“Kasaba Baf ve anılar...” (1)

Sevgül Uludağ

Baf’ı çok seven, koronavirüs henüz barikatlara neredeyse kilit vurmadan önce, Baf’ı her zaman büyük bir sevgiyle ziyaret eden ve zaman zaman fotoğraflar ve hatıralarını sosyal medya sayfasından paylaşan Baflı arkadaşımız Halil Onbaşı’dan sayfamız için bu hatıralarının bir bölümünü kaleme almasını istedik...

Halil Onbaşı’nın “Kasaba Baf ve anılar” başlıklı yazısını üç bölüm halinde yayımlıyoruz... Halil Onbaşı şöyle yazıyor:

KASABA BAF VE ANILAR

Birkaç gün önce Sevgül Uludağ arkadaş aradı ve Baf ile ilgili anılarımı “Yenidüzen gazetesi ve Politis gazetelerinde yayınlanmak üzere yazar mısın?” diye sordu. Ben de büyük bir memnuniyetle yazacağımı söyledim.Bu yazı dizisinde özel anılarım yanında 1963-64 öncesi ve sonrası Baf’ın sosyal yaşamı ve o günlere ait yaşadığım, tanık olduğum, hatıralarımda yer tutan olay ve anılara küçük bir mercek tutmak ve bunları genel çerçevede okuyucularla paylaşmak istedim.

"BAF". Doğduğum büyüdüğüm, beni ben yapan, Kıbrısımızın batısında dağlarıyla, ovalarıyla, bağlarıyla, köyleriyle, zivaniyası, şarapları, köfteri, samarellası, hersesi ile buram buram kıbrıs kokan yurdumun bir parçası... BÜYÜK SEVDAM...

BAF BİR SÜRGÜN YERİYDİ...

Baf genellikle merkez tarafından ihmal edilmiş, ötekileştirilmiş bir bölge olarak görülürdü. Genellikle merkezde istenilmeyen veya tanıdığı olmayan memurlar, polisler, öğretmenler Baf’a tayin edilirdi. Bu memurlar istemeden geldikleri Baf’tan bir müddet sonra ayrılmak istemezlerdi... Bir çoğu evlenerek Baf’ta yaşamayı tercih ederdi..

Baflı olmamasına rağmen Baf’la özdeşleşen değerli insanlarımız vardır... Bunlar içerisinde “Ben Baflıyım” şarkısının yazarı Hüseyin Irkad, Yusuf Öztürk ve Mustafa Adaoğlu hocalarımız  ilk akla gelenlerdir...

Baf’ta yaşayan insanların en önemli özelliği coğrafi aidiyetlerinin yüksek olması ve Baf’a duydukları sevgi ve sevda idi...

Bugün Baflı herhangi birine nerelisin diye sorduğun zaman önce “Baflıyım” der, sonra sorarsan köyünü söyler... Bu özellik Kıbrıs’ın diğer bölgelerinde pek olmayan bir özelliktir.....

1963-64 ÖNCESİ KASABA BAF...

Baf kazasının idari merkezi, Kasaba Baf’tı... Kasaba Baf, Kıbrıs’ın en batısında, deniz kenarında kurulmuş, Baflıların deyimi ile “Güneşin Denize Gavuştuğu” topraklar, kısacası doğduğum büyüdüğüm acı tatlı birçok anılarımın yaşandığı, beni ben yapan yer...

Baflılar “güneş battı” demezler, “güneş gavuştu” derler... Hiç unutmam, annem bana “Oğlum güneş gavuşmadan eve gel” derdi...

Kasaba Baf, küçük ama güzel bir liman kenti idi... Şehir merkezi denizden birkaç mil uzakta ve yüksek bir yerde kurulmuştu...

Çevresinde Yereşibu, Hloraka, Emba, Tremetuşa, Messoyi, Messahorgo, Maratuna gibi büyük Rum köyleri yanında Türk köyü Lemba vardı. Yereşibu köyünde Türk aileler de yaşardı…

NÜFUS ORANI EN YÜKSEK YER...

Baf, Kıbrıs’ın diğer bölgelerine göre Türk-Rum nüfus oranı bakımından Türk nüfus oranının en yüksek olduğu yerdi...

1960 kayıtlarında Baf’ta Türk nüfus 2851 kişi (%31.44) ve Rum nüfus 6218 kişiydi (%68.56)...

1960’lı yıllarda, her yerde olduğu gibi Baf’ta da Türk ve Rum  ortak bir yaşam vardı...

Hastahane, çarşılar, kısaca günlük yaşam ortaktı... Herkes Türk- Rum aynı hastane, aynı çarşıyı kullanırdı...

Baf, çeşitli bölgelere, mahallelere ayrılırdı: Mutallo, Ülkü Yurdu ve Mescit bölgeleri yoğun olarak Türklerin yaşadığı büyük mahallelerdi..

Bunun yanında aşağı Baf’ta (Dip Baf olarak söyleriz) liman bölgesinde azınlık olsa da Türk aileler yaşardı... Bunlar genellikle balıkçılık yaparlardı...

Merkez ana çarşıda dükkanların yarısı Türklere aitti ve bunların bir kısmı Rumlar’a kiralanırdı.

Rum ve Türk dükkanlar yan yana çalışırlardı.

Bunun yanında eskiden kalma Türklere ait birçok han vardı bunların en ünlüsü bizlerin “Gönelli’nin Hanı” dediğimiz İBRAHİM HAN’dır..

Bu han tamamen Türk çarşısı olarak kullanılırdı...

Burası 2017 yılında Avrupa Birliği ve Baf Belediyesi tarafından yeniden düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır.

O yıllarda Kasaba Baf’ta 3 adet sinema vardı: Yeşilova sineması, Atikon sineması ve Titania sineması... Bu her üç sinema sahipleri Türktü...

Ancak Atikon ve Titania sinemaları Rumlar’a kiralanmak süretiyle çalıştırılırdı...

Kasaba Baf’ın merkezinde Evkaf Parkı diye bilinen yerde bizlerin “büyük okul” dediğimiz BAF KURTULUŞ LİSESİ inşa edilmiş ve 1964 yılına kadar ilkokul, ortaokul ve lise olarak kullanılmıştı...

Okulun arka bölgesinde toprak bir futbol sahası vardı, orada maçlar ve atletizm yarışmaları yapılırdı.

1960 yılında Cumhuriyet kurulduğu zaman, Türkiye’den gelen Bursa kılıç kalkan ekibi burada gösteri yapmıştı... Bu etkinlik Baf’ta çok ilgi görmüştü...  Babamla bu gösteriye birlikte gitmiştik, çok etkilenmiştik.

Bu okul sonradan uzun yıllar Rum lisesi olarak kullanılmış ancak birkaç yıl önce Baf Belediyesi tarafından yıkılarak yerine belediye otoparkı yapılmıştır...

ÇOCUKLUK HATIRALARIM... ÖRFİ İDARE...

1963-64 öncesi çocukluk dönemimde yaşadığım hatırladığım anılarıma değinmek istiyorum...

Ben Halil Onbaşı... 1954 yılında İngiliz sömürge yönetimi döneminde Baf Kasabası’nda, Genel Hastane’de doğdum... Ebe doktorumuz birçok Rum ve Türkü doğurtan, “Bayan ELLİ” diye bilinen Rum doktordu...

Çocukluğumuz toplumsal gerginliklerin, çatışmaların içinde geçti, bu açıdan şanssız bir nesil olduğumuz düşüncesindeyim...

Bilindiği üzere, 1959 yılında cumhuriyet kurulmadan Kıbrıs’ta İngiliz hakimiyeti vardı...

Zaman zaman İngiliz askerleri sokaklarda patrol gezerdi ve biz çocuklara çakulet ve piskot verirlerdi...

Bizler de her İngiliz askeri gördüğümüzde “Hallo çakulet” diye bağırırdık, İngiliz askerlerini çakulet ve piskot olarak görürdük…

Eoka ile başı dertte olan İngiliz yönetimi zaman zaman bölgelerde örfi idare yani “Sokağa çıkma yasağı” ilan ederdi, çıkanları tutuklarlardı...

Çok iyi hatırlarım, evimiz Mutallo’ya çıkan, “Atıf’ın yokuşu” diye bilinen anayol üzerindeydi. İngiliz askerleri özellikle bu yolu kullanırlardı... Sokağa çıkma yasağı olduğu bir gün, evimizin avlusunda kardeşimle oynarken topumuz sokağa gitti, ben de hemen acele ile topu almak için sokağa fırladım... Bu anda İngiliz askerleri ile karşılaştım. Askerler bana bağırmaya başladılar, bu arada babam çıktı ve bizi eve almak istedi... Bu anda İngiliz askerlerinden birisi babama bağırarak tutuklamak istedi, bunun üzerine babamla İngilizler arasında itişme kakışma başladı, o anda  mahalle halkı, herkes dışarı çıktı ve babamı İngiliz askerlerinin elinden aldılar...

Askerler bu tepkiyi görünce babamı bıraktılar ve oradan ayrıldılar... Aslında o gün, ileride yaşayacağımız Kıbrıs trajedisinin bana yansıyan ilk olayıydı...

Bu olay sonrası İngiliz askerlerine daha önce duyduğum sempati yok olmuştu...

Bize çakulet veren sempatik İngiliz askerlerinin yerine bambaşka bir kişilik yansımıştı... Bu, unutmadığım çocukluk anılarımdan birisidir…

BABAM “CAHİT SEKRETER”...

Babam Cahit Halil Onbaşı, Baflılar’ın deyimi ile “Cahit Sekreter”...

Baf Kurtuluş Lisesi’nin 1974 yılına kadar okul sekreteriydi, okulun Baf’taki son sekreteri diyebiliriz... Baf Kurtuluş Lisesi ile özdeşleşmiş bir insandı...

Babamı Şubat 1975 tarihinde genç yaşta kaybettik. Bu açıdan babamla birlikte olduğum  kısa dönem içerisinde, onunla yaşadığım anılar benim için çok özeldir...

Babam okul sekreteri idi. O dönem babamın siyah, önü demirli Ralli velesbiti vardı ve sabahları bu velesbit ile okula giderdi... Ben ilkokula başladığım zaman annem bu velesbitin ön demirine yastık dikmişti ve okula babamla birlikte bu bisikletle giderdik...

Evimizin yanında Çörekci Ali Dayı vardı, tahınnısı (daşşinobitta) meşhurdu, hergün sabah bir tahınnı bitta alırdım ve okula giderken velesbit üstünde sıcak sıcak yerdim…

Bu tahınnı bittanın tadı halâ damağımdadır... Okul dönüşü babam mutlaka “Gönelli’nin Hanı” diye bildiğimiz çarşıdan geçer, oradan alışverişini yaptıktan sonra eve birlikte dönerdik...

CİYAS’TAN BİR HATIRA...

Babamla anılarımdan birisi de babamın köyü Ciyas’ta geçer...

Babam Baf kazasının Ciyas köyündendir... Meşhur Hasanbulliler’in saklandığı, Hasanbulli Kayalığı diye bilen yer, Ciyas köyünün hemen yanındadır...

Yaz aylarında, okullar kapandığı zaman veya zeytin harnıp toplama zamanı bizleri alır, Ciyas köyüne  giderdik...

Yıl takriben 1960, 5-6 yaşındaydım, yine bir gün köye gittik. O gün köyümüzün yanında Yerovosa isimli Türk köyünde düğün vardı, babamla annem de davetliydiler... Biz küçük olduğumuz için, beni kardeşimle Ciyas’ta köyde nenemin yanında bırakıp düğüne gittiler...

Ben de gitmek istedim ama izin vermediler...

Köyde yalnız kalmaktan usanmıştım ve onların yanına gitmeye karar verdim.

Nenemin haberi olmadan Yerovosa köyüne gitmek için yola çıktım...

Aslında çok uzak değildi, Ciyas’a çok yakın bir köydü... Ancak yolu kaybettim ve daha ileride Rum köyü Podor (Pritori) köyüne gittim...

Köyün meydanına geldiğimde anlamadığım bir lisan konuşan, tanımadığım insanları gördüm ve çok korkarak ağlamaya başladım...

Bu anda kahvede oturan bir papaz benim Türk olduğumu anlayınca yanıma gelerek beni saçlarımdan okşadı ve orada bulunan bir eşeğe bindirip en yakın türk köyü olan Yerovosa köyüne getirdi.

O bölgede düğün olduğunu ve benim de oradan kaçtığımı düşünerek beni Yerovosa’ya getirdiğini tahmin ederim…

Köyün meydanına geldiğimizde, meydanda klasik Baf düğünlerinde olduğu gibi masalar kurulmuş, insanlar yeme içmedeydi...

Papaz oradakilere seslenerek “Yanımda bir Türk çocuk var, tanıyan varsa gelsin alsın” dedi...

Bu arada annemden duyduğum kadarı ile babam yanındakilere “Hangi eşşek çocuğu salma bıraktı, tam dayaklıktır” demiş...

Yanındakiler de babama “Cahit efendi çocuk senin Halil’dir, git çoçuğunu al” dediler...

Babam çok sinirlenmişti ve ilk kez ve son kez babamdan bir tokat yemiştim...

Bu tokat hala aklımdan hiç çıkmaz…

Pek tabii babam haklıydı çünkü rastgele iyi bir papaza rast gelmiştim...

Kötü niyetli biri olsa başıma neler gelirdi, ben o yaşta bilemezdim...

BAF LİMANINDA PİKNİKLERİMİZ...

Çocukluk anılarımda önemli yer tutan diğer anım, Baf limanında pikniklerimizdi...

O günlerde, özellikle Pazar günleri bir çok aile evde pişirdikleri yemekleri alıp Dip Baf dediğimiz Baf limanına gider, orada piknik yaparlardı...

Biz de ailece devamlı giderdik, özellikle annem dolma ve köfte yapar ve Baf kalesi yanında mevcut sekiler üzerinde oturur, yemeğimizi yer, denizde yıkanırdık... Bu benim çocukluğumda hatırladığım en güzel günlerdi...

Bunun yanı sıra Baf limanına giriş kısmında, sol tarafta Türklerin işlettiği bir gazino vardı, hemen karşısında “Ficalı deniz” dediğimiz sahil vardı, Türk aileler genellikle burada yıkanırlardı...

Rum aileler buranın hemen yanında bulunan ve “Kelbedri denizi” diye bilinen yerde yıkanırlardı...

Bu arada özellikle Dip Baf bölgesinde o dönem yaşayan Türk ailelerin gençleri de zaman zaman  Kelbedri diye adlandırılan bu yerde yıkanırlardı.

Kelbedri denizinin  en büyük özelliği, derin olması ve dalmaya müsait olmasıydı... Bu nedenle o dönem Rum ve Türk gençler dalma yarışları yaparlardı. “Baston dalış” dediğimiz şekilde dalmak önemli bir ayrıcalıktı… Bugün hala Kelbedri bu amaçla kullanılan önemli bir yerdir...

ACILI GÜNLER...

1963 Aralık ayında başlayan toplumlararası çatışmalar, 1964 yılında adanın muhtelif yerlerine sıçramış ve her iki toplum açısından acılı günler başlamıştı… 1963-64 çatışmaları gerek iki toplum arası ilişkilerde, gerekse Baf’ta yaşam ile ilgili büyük bir kırılma noktası olmuştu...

İşte bu tarihlerde yaşadığım, gözlemlediğim ve benim hatıralarımda büyük yer tutan, beni fazlasıyla  etkileyen bir anımı anlatmak isterim...

1963-64 öncesi  Baf’ta her Cumartesi günü Türkler ve Rumlar’ın katıldığı ortak bir açık pazar kurulurdu.

Baf’ın sosyal hayatı için önemli bir gündü... Muhtelif köylerden ve Baf içerisinden insanlar oraya gider, kimisi yetiştirdiği ürünleri satar, kimisi ise haftalık meyve zebze gibi yiyecek ihtiyaçlarını alır, köylerine veya evlerine dönerlerdi...

Çok iyi hatırlarım, babam beni ve kardeşimi alır, bu çarşıya beraber giderdik... O dönem bizim için çok önemli bir gezme olurdu...

Adanın muhtelif yerlerinde başlayan toplumlar arası çatışmaların etkisiyle Şubat 1964 tarihinde, Baf’ın merkezinde Türkler’in yoğun olduğu Mescit bölgesinde çatışmalar başlamıştı, bu nedenle her cumartesi kurulan bu ortak çarşı kapanmıştı... İki toplum arasında büyük bir gerginlik vardı, .İngiliz askeri yetkilileri iki toplum arasında arabuluculuk yaparak ortalığı sakinleştirmek adına her iki toplumun onayı ile çarşının yeniden açılmasını sağlamışlardı...

7 Mart 1964’te çarşı açılmış, herkes alışverişe gitmişti... İşte o gün “Postacı Cevdet diye bilinen bir Türk’ün M... isminde EOKA’cı olarak bilinen bir çarşı esnafı tarafından vurulduğu, ayağından yaralandığı” duyuldu... Bu haber bir anda yayıldı ve iki toplum arasında varolan kuşku endişe ve güvensizlik ortamı içinde büyük bir çatışma başladı...

Bu çatışma neticesi Türk mücahit gruplar çarşıya girdi ve burada bulunan takriben 400 Rum sivil kişiyi esir alarak Türk bölgesi kontrolunda bulunan eski kuruüzüm ambarlarına ve bazı dükkanlara koydular…

Bizim evimiz Mutallo’ya giden anayol üstündeydi.

Bu esirlerin bir kısmı gözleri bağlı bir şekilde bizim mahalleyede getirilmişti...

Aralarında kadınlar, çocuklar, yaşlılar vardı, ağlıyorlardı...

Küçük yaşımda bu olanlara bir anlam veremiyordum...

Çok üzülmüştüm... Hala bugün oldu, o günkü insanların halleri gözlerimin önünden gitmez… Bu esirlerin bir kısmı o gün öğleden sonra, bir kısmı da ertesi gün İngiliz askeri yetkililerine teslim edilerek serbest bırakıldılar...

9 Mart 1964 Baf Türkleri için en acı gün... Rumlar esirlerin serbest kalmasından sonra köylerden de  toplanan büyük askeri bir güçle Türk bölgesine saldırıya geçtiler… Büyük bir çatışma başlamıştı.

Bu benim küçük yaşlarda yaşadığım, tanık olduğun ilk büyük çatışmadır... Sivil aileler ve çocuklar, evlerimize kapanmıştık... Dışarıda inanılmaz gürültüler, silah sesleri vardı... Büyük bir panik ve korku vardı... Bu çatışmada Rumlar ilk kez demir zırhlarla kaplı dozerleri kullanarak Mutallo’ya girmeye çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlardı... Bunlardan K.5 numarası taşıyan dozer, mücahitler tarafından patlatılmıştı...

Çarpışmalar 10 Mart tarihine kadar sürmüştü...

Bilahare İngilizler’in aracılığı ile iki taraf arasında ateşkes ilan edilmişti...

Ateşkes antlaşmasına göre çarşı bölgesi ve Baf’ın muhtelif bölgelerinden Türkler çekilecek, oralar boşaltılacaktı... Ayrıca Rum polisi, İngiliz askerleri ile aşağıya inmemek koşulu ile Landrover polis arabası ile Türk kesiminde devriye yapacaktı... Uzun bir müddet bu devriye toplumsal tepkilere rağmen devam etmişti...

1964 SONRASI KASABA BAF...

Baf’ta yeni bir dönem ve inşaat seferberliği...

1964 çarpışmalarından sonra ateşkes antlaşması uyarınca Baf’ın muhtelif mahallelerinde yaşayan 1200 civarında kişi, ayrıca Baf’a yakın Lemba köyünden 160, Dip Baf Liman bölgesinden 100 kişi civarında Türk aileler daha emniyetli ve tamamen Türklerin kaldığı bölge olan Mutallo bölgesine geldiler...

Aslında bu durum kırılma noktası oldu: Baf resmen ikiye ayrılmıştı.

Baf’ın ana caddelerinden Fellahoğlu Caddesi, “Yeşil Hat” olarak belirlenmiş ve Türkler bu yolun batısına, Rumlar ise doğusuna çekilmişlerdi. Bugüne kadar Baf’ta hayatı birlikte paylaşan insanlar ikiye ayrılmış ve düşman yapılmışlardı. Yerlerini, evlerini terk eden  bu insanların bir kısmı geçici bir müddet aileler yanında evlerde misafir edildi, bir kısmı talebe yurdu olarak kullanılan binalara, bir kısmı da kurulan Kızılay çadırlarına yerleştirildiler... Bu çare değildi, bu nedenle bu insanların kalabileceği evlere ihtiyaç vardı...

Bunun yanında esas okullarımız, hastane, sinemalar, futbol sahamız ve çarşılarımız, tümü Rum bölgesinde kalmıştı... Bu amaçla toplumun bu ihtiyaçlarının da acilen karşılanması ve günlük hayatın devamı gerekirdi... Ancak o dönem Mutallo bölgesi alt yapı bakımından ihmal edilmiş bir bölgeydi ve ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değildi...  İşte o günlerde Baf’ta insanlar arasında inanılmaz bir yardımlaşma ve işbirliği ruhu ile Baf’ı yeniden yaratmak için büyük bir çalışma örneği verildi... Önce acilen göçmenlere kalıcı evler yapılması gerekirdi ancak toplumsal çatışmalar nedeniyle bölgeye inşaat malzemesi gelmesi mümkün değildi. İşte bu aşamada kerpiç evlerin yapılması kararlaştırıldı ve “Kasaphane bölgesi”nde açık arazide çamur yoğurma işlemleri başlatıldı.

Halkın büyük çoğunluğu hiçbir maddi katkı talep etmeden tamamen gönüllülük esası ile bu çalışmalara katıldı. Biz çocuklar için o günlerde bu çalışmalar bir eğlence olmuştu, çamurlar içinde debelenirdik, zaman zaman oradaki büyükler bize kızarlar, zaman zaman bizden yardım isterlerdi... Çok iyi hatırlarım, babam bana yeni ayakkabı almıştı ancak ben bu ayakkabılarla çamura batmıştım, bu nedenle annem çok kızmıştı.

Burada hazırlanan çamurlar kalıplar halinde kurutulurdu ve kullanıma hazır edilirdi... Baf’ta  “Kasaphane” dediğimiz büyük bir yer vardı, burada kerpiçlerle oda oda kesilerek, göçmenlere kalacakları odalar yapıldı... Uzun müddet insanlar buralarda kaldı, ileriki zamanlarda “Vikla Tepesi” diye bilinen bölgenin alt kısmına prefabrik evler inşa edilerek Kasaphane’de kalan aileler buraya taşındılar, 1974 tarihine kadar burada yaşadılar...


Baf'ta göçmenevlerinin yapımı için kerpiç kesme faaliyetleri...

DEVAM EDECEK