Ormanda kaybolmuştu…
Artık gece oluyordu… Biraz sonra zaten ağaç dallarının arasından çok az ışığını verebilen güneş biraz sonra batıyordu artık… Geldiği yolu bulmak ve geri dönmek artık imkansızdı çünkü hiçbir yeri hatırlamıyordu. Ne bir ağaç tanıdık geliyordu, ne bir kaya, ne de topraktan fışkıran bitkiler…
Ne tarafa dönse, “hangi tarafa gideyim” diye düşünse faydası yoktu artık… Aniden hafif bir ışık görür gibi oldu… O yöne doğru yürüdü, yürüdü… Kalabalık ağaçlar arasından bir ev çıktı önüne… Penceresinden yansıyan bir gece lambasından çıkan fitilin ateşiydi… Kapının önünde birkaç kişi odun kırıyor, iki kişi ormanın bir tarafından eve yaklaşıyor, birkaç kişi daha olacaktı ki evin içinden karaltıları geliyordu.
Eve gitse miydi yoksa geri dönüp ormanın içinde yine karanlıklara karışsa mıydı? Böyle düşünürken aniden eve doğru yöneldi ayakları… Sanki o karar veremezken kendinden bağımsız ayakları karar vermiş gibiydi… Evin önündekiler ve ormanın derinliklerinden gelenler karşılarında gördükleri yabancı karşısında hafif bir şaşkınlık geçirdiler. Onların şaşkınlıkları geçene kadar kaybolan kızın sesi duyuldu;
Merhaba… Ormanda kayboldum, sonra evinizin ışığını gördüm. Acaba bana yardımcı olur musunuz?
Şaşkınlıkları geçen ev sahipleri hep bir ağızdan cevap verdiler,
Elbette oluruz. Şimdi içeri gel, kardeşlerimiz yemek hazırlamışlardır, önce karnımızı doyuralım.
İçeriye girdiler… Eve doğru gelirken tedirginlik yaşayan kız, evde başka kızlar görünce biraz rahatladı. Yemekte de evin sahiplerini tanıdı. Yedi kardeştiler… İkisi kız, beşi erkek… Anne ve babalarıyla yaşarken yalnız kalmışlar. Anne-baba ölünce hayatlarına devam etmişler. Ormandaki evde yaşarken, hem ormana bakıyorlar, para kazanıyorlar, hem de evin etrafında ektikleri sebze ve meyvelerle, baktıkları birkaç hayvanla karınlarını doyuruyorlar. Ormanın dışındaki hayatla pek ilgileri yok. Zorunlu olmadıkça ormandan dışarı çıkmıyorlar.
Ormanda yolunu kaybeden kız bu yedi kardeşi çok ilginç bulmuş, hatta biraz tuhaf diye düşünmüştü. Yedi kardeştiler ama yedi cüceler değillerdi… O da pamuk prenses değildi zaten… O yüzden de masal içinde olmadığı kesindi. Yemek ve sohbet faslı bitince sordu yeniden kaybolan kız;
Bana ormandan çıkmam için yardımcı olacak mısınız?
Oluruz ama şimdi değil. Bu gece misafirimiz olursun, yarın güneşle birlikte sana yolu gösteririz.
Olur dedi kız… Biraz daha sohbet ettikten sonra ona da bir yatak yaptılar, herkes uyumaya çekildi.
Ertesi sabah kalktığında sanki başka bir hayata uyanmış gibiydi kız… Yedi kardeşin de yataklarından şimdi kalkmalarına rağmen yüzleri gülüyordu. Şakalaşıyorlardı, hep birlikte kahvaltı hazırlıyorlardı… Kahvaltıda neler yoktu ki! Sütler, yağlar, ballar, reçeller… Bir kuş sütü eksik derler ya… Neredeyse o da olacaktı. Kahvaltıdan sonra kardeşlerden bazıları ormana dağıldı, ormanı avuçlarının içi gibi tanıyan kardeşler, sevgiyle koştular ağaçların arasına… Bir-iki kişi de evlerinin bahçesindeki işlerle uğraşmaya gittiler… Evin işleri kız-erkek ayırımı yapılmadan yapılıyordu. Bu işler olurken şarkılar, türküler bitmedi… Biri diğerine takıldı, diğeri ötekine… Takılmalar mutluluk verdi onlara, şarkılar daha da arttı… Ne dert vardı, ne tasa… Zaman da yoktu… Şunu yetiştiremedim, buna geç kaldım, o olacaktı, bu olacaktı sıkıntısı hiç yaşanmadı… Bu arada ormanda kaybolan kıza bahçede oynayanlardan biri yolunu gösterecekti. Yola koyuldular ama bir gece önce o eve girmek için acele eden ayaklar, bu kez sanki geri geri gidiyordu. Kaybolmuşluğunu bitirmek istiyordu ama öte yandan da zamanın yok olduğu yeri terk etmek istemiyordu.
Uyandı birden… Rüya olduğunu anlayınca düşündü; “kaybolmak mı güzel, şimdi kalkıp işe gitmek mi?”
İKİ SÖZ
Olgun insan güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen adamdır. Confucius
Bilgili bir aptal, bilgisiz bir aptaldan daha aptaldır.
Moliere
PAZAR’LIK…