Tuncer Bağışkan
Geçtiğimiz günlerde Muflon kitapevine uğradığımda satın aldığım “The Swedish Cyprus Expedition the Living Past” adlı kitap, 1927-1931 yılları arasında İsveç Arkeoloji Heyeti’nin Kıbrıs’ta gerçekleştiği kazılara ve kazı sonrası ortaya konan görüşlere yeni açılımlar getiren bilimsel araştırmalar içermekteydi. Bunlardan biri de Karpaz’daki Kuruova köyünün deniz kenarında bulunan Nitovikla kalesiyle ilgiliydi. Biz İsveç Arkeoloji Heyeti’nin bilimsel yayınlarına dayanarak bu kalenin Orta Tunç devrinin sonlarında (M.Ö 1725-1650) Mısır’daki Hiksos kavminin akınlarına karşı inşa edildiğini bilirken, bu konuda yıllarca Stockholm’daki Medelhvs Müsesi depolarındaki Nitovikla kazılarında bulunan yaklaşık 11000 eski eseri inceleyen Gunnel Hult, tarihlemede öne sürülen eski bilgilerin yanlışlığını neden ve niçinleriyle ortaya koymaktaydı. Yazarın verdiği bilgiler ezberimi bozduğundan, bu konuyu irdelemem kaçınılmaz hale geldi. İlkin İsveç ekibinin 1934 ile 1972 yıllarında yayınladığı kitapları inceleyebilmem için Kıbrıs Üniversitesi kütüphanesini mekan edinirken, geçtiğimiz hafta sonu ise kaleyi kadim dostum Zekai Altan’ın rehberliğinde iki gün üst üste ziyaret etmem gerekti. Böylece bugünkü yazım da ortaya çıkmış oldu.
NİTOVİKLA KALESİ’NİN BİLİM DÜNYASI TARAFINDAN ÖĞRENİLMESİ
Nitovikla Kalesi’nin varlığı 1889 yılına kadar bilim dünyası tarafından bilinmiyordu. Ancak D.G. Hogarth’ın 1888 yılında Kıbrıs’taki eski eser alanlarını gezdikten sonra 1889 yılında yayınladığı “Devia Cypria” adlı kitabında Nitovikla kalesiyle ilgili olarak verdiği bilgiler bilim dünyasını heyecanlandıracak nitelikteydi. Hogarth kaleyi yaklaşık olarak şu şekilde anlatır: “Korovya’dan (Kuruova) aşağıya akan derenin denize döküldüğü yer Nitovikla adıyla bilinmektedir. Buradaki bitki örtüsü ile şinyalarla kaplı tepenin hemen altında, beni Agia Varvara’daki eski eser alanından daha çok etkileyen bir harabe vardır. Boyut olarak küçüktür. Burada, çöken duvarlara ait taş bloklar, yuvarlak bir temel kalıntısı ve batıdaki vadi ile küçük koya hâkim olan bir kuleye ait üç ayak kalınlığında duvar kalıntıları bulunmaktadır. Yıkılmış olan duvarlara ait taşların uzunlukları ile genişlikleri 3 ile 5 ayak arasında değişmektedir. Daha ilerideki sırtın altındaki evlere ait birçok izin yanı sıra, birbirine paralel uzanan temellere ait harçsız taşlar ana kayanın üzerine inşa edilmiştir. Bunların yanında, cidarları moloz taşlarla örülmüş olan derin bir kuyu bulunmaktadır. Korovyalı köylülerin söylediklerine göre bu kuyuda tunçtan yapılmış bir kürek bulunmuş ve bu kürek şu anda Lefkoşa’da Colonel Falkland G.E. Waren’in yanındadır. (1878-1890 yılları arasında koloni idaresinin askeri bir memuru olan bu şahıs Kıbrıs’ta birçok arkeolojik eski eser toplayarak yurtdışına götürmüştür. TB) Bu alet şüphesiz ki eski bir devre aittir. Söylemek gerekirse biz bu yerde bulunan ve buğday ezmede kullanılan yassı taşlardan üç tanesini aldık.”
İSVEÇ ARKEOLOJİ HEYETİ’NİN KIBRIS’A GELMESİ
1927 yılına gelindiğinde Kıbrıs kronolojisinin oluşturulabilmesi için o sıralarda yenile uygulanmaya başlanan bilimsel arkeolojik kazı yöntemleriyle Kıbrıs genelinde arkeolojik kazılar yapılması gerekmekteydi. Bu nedenle Kıbrıs’a davet edilen Dr. Einar Gjerstad, Erik Sjöqvist, Alfred Westholm ve mimar John Lindros yönetimindeki “İsveçlilerin Kıbrıs Araştırması” heyeti, Eylül.1927 - Mart 1931 tarihleri arasında Kıbrıs’ta küçük ebatlı arkeolojik kazılar gerçekleştirir. Bu arada Korovya (Kuruova) köyünün yaklaşık dört kilometre güneybatısındaki deniz kenarında bulunan Nitovikla kalesinin de 1929 yılının sonbaharında Erik Sjöqvist başkanlığında kazılması, kazı mimarının ise John Lindros olması kararlaştırılır.
İLKİN NİTOVİKLA KALESİNİN MEZARLIK ALANI KAZILIYOR
Deniz seviyesinden yaklaşık 25 metre yükseklikte olan bu alandaki ilk kazılara, “Sitadel” (iç kale) olarak tanımlanan zirvedeki kalıntıların en doğu ucunda bulunan küçük mezarlık alanında başlanır. Etrafı duvarlarla çevrili olan bu alanda gerçekleştirilen kazılarda saptanan kayaya oyulmuş 15 oda mezardan 13 tanesi köylüler tarafından çok önceden soyulmuş, 3 tanesi ise ellenmemiş durumdaydı. Kıbrıs genelinde olduğu gibi bu mezarlar da, mezar yolu (Dromos), kapı geçidi (stomion) ve mezar odasından oluşmaktaydı. Fakirlere ait olduğu anlaşılan bu mezarlarda bulunan eski eserlere dayanılarak mezarlık alanının Orta Tunç III (M.Ö 1725-1650) ile Geç Tunç I (M.Ö 1650-1450) dönemlerinde kullanıldığı belirlenmiş olur.
NİTOVİKLA KALESİ KAZISI
Erik Sqöqvist’in Tunç Çağı kalesinde başlattığı kazılarda saptanan bulgulara dayanarak, kaleden önce burada bir yerleşim yeri bulunduğu, daha sonraki evrede ise kalenin inşa edildiği görüşüne varılmıştı.
Kalesinin yayılma alanı, doğu-batı yönüne yaklaşık 400 metre, kuzey-güney yönüne ise yaklaşık 100-200 metre ebadındadır. Burada etrafı tahkimat duvarlarıyla çevrili üç ayrı alan bulunmaktadır. Arazinin kuzey-kuzeydoğu tarafındaki etrafı bir tahkimat duvarıyla çevrili olan alana kuzeydoğudaki iki kulenin arasından girilmektedir. Burada, yıkılan büyük yapılara ait kum taşı yığınları, kule kalıntıları, konglomera taşları, el değirmeni ile pithos (küp) kırıkları, bezemesiz seramik parçaları ve bazıları yanık olan kalın cidarlı seramik parçaları bulunduğu gözlemlenmektedir. Sürekli ve yoğun bir yerleşim yeri olmadığı görüşüne varılan bu alan, Orta ile Geç Tunç devirlerine ait olduğu görüşüne varılıyor.
Tahkimat duvarıyla çevrili olan ikinci alan güneybatıdaki tepenin zirvesinde bulunan ve kazısı yapılan iç kaledir. Dikdörtgen planlı olan kalenin doğu-batı yönündeki ebadı yaklaşık 35.5 metre, kuzey-güney yönündeki ebadı ise yaklaşık 38 metredir. Kalenin uçurum olan güney yanının kasıtlı olarak ortadan kaldırıldığı ve kalenin üç yapı evresi geçirdiği saptamasında bulunulmuştur. Bu alanın genelinde ele geçen verilere dayanılarak, sulh zamanlarında iç kalenin denizdeki hareketleri izleme yeri olarak kullanıldığı, savaş zamanlarında ise çevresindeki insanlara sığınma yeri görevi gördüğü tahmininde bulunulmuştur.
İç kaleye ulaşım güneybatıdaki taş döşenmiş meyilli bir yolla sağlanmaktadır. Yolun sonunda kalenin mezarlık alanın batı bitişiğindeki bir meydana ulaşılmaktadır. Bu alanın kuzeybatısında ise iç kale ile bu kalenin ana giriş kapısı yer alıyor. Kapının yanındaki bazı duvarların dolgu tekniğinde yapılmış olduğu gözlemlenebiliyor. İki kule arasında yere alan kaleye giriş kapının iki yanında bir zamanlar kaide üzerine oturan hacimli birer söve taşı bulunuyor olmasına karşın günümüze sadece biri gelebilmiş. Giriş kapısının küçük ve dar yapılma nedeninin, savaş zamanlarından düşmanın kaleye girişinin zorlaştırılmasını ve kapının iki yanındaki kuleler ile platformdan yapılacak atışlarla kapının önünde biriken askerlerin imha edilmesini amaçladığı tahmin edilmektedir. Kapıdan sonra L şeklindeki dar bir koridorla kalenin merkezindeki üzeri açık iç avluya ulaşılmaktadır. Yamuk planlı olan bu avlunun zemini çakıl taşlarıyla döşenmiş durumda. Bir zamanlar avluda moloz taşlardan yapılmış bir sunak bulunuyor olmasına karşın şimdilerde tamamen ortadan kalkmış olduğu anlaşılıyor.
Avlunun çevresindeki tahkimat duvarlarının bitişiğine kerpiçten yapıldığı tahmin edilen dikdörtgen planlı ve düz damlı odaların sadece taş temelleri günümüze kadar gelmiş. Odaların düz olan damları, kalenin savunulmasında askerlerin üzerinde yürüdükleri “seğirdim yolu” olarak kullanıldığı tahmin ediliyor. Buraya ahşaptan yapılmış merdivenlerle ulaşılmaktaydı. Kalenin tahkimat duvarlarının yaklaşık 6 metre boyunda olduğu tahmin ediliyor.
Kalıntılar arasında bulunan mertek ile kamış izlerine dayanılarak buradaki odaların şekli de belirlenmiş oluyor. Önce evlerin damına birbirlerine paralel mertekler yatay olarak yerleştiriliyor. Bunların da üzerlerine dallar konduktan sonra üzerleri kalın bir çamur tabakasıyla sıvanıyor. Böylece kaleyi savunan askerlerin damları seğirdim yolu olarak kullanmaları da sağlanmış oluyor. Avlunun güneydoğudaki alt katta bulunan dikdörtgen planlı uzun oda geçici duvarlarla bölündüğünden 4 ayrı oda elde edilmiş durumda. Burada muhtemelen ahşap basamaklar inşa edilmek suretiyle üst katta bulunan ve seğidim yolu (platform) görevi gören dama çıkılmaktaydı. Bazı seğirdim yollarının alt kısımlarının ahşap merteklerle desteklendiği tahmininde bulunulmuştur.
Kalenin kuzeydoğusundaki yamuk planlı mekan bir duvarla iki odaya ayrılmış durumdadır. Bu odalardan birinde bir ocak saptandığından burasının bir mutfak, kuzeydoğu sur duvarına bitişik olan odaların ise depo olarak kullanılmış olabileceği tahmininde bulunulmuştur.
Ana kayaya üzerine yapılmış olan tahkimat duvarlarında dört çeşit duvar örgüsü saptanmıştır. Şimdi bile görülebilen duvarlarda kullanılan moloz kum taşlarının çevreden toplandığı anlaşılıyor. Duvarların genelinde moloz kum taşları ile dere yataklarında oluşan konglomera taşlar kullanılırken, sadece köşelerde düzgün kesilmiş kum taşları kullanılmış durumda. Konglomera taşlarının kalenin doğusundaki dere yatağından sağlandığına şüphe yok. Bazı duvarlar çok kalın olmasına karşın, bazıları ince yapılı. Kazı heyeti, duvar örgüsünde kullanılan orta boy kum taşlarının üst üste harçsız konduğu tespitinde bulunmuştu. Aralarında, Kiklopik olarak adlandırılan ve çamur kullanmadan üst üste yerleştirilen çok iri kum taşları dikkat çekici. Özeklikle bu taşlar kalenin kuzey duvarlarında daha bariz bir şekilde görülüyor. Duvarların kalınlığı 2 - 5 metre arasında değişirken, bu duvarlar köşelere inşa edilen kuleler tarafından desteklenmekteydi. Taş temellerin üzerlerinde ve kalenin bedeninde kerpiç kullanıldığı tahmin ediliyor.
Kalenin su ihtiyacı, kapının yanındaki yuvarlak bir su sarnıcından, taştan yapılmış büyük bir küpten ve kalenin giriş kapısının yanındaki cidarları moloz taşlarla örülmüş bir su kuyusundan sağlanmaktaydı. Bir zamanlar bu kuyuda tunçtan yapılmış bazı aletlerin bulunduğu Korovya köylüleri tarafından kazı başkanı Erik Sqöqvist’in bilgisine getirilmiş, o da buluntular arasındaki tunç bir küreğin Geç Tunç devrine ait olabileceği tahmininde bulunmuştu.
KALENİN YENİDEN TARİHLENDİRİLMESİ
Kazı başkanı Erik Sjöqvist’ın kalede gerçekleştirdiği çalışmalar sonrasında buradaki ilk kalenin Orta Tunç III (M.Ö 1725-1650) safhasında yapıldığı görüşüne varılmıştı. Geç Tunç devrinin ilk evresi olan IA (M.Ö 1650-1550) sahsında ise kaleye bazı ilaveler yapıldığı öne sürülmüştü. Kalenin yıkıldığı Geç Tunç döneminin IB (M.Ö 1550-1450) safhasında ise kalenin yeniden ayni plana göre yapılmış olabileceği görüşüne varılmıştı. Ancak kazının yapıldığı tarihten 60 yıl sonra kazıda bulunan ve İsveç’deki Medelhvs Müzesi depolarında korunan 11000 adet eski eser ile ekibin mimarı John Lindros’un çizmiş olduğu yayınlanmamış eski planlarının Gunnel Hult tarafından karşılaştırılması sonucu, tarihlemenin yanlış yapıldığı tespitinde bulunmuştur. Ayrıca Kıbrıs genelinde gerçekleştirilen kazılarda ele geçen benzeri yapıların mimari detayları M.Ö XIII-XII. Yüzyıla tarihlenmesine karşın bu hususun kazı heyeti tarafından dikkate alınmadığı da anlaşılıyordu. Bu arada seramiklerin buluntu yerlerine göre araştırılması sırasında buluntulardan birinin Minos dönemine tarihlenen üzengi kulplu bir testiye ait olduğu tespit edilirken, diğer parçaların ise Roma dönemine ait oldukları belirlemesinde bulunuluyor. Böylece kalenin Orta Tunç devrinin son safhasında değil de (Orta Tunç III - M.Ö 1725-1650), Geç Tunç Devrinin ilk safhasında (M.Ö c.1500) inşa edilmiş olabileceği görüşüne varılıyor. Kalenin ilk kazısını gerçekleştiren Erik Sqöqvist, bu kalenin Hyksos akınlarına karşı yapılmış olduğunu ortaya koymuştu. Ancak kalede gerçekleştirilen kazılarda ele geçen buluntuların Geç Tunç Çağına ait olması itibarıyla, Hysosların o sırada tarih sahnesinde olmadıkları da bir gerçekti. Ayni şekilde, İsveç Arkeoloji Heyeti’nin başkanı Gjerstad’ın ilk inşa edilen Nitovikla kalesinin Mısır kralı Tuthmosis III tarafından M.Ö 1400 yılında yıkıldığını öne sürmesi ise, tarihleme yanlışından kaynaklanmaktaydı. En sonunda Nitovikla kalesinin yapılış nedeninin Kıbrıs ile Suriye arasında sürdürülen ticareti güvence altına almak olabileceği üzerinde duruluyor. Bu nedenle kalenin korsanlar tarafından yıkılmış olabileceği görüşü önce sürülürken, kalenin M.Ö XIV. Yüzyılda terk edildiği görüşüne de yer veriliyor.
SON SÖZ
Son olarak şunu da belirtmemiz gerekiyor. Gunnel Halt, Nitovikla kalesinin tarihlendirilmesiyle ilgili olarak yapmış olduğu araştırma sonuçlarını, 4-5 Kasım 1992 tarihide Stockholm’daki Medelhavs Müzesi bünyesindeki “Akdeniz Müzesi ve Yakın Doğu Eski Eserleri” bölümündeki “Kıbrıs arkeolojisi” konulu konferansta bilim dünyasına sunmuştu. Ve 2004 yılında Nitovikla Kalesi’nin komşusu durumundaki Kaleburnu Vasili (Kral) tepsinde yapılan kazılarda, bir pithos içinde tunçtan yapılmış 26 adet eşya bulunmuştur. Bu eşyaların bir tanesi de tunç bir kürekti. Bu küreğin benzerleri Kıbrıs’taki Enkomi ve Sinde’de de bulunurken, Yakındoğudaki Suriye (Ugarit) Megiddo ve Tell Dan’da da bulunmuş ve bunlar Geç Tunç Devrine (M.Ö XIV-XII. Yüzyıllara) tarihlendirilmişlerdir. Tunç küreğin aynisinin Nitovikla kalesindeki su kuyusunda da bulunduğu, gerek D.G. Hogarth’ın, gerekse Erik Sjöqvist’in yayınlarında yer aldığını ve köylülerin verdikleri bilgilere dayan Erik Sjöqvist’ın bunu Geç Tunç Devrine tarihlendirdiğini daha önce de belirtmiştim. O sıralarda bakır ile bakır eşya ticaretinin bir merkezi olduğu anlaşılan Kaleburnu ile çevresinin, bir yandan güney Anadolu, bir yandan da Suriye ve bir yandan da Yakındoğu ile olan ticari ilişkilerinin doruk noktada olduğuna ilişkin bilgiler Kalebunu Vasili/Kral Tepesi kazı başkanı Uwe Müller ile ekibi tarafından ortaya konmuş bulunmaktadır. Sonuç olarak, M.Ö XIV-XII. Yüzyıllarda Kıbrıs ile Yakındoğu arasında sürdürülen bakıra dayalı ticari ilişkilerin emniyetinin sağlanması amacıyla Karpaz yarımadasında kalelerin inşa edilmesi zorunlu hale gelirken, buları bir tehdit unsuru olarak gören korsanların da onları etkisiz hale getirmek istemeleri varsayımının, Gunnel Halt’ın öne sürdüğü görüşlerle örtüştüğünü belirterek bugünkü yazımı da bu şekilde sonlandırmış olayım.