Erdinç GÜNDÜZ
Uzun Yol’un sonunda, ünlü Regina Street vardı. Ünü, oradaki birkaç gece kulübü, bar, sinema falandan geliyordu. Sokağın tam girişinde, köşedeki sandüviçci buluşma noktamız olmuştu. Orada biraraya gelir, birer sandüviç yer gece için planlar yapardık.
Sandüviç’cide, Necmi arkadaşımla oturmuş Ongun’un gelmesini bekliyorduk. Kırmızı spor, MG’si ile köşeden göründü ve gelip hemen önümüze parketti. Üniformalıydı. Çok şaşırdık. Hatta panikledik. İndi, şapkasını çıkardı, arabanın içine fırlattı ve geldi. Ayağında botları, üzerindeki asker üniforması ile karşımızda duruyordu. “Nedir bu bu halin ?” dedim “Ne var be ?” dedi anormal birşey yokmuşçasına. “Nöbetten çıkdım doğru buraya geldim. Ne var ?”....
Oradaki Rum gençleri de hayretle ona bakıyorlardı. İkisi yaklaştı yanımıza. Kibarca selam verdiler. Biri “Türk müsünüz ?” diye sordu. “Evet” dedik.. Bir diğeri Ongun’a “Seni böyle görünce şaşırdık, kusurumuza bakmayın...” gibi birşeyler söyledi. Kötü bir niyetleri olmadığı açıkça belliydi. Ongun “Oturun” dedi. Oturdular. Ve sohbet başladı.
“Keşke, kıyafetini değişseydin”
“Nöbetten çıktım, eve gidip kıyafet değişmeye üşendim”
“Herkes bizim gibi davranmayabilir size ama...”
“Yok yaa..Bişey olmaz...”
Derken.....Nerelisin ? Ne iş yapıyorsun ? gibi sorular, cevaplar... Sonra doğal olarak ‘durum’ yorumları... Biri Atina Üniversitesinde Yunan Dili Edebiyatı öğrencisiydi. Henüz askerlik yapmamıştı. Bizim terhis beklediğimizi, terhisten sonra yüksek öğrenime gideceğimizi anlattım. “Kaç yıl askerlik yaparsınız ki ?” diye sordu, “Belli değil. Dört yıldan sonra terhis olanlar da var, beş-altı yıl sonra olanlar da” cevabıma çok şaşırdı. Çok meraklıydı. En can alıcı sorusunu yöneltti nihayet.
“Türkiye’den askerler var mı aranızda ?”
“Yok... Sadece komutanlar Türkiyeli
“Nasıl gidersiniz onlarla ?”
“İyidir.. Genelde iyidirler... Aralarında birkaç tane ters huylular da var ama sorun olmadı şimdiye kadar.”
“Umarım olmaz” dedi yanımdaki. Ama diğeri hemen girdi konuya.
“Bizim neler çektiğimizi bir bilseniz dua edersiniz durumunuza....”
Belli ki, sohbete sonradan giren askerlik yapmıştı. Sordum, onayladı. Yeni terhis olmuştu. Ve devam etti:
“Biz Kıbrıslılar çok farklıyız be arkadaşlar. Kafalarımız farklı çalışır bizim. Onlarınkine benzemez. Ne biz Yunanlılar ne de siz Türkiyelilerle anlaşamazsınız. İster asker olsun isterse sivil. Bunu da böyle bilin” dedi.
Toz kondurmadık üçümüz de. Türkiyeli subaylarla hiçbir sorunumuz olmadığını, bundan sonra da olacağını sanmadığımızı anlatmaya çalıştık uzun uzun. Dikkatle dinlediler ve “Bol şans” dediler ikisi birden.
***
Yeni bir kulüp açılmıştı. ‘Altamira’ydı galiba adı. Giden arkadaşlar çok beğenmişlerdi. Birkaç arkadaşla biz de gitmeye karar verdik bir gece.
Kapısından içeriye girerken yan taraftan gelen bir yüksek sesle irkildim.
“Breee Gunduz... Is it you ?.....”
Döndüm baktım ve ağzım şaşkınlıktan açık kaldı. Bizim Mr.Mavroyenis karşımdaydı. Hani şu İngiliz Okulu’ndaki spor hocamız... Hani şu, EOKA’cı hocamız... Hani şu, 21 Aralık günü biz Türk öğrencileri okul kapısından döndürüp eve gönderen hocamız...
Çok şaşırmıştım ama sevinmiştim de. Kucaklaştık. Ayak üstü bir sürü sorular sordu, Cevaplamaya çalıştım. Sonra, “Burası Dino’nundur. Bilir miydiniz gelirken ?” dedi. “Hayır” dedim.
Dino, Mr.Mavroyenis’in oğluydu. Benim de sınıf arkadaşımdı. Son derece hareketli, ele-avuca sığmaz birisiydi. Çok muzipti ama sevimli bir çocuktu.
Mr.Mavroyenis hemen içeriye aldı bizi. “Şimdi gidip Dino’ya haber vereyim. Başka sınıf arkadaşlarınızı da bulursa onlar da gelsinler” dedi. Birşey söylememe fırsat vermeden koştu gitti.
Bir saat kadar sonra 10-12 kişi kadar olmuştuk orada. Dino, telefonla ulaşabildiği sınıf arkadaşlarımızı çağırmış, bir engeli olmayanlar koşarak gelmişti.
Kaçta bitti o gece hiç hatırlamıyorum. Uzun saatler sürmüştü ama. Ve de çok güzel bir gece olmuştu. Karşılıklı olarak geçmiş dört-beş yılın tüm yaşanmışlıklarını anlatmak için yarışmıştık her birimiz.
------------------------------------------
Son
1949 doğumluyum. Bu ülkede, 1955’leri, 1958-59’ları, 63’leri, 74’leri yaşayanlardan biriyim sadece. Anılarımı yazmaya, ne düşünerek başladığımı hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey, bilgisayarım önünde oturduğum ve yazmaya başladığım sadece. Lefkoşa-Ay Casiano, Baf, Aynikola, yeniden Lefkoşa, İngiliz Okulu derken, daha 15 yaşındayken kendimi silahların tam ortasında bulmuştum. Yazarken, Mücahitlik anılarım da kafamda canlanmaya başladı teker teker. Ve yazdıkça yazdım. İçimden geldiği gibi.
***
“Son” dedim ama hikayem -tahmin edeceğiniz gibi- bitmiş değil. Ben sadece ve sadece, 5 yaşımdan başlayarak 19 yaşıma gelinceye kadar yaşadıklarımı ve gözlemlerimi toparlamaya çalıştım yazdıklarımda. Yazarken, hayatımın en güzel çağlarını, (benim gibi binlerce yaşdaşım gibi) gelecekle ilgili hiç bir plan yapamadan nasıl geçirdiğimi hatırladım yeniden. Ve yazarken, çocuk yaşlarda kendini kaosun, kavgaların, çekememezliklerin, ihtirasların, silahların, ölenlerin, yaralananların ortasında bulanlardan sadece biri olarak, bu dönemimden küçücük hikayeler anlatmaya çalıştım sadece. Anlatacak çook daha önemli anılarını saklamayı tercih edenlere inat olsun diye belki de.