Siz trafik ışıklarına bakıyor ve yola çıkıyorsunuz.
Işık yanıltıyor sizi…
Ölüyorsunuz.
Katil devlettir!
***
Kırmızı yeşile dönüyor ama arızalı, düzen bozuk, yönetim çapsız!
Bu rezil ortamdan geriye “yas” kalıyor.
Suçlu kendini gizliyor.
Utanmıyor.
Gitmiyor.
İnsanın hiçleştiği yerde “milli dava” sayıklıyorlar durmaksızın.
Yaşam kalitesinden, insan haysiyetinden, can güvenliğinden yoksun bir dava!
***
Bu yollarda “yaşamak” mucizeye dönüştü.
Trafiğe çıkmak kâbus!
Hele çoluğunuz çocuğunuz yollardaysa, sevdikleriniz, yakınlarınız; içimizde hep bir huzursuzluk var.
Ha bire ambulans sesi, gece, gündüz…
Beynimizin içinde yinelenen kara senaryolar, ‘acaba’lar, kaygılar…
Çıldırıyoruz!
***
Korkarak yaşıyoruz bu ülkede!
Gün doğuyor, içimizde bir huzursuzluk, gece yarısına kadar itmiyor, bitmiyor bu duygu…
“Sokaklarda yürümeye ürkeceksiniz gün gele” deselerdi yıllar önce inanmazdık.
“Trafiğe çıkmak istemeyeceksiniz” deselerdi abartılı olduğunu düşünürdük.
Yetmezmiş gibi delice de bir yoğunluk, kalabalık, kontrolsüzlük…
Nüfus öyle…
Araç sayısı öyle...
Binalar öyle…
Üzerimize yıkılıyor ada yarısı ve biz onca öfkeyi, kahrı, bilinmezi sırtımızda taşımaktan yoruluyoruz.
***
Işıkların çoğu yanmıyor, kavşakların çoğu tehlikeli, tam bir başıboşluk var.
Tarih öğretmeni bir Karayolları Müdürü atanmıştı en son, öyle anımsıyorum.
Seçime girmiş, kaybetmişti, memnun edilmesi şarttı.
“Yollar karanlık” dendiğinde “parasızlıktan” dertlenmişti.
***
Ercan’daki şirkete 59 milyon euroyu tek celsede veren bu hükümet değil mi?
Yola, ışığa, refüje, asfalta para bulamayan hazine iş üleşmeye geldi mi uçuyor.
Sayıştay'ın sadece Kıb-Tek dosyasında, yasaya aykırı 6 milyon 747 bin dolarlık alımdan söz ediliyor.
***
Poz poz “yol” açıyorlar, hem de aynı yolu, metre metre, bayram bayram…
Bayrak bayrak açıyorlar, marş marş…
Trafik lambası yok!
Kurdelenin bir ucundan ötekine riyakarlık boşalıyor.
Açıyorlar ve bir daha da uğramıyorlar oralara…
***
Erdoğan’ın açtığı yeni çevre yolu vardı hani, anımsayınız, olabildiğince gösteriş, ihtişam ve şatafat… Yol trafik güvenliğine dair onca yetersizlik öylece duruyor.
“Trafik lambalarını değişmekten aciz” bir zihniyet nutukla ülke yönetiyor.
Bürokrasi derseniz içler acısı…
Çapsızlık her yerde…
Ölüyor insanlar yollarda hem de körü körüne…
Siz kimin hükümetisiniz?
Siyaseti yalnızca partiler üretmiyor.
Hayatın her alanında siyaset var; o nedenle, herkes sormalı, her gördüğü yerde, “siz kimin hükümetisiniz” diye…
***
UBP-DP-YDP, bu ülke insanının derdi, tasası, gailesi, geçimiyle ilgilenmiyor.
Bir kendileri var, bir de koltukları!
Gerisi “talimat.”
Meclis’te yeniden teyit edildi bu…
“Türkiye’ye girişi yasaklanan yurttaşlarla ilgili araştırma…”
Böylesi bir öneri niye reddedilir?
Kendi yurttaşına bir “yasak” uygulanıyor ve sebebini bilmiyorsun.
Araştırmak da istemiyorsun…
Bu nasıl bir acizlik, iradesizlik, korkaklık öyle...
***
Her biri topluma mal olmuş insanlardan söz ediyoruz.
Doktor, gazeteci, memur, siyasetçi…
“Devlet”in memuru var içlerinde!
Meclis’in eski vekili var!
Cumhurbaşkanlığı’nın eski koordinatörü var!
Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nun eski müdürü var!
Araştırmak, soruşturmak, anlamak dahi istemiyorsunuz ama güya hükümetsiniz.
***
“Hükümet olarak bu işin soruşturmasını üzerimize alıyoruz” diyor “Başbakan” sıfatı ile anılan kişi…
Sanki mesele dün ortaya çıkmış gibi!
Onca soruşturma dosyasının engelleyen kendileri değilmiş gibi…
Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu skandalı, AKSA’ya ihalesiz anlaşma skandalı, Ercan’a tazminat skandalı, özel jetle karantinayı delen kumarcı skandalı hiç yaşanmamış gibi…
***
Larnaka Havalimanı’ndan geri çevrilse bir yurttaş…
Ya da Londra’dan…
O zaman görürdüm kızılca kıyameti…
Size göre Kıbrıslı Türkler bu dünyada sahipsiz çünkü…
Yüzünüzü güneye döndünüz mü aslan kesiliyorsunuz, kuzeye bakarken bissi kedi!
***
Kendilerince harika bir formül bulmuşlar.
“Siz ne işe yarıyorsunuz” diye sorduğunuz zaman “milli davaya hizmet ediyoruz” diyorlar.
O davanın içinde sizin düşleriniz, gülüşleriniz, hüzünleriniz yok; dünyayla yarışmak, fikirle özgürleşmek, kaliteyle yaşamak yok.
Gelecek yok o davanın içinde…
Karanlığı aydınlatmak ya da yangın çıkartmak
Gazeteci Minez Bayülgen’in şu tanımını bir yer not ediniz.
“Gazeteciliği muma benzetirim. Kimi onunla karanlığı aydınlatır, kimi yangın çıkarır.”
Sosyal medya denen kontrolsüz alan yeni zamanların hem bağımlılığı oldu hem de felaketi… Ortalığın “yangın yeri”ne dönüşmesini seviyor kimileri…
Hem yangını çıkarıyor, hem de ilk kendisi koşturuyor, söndürmeye…
***
“Gazetecilik” özünde toplumun zihnindeki soruları araştırmak ve yanıtlamak için vardır.
Bilgiye tapınır gazeteci…
İllaki meraklanır, şüphelenir, sorgular…
O nedenle de araştırır zaten…
Gerçeğe ulaşır…
Saklıyı gün yüzüne çıkarır…
Hakikat işçiliğidir bu meslek...
Böylece ayrışır “sıradan” insandan…
Şimdi giderek sıradanlaşıyor.
İlgiyi ve gündemi kendi üzerine toplama maharetine dönüştü gazetecilik, takipçi avcılığına, ölüm pornoculuğuna, kışkırtıcılığa, polemik yarışına…
***
Onca olumsuzluğa rağmen yine de bir dolu gazeteci var, kendini değil bilgiyi öne çıkartan, hakikatin peşine düşen, mütevazı bir emekle araştıran, soruşturan, kurcalayan ve hatırı sayılır bir gelirle, yine de bu mesleğin haysiyetini yükselten…
İyi ki onlar halen çoğunlukta…
“Mum” gibi erirdik yoksa…