Deniz BİLGE
dnzbilg@gmail.com
Ankara, Kızılay metrosundayım, hafta içi gündüz saatleri yer bulup oturabildiğiniz sakin zamanlar. Çalışan nüfuzun pek deneyimlemediği bir tenhalıkla yolculuk ediyorum. Bu saatte metroyu kullanan yolcu profilini şu şekilde özetleyebilirim, hastaneye giden ya da dönen emekli amcalar, gezmeye giden teyzeler, küçük çocuğu olan anneler…
Yanımda oturan atmışlı yaşlarında olduğunu düşündüğüm iki kadın da ortak arkadaşlarının torununa “hayırlı olsuna” gitmek için buluşmuşlar. Arkadaşlıklarının derecesini bilmiyorum ama birbirlerine hitapları çok yakın olmadıkları hissi veriyordu. Metronun hafta içi iş saati yolcularından bu iki kadının diyaloglarına kulak misafiri oluyorum.
-Sizin esas memleket neresiydi?
-Sinop
- Eşiniz?
- O Ankaralı
- Nasıl tanıştınız?
İşte o an kırk yıl önce yaşanılan bu tanışma hikâyesi, kırk yıllık bir değişimin, dönüşümün, insan ilişkilerinin ya da insanların hayatlarıyla kurdukları ilişkilerinin nereden nereye geldiğine dair yüzlerce sorunun okuduğum tüm “modernite” eleştirileriyle birlikte zihnimde oluşmasına neden oldu.
Kulak misafiri olduğum bu geçmişe ait tanışma deneyimini öyküleştirerek sizlere aktarıyorum. Ankara’da tıp okuyan Ekrem Sinop’a gelin giden ablasının evine yaz tatili için gidecektir. Ablası komşularının kızını çok beğenir kardeşine uygun bir eş olabileceği kanaatine varır fakat ne kardeşine ne de komşularının kızına bunu söyleyemez. Komşularına kahveye gittiği bir gün büfenin camına sıkıştırılmış olan hayalindeki gelin adayının siyah beyaz vesikalık fotoğrafını görür ve kimseye söylemden fotoğrafı alır. Ertesi gün Ankara’dan Ekrem gelir, akşam yemeği için masaya oturulur, abla Ekrem’in sandalyesinin tam karşısındaki büfe rafında komşu kızının fotoğrafını koymuştur. Ekrem fotoğrafı fark edince uzun uzun bakar, çok beğenir ama fotoğrafın sahibini soramaz. Abla Ekrem’in bakışlarından komşu kızını beğendiğini anlar ve konuyu açar. Ekrem fotoğraftaki bu güzel kızı beğendiğini itiraf eder, fakat tanışmalarına fırsat olmadan Ankara’ya döner bavulunda o vesikalık fotoğrafla aradan bir dönem geçer ve Ekrem yine Sinop’a gelir bu sefer komşu kızıyla tanışma fırsatı ablası tarafından yaratılır…
1970li yıllarda Sinop’ta bir karşılaşma öyküsü. Şimdi bu öyküyü bir filmdeki sahneler olarak düşünelim ve bu sahnelerin altına o anki duyguyu, heyecanı, naifliği, çekingenliği, sabrı anlatan bir şarkı bulalım. Hepimizin aklına sayısız seçenek geliyor değil mi? Bugüne karşılaşmaların kişiler tarafından bir deneyim olarak aktarılışına bakalım, sosyal medyadaki gerçek üstü yaşamlara, karşılaşma anlarına o andaki hal ve tavırlara kurulan cümlelere odaklanalım ve tüm bu sahnelere de bir şarkı bulalım. İçimizde oluşan o karamsarlık “müziği ve şiiri olmayan yaşamları” yaşamaya mecburiyetimizdendir.
Lefebvre’nin dediği gibi gündelik hayatlarımız, tekrar edip değişmeyen, ön görülmüş sıkıcı kalıp hâlinde yürüte geldiğimiz pratiklerdir. Gündelik hayatın sıkıcılığına karşı modernlik denilen şey albenisi olan şeydir ve bu albeninin tam ortasında tüketme hazzı yatar. Bu haz sosyal medya hesaplarında paylaşılan yemekler, mekânlar, tatiller değil “iyi yaşama” hazzı, mutluyum iyi yaşıyorum hayattan keyif alıyorum mesajlarıyla dolu paylaşımlarda açığa vurulan hazzın ta kendisidir. Çünkü keyif de satın alınabilir ve tüketilebilir bir şeydir.
“Gündelik hayat, tarih taşımaz, görünüşte gösterişsizdir kişiyi meşgul eder” der Lefebre ve bu meşguliyet içindeki insan eskiden yaşanılan buğday kıtlığından çok farklı yeni kıtlıklar yaşar artık mekanlar kıtlaşır, zaman kıtlaşır ve arzu kıtlaşır . (Lefebvre 1998)
Mekânın, zamanın ve arzunun kıtlığında karşılaşmaların da büyüsü, müziği ve şiiri kıtlaşır.
----------------------------------
Referanslar:
Lefebvre H. (1998) Modern Dünya’da Gündelik Hayat, Metis Yayınları, İstanbul.
Lefebvre H. (2012) Gündelik Hayatın Eleştirisi,Sel Yayıncılık, İstanbul.