bu bağlamda olacaktır.
Siyasette her adımın bir bedeli olur. Dün de oldu yarın da olacak! Dolayısıyla konu, gençleri her gün göç eden, toplumsal-kültürel kimliği başkalaşan, hükümet tarafından siyasi iradesi devredilen, çözümden uzaklaşılan bir ülkede vicdanı sızlayan insanların ödeyeceği bedelden ötedir; konu, Kıbrıslı Türk halkının varlığı ve siyasi iradesi konusudur.