Geçtiğimiz hafta Karpaz’da gerçekleştirilen eylemde yaşananlarla ilgili 28.01.13 tarihinde YENİDÜZEN Gazetesi’nde yayınlanmış olan yazım üzerine gerek sosyal medya gerekse yazının yayınlanmış olduğu gazete ve web sitesi aracılığıyla çok çeşitli eleştiriler geldi. Bunların bir kısmı gerçekten iyi niyetli ve tartışmayı zenginleştiren eleştirilerdi. Ancak bir kısmı ise -ne yazık ki- bizlerin sol adına yapmamız gereken tartışmaları son derece kısırlaştıran bir anlayışla ele alındı. Öncelikle, bütün eleştiri ve önerilere teşekkür ettiğimi belirtmek isterim.
Yaşanan tartışmalar içerisinde birkaç kez ifade etmiş olduğum üzere bütün samimiyetimle yinelemek isterim ki, böyle bir yazı aracılığı ile bir örgüte saldırmak veya üyelerini karalamak gibi bir amaç gütmedim. YENİDÜZEN Gazetesi’nin, böyle bir tartışma sebebiyle işgal ettiğim her bir santimetrekaresi için de hem okurundan hem de yönetiminden ve çalışanlarından özür dilerim. Fakat bazı konulara açıklık getirmem gerektiğini düşünüyorum.
“EŞKIYA”NIN TDK SÖZLÜĞÜNDEKİ ANLAMI…
28.01.13 tarihinde yayınlanan yazımda da belirttiğim gibi Karpaz’daki eylemde Baraka Kültür Merkezi’ne bağlı aktivist dostlarımızın bazı tavırlarını tasvip etmedim. Kendileri ile ilgili iddia ettiğim iki konudan birini kabul ettiklerini, yazıma verdikleri cevapla zaten kendileri de ifade etmiştir. Karpaz’da karşı-eylem yapan yurttaşlarımıza dönük ifade ettikleri “eşkıya” ifadesini, yoksulluğu çağrıştırabilecek bir ifade olabileceği gerekçesiyle kendilerinin de doğru bulmadıklarını söylemişlerdir. Kendilerine teşekkür ederim! Barakalı dostlarımız, diğer ifadeyi kendilerinin kullanmadığını ve kesinlikle “eşek tepsin Karpazlıları” gibi bir cümle sarf etmediklerini, bunu kesinlikle reddettiklerini ifade ediyorlar. Kendilerine saygı duyuyorum. Ancak ben bütün bunları ifade ederken son derece dikkatli ve saygılı bir üslup kullandığımı düşünüyorum. Dolayısı ile yazının “tek amacının” Baraka Kültür Merkezi’ni karalamak olduğu iddiasını da ben kabul etmiyorum. Kendileri bana “eşkıya” sözcüğünün TDK’daki anlamını hatırlatarak orada yapılanların “eşkıyalık” değil de ne olduğunu soruyor! Bence bunu yapmak yerine hep birlikte kafa kafaya verip oradaki insanların hangi sosyal ve siyasal koşullar altında bu noktaya geldiğini/getirildiğini değerlendirmeliyiz.
Doğrudur, o gün orada bir şekilde bize karşı kışkırtılmış, ön yargılarla doldurulmuş ve gerici bir takım faaliyetlerle karşımıza dikilmiş insanlar bulduk. Bu durum bizlerin eylem öncesindeki eksikliklerinden de kaynaklanmıştır. Fakat geçtiğimiz günlerde bu kışkırtmayı yapanların basına yansıyan açıklamaları olmuştur. Bu açıklamalardan da görülebileceği gibi eylem yapmak için bölgeye giden bizler, o bölge insanına “dıştan bazı şeyleri öğretmeye gelen elitisler” olarak takdim edilmiştir. Bu bizi çok düşündürmesi gereken bir ifadedir! Çünkü bir bölgede, orada yaşayanların sorunlarına yönelik tavır ve düşünce üretimlerinde, hele eylemlerde, orada yaşayanları da bu işe katamazsak, dıştan yapılacak her davranışın, bu şekilde algılanacağı ve buna karşı olan egemenlerin insanları olumsuz olarak etkileyeceği açıktır. İşte bu yüzden buna dikkat etmek oldukça önemlidir. Yazımda da bunu ifade etmeye çalıştım… Fakat Barakalı arkadaşlarımız yapmış olduğu açıklamada benim bu kışkırtmaya cevap vermediğim üzerinde durdu. Ben bu karşı çıkış yerine, buna zemin hazırlayan, bizden kaynaklanan eksiklikler üzerinde durmayı tercih ettim. Bu yalnız bir kesimi, bir örgütü değil, en geneli ile herkesi kapsar. O gün Karpaz’daki koşullar her ne olursa olsun, solun bu manevra yeteneğini gösterip o koşullar altında bile halkı yanına çekmeyi başarması gerekirdi diye düşünüyorum.
2000’Lİ YILLARIN USTALIĞI VE POLİSLE EYLEMCİLERİN İLİŞKİSİ
Bir diğer eleştiri ise Karpaz’da yaşanan olaylarda polis örgütümüze bağlı memurların ortaya koyduğu tavırları hiç ama hiç eleştirmememle ilgiliydi! Bence bu konuda hep birlikte yarattığımız tarih bizim yol göstericimizdir. Bu ülkede toplumsal kesimlerin en fazla kutuplaştığı dönem olan Annan Planı döneminde bunun nasıl başarıldığına bakmak lazımdır! Bu Memleket Bizim Platformu (BMBP) içerisinde yer alan tüm örgütler, o dönemde son derece büyük bir ustalıkla polisle vatandaşı karşı karşıya getirmemeyi nasıl başarmışlardı? Özellikle İnönü Meydanı’nda yapılan büyük mitinglerde polis yine belli noktalara barikatlar kurmamış mıydı? Buna karşın platform içerisinde temsil edilen örgütlerin üyeleri, kortejlerin geçiş noktası üzerinde bulunan polis barikatları önüne ikinci bir barikat kurarak, polisle eylemcileri yüz yüze bile getirtmemiştir. O dönemde platformun bir bütün olarak gösterdiği bu başarı bu dönemde neden gösterilmesin? İşte, kafa kafaya verip tartışmamız gereken konulardan birisi de budur! Yoksa polis örgütünün bu yapısı içerisinde, olaylara karşı göstermiş olduğu sertlik veya eylemcilerin taşımış olduğu pankartlara el koyma girişimleri elbette ki tasvip edilecek şeyler değildir.
CTP’YE PAY ÇIKARMA VEYA BARAKA’YI KARALAMA…
Sosyal medyada getirilen eleştirilerden bir tanesi de, benim bu yazıyı üyesi bulunduğum Cumhuriyetçi Türk Partisi’ne pay çıkarma amacıyla kaleme aldığım iddiasıdır. Bu iddiayı da tamamen reddederim! Daha önce de ifade etmiş olduğum üzere bahse konu yazı içerisinde C, T ve P harfleri yan yana bile kullanılmamıştır. Bunun elbette ki sebepleri vardır. Birincisi, CTP içerisinde belli görevlerim olmasına karşın, parti adına böyle bir yazı yazmak için her hangi bir yetkiye sahip değilim! Bu, benim parti disiplini anlayışımın bir gereğidir. O sebeple hiçbir surette bu kimliğimi kullanarak kaleme almadım bu yazıyı… Ama daha önemli olan gerekçem şudur; bu ülkede bir mücadele başarılacaksa bunu sol yapacaktır! Eğer çevre örgütleri ile birlikte Karpaz’da bir başarı elde edilecekse bu ancak solun örgütlemesi ve yönlendirmesi ile olabilir. Bu “sol” terimi CTP’yi kapsadığı gibi, TDP’yi de YKP’yi de BKP’yi de diğer tüm sol unsurlarla birlikte Baraka Kültür Merkezi’ni de kapsar. Bu düşüncelerle, tartışmayı kısırlaştırmanın bize bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum.
Yazımın tamamen Baraka’ya saldırmak veya CTP’ye pay çıkarmak amaçlı olarak algılandığını gördüğüm noktada, hem yazının amacını aştığı gerekçesiyle hem de bundan sonra verilecek mücadeleye hiçbir katkısı olmayacağını düşündüğümden Baraka Kültür Merkezi’ne bağlı aktivist dostlarımdan özür diledim! Bir kez daha ifade etmek isterim ki, yazımın da özrümün de samimiyetle arkasındayım. Ancak bu özrün ardından “özrünüzü kabul ediyoruz, fakat etik açıdan bunu yazının yayınlandığı gazetede de yapmanız gerekir” gibi bir yaklaşımı samimiyetle bağdaştırmamı beklemeyiniz. İşte bu mantıktır bugün bizleri bu kısır döngüye hapseden ve içinden çıkılmaz sorunlar yaşıyoruz hissi uyandıran…
Son olarak ifade etmek istediğim bir husus daha vardır. 28 Ocak günü bu konuda yaşanan tartışmalar esnasında önceden dostluğumuz bulunan ve samimiyetine güvendiğim bir yoldaşımla sosyal medyadaki bir sitenin özel mesaj servisi aracılığıyla bir takım yazışmalar gerçekleştirdim. Bu arkadaşımızın -sonradan kendisinin de ifade ettiği üzere- sorduğu her soruya içtenlikle yanıtlar verdim. Ancak bu içtenliği kendisinden de beklerdim! Bu dostumuz, ikimiz arasında geçen yazışmaları benden müsaade almaksızın ortak bazı arkadaşlarımıza göndererek veya umuma açık bir şekilde yayınlayarak en genel ahlak kurallarına bile sahip olmadığını göstermiştir. “Abi, merak etme da bu yazışmalarımızı hiçbir Barakacıya göndermedim” ifadesi de onun bu değerlere sahip olmadığı gerçeğini değiştirmez.
Sonuç olarak, derdimiz ortak bir mücadeleyi sol adına örgütlemek ve yönlendirebilmektir. Bütün yazılanlar bu temel hedef doğrultusunda kaleme alınmış ve bu noktadaki eksikliklerimizi giderebilmek için bazı düşünceler ifade edilmiştir. Hiç kafa karıştırmaya gerek yok, derdimiz ve bu anlamdaki muhatabımız Baraka Kültür Merkezi değildir…
Birol KARAMAN