*** Davlos’tan alınarak Livadya’da (Sazlıköy) “kayıp” edilen papaz Papahrisostomos Hristofi Karayorgi’nin biricik oğlu Hristakis Hristofi anlatıyor…
Davlos’tan alınarak Livadya’da (Sazlıköy) “kayıp” edilen “Davlos papazı” Papahrisostomos Hristofi Karayorgi’yle ilgili olarak biricik oğlu Hristakis Hristofi’yle röportajımızın devamı şöyle:
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Her neyse, onları Kantara’ya götürdüler, kaçmakta olan askerler hakkında bir şey bilip bilmediklerini sordular. Oysa bunlar hiçbirşey bilmiyordu kaçan askerler hakkında. Sonra da onları köye geri getirdiler.
Ertesi günü yani Pazartesi günü gene Kıbrıslıtürk askerler gelip köyü kuşattılar. Erkeklere köyün kilisesine gitmelerini söylediler. Adı F. olan bir Kıbrıslıtürk kendini köylülere tanıttı, kendisini Mağusa’nın “Kaymakam yardımcısı” (Assistant District Director) olarak takdim etti. Bundan sonra herşeyin yolunda gideceğini anlattı. “Sorun çıkarmamak için dikkatli olmalısınız” dedi. Böyle şeyler söyledi yani.
Sonra herhangi bir şikayetimiz olup olmadığını sorunca bazı köylülerimiz davarlarından bazı koyunların bazı Kıbrıslıtürkler tarafından çalındığını söyleyerek bu durumu protesto ettiler. “Tamam, olan oldu artık” dedi F. “Bundan sonra böyle bir şey olursa kimin size sorun çıkardığını bana söyleyiniz, onları kendi ellerimle yakalayıp köye getirecem ve gözlerinizin önünde onları vurup öldürecem” dedi.
Bu adam sivil bir komutan değildi, belki askeri bir komutandı bu Kıbrıslıtürk.
SORU: Galatyalı mıydı yoksa Livadyalı mıydı bu komutan?
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Bize göre hepsi da Galatyalı’ydı çünkü gördüğümüz Kıbrıslıtürkler’in Galatya’dan mı, Komikebir’den mi yoksa Eftagomi’den mi olduğunu ayırdetme olanağımız yoktu, bilmiyorduk bir şey çünkü…
SORU: Yani size herşeyin yolunda gideceği yönünde garanti vermişti bu komutan…
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Evet… Ve köylülerimizden üç kişiyi daha savaş esiri olarak tutuklamışlardı. Onların çok genç olduğunu farketmişler ve böylece tutuklanmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Onları yanlarına alıp Galatya’ya götürdüler. Bu gençlerden birisi 30, birisi 25 yaşlarındaydı, bir diğeri de belki 40 yaşlarındaydı. Sonuçta bu üç köylümüz Pavlidis Garajı’na götürüldüler ve sağ salim geri döndüler.
O gün de böylece gittiler yani geriye kalan diğer Kıbrıslıtürk askerlerle birlikte…
4 Eylül 1974’te köye iki sivil araç geldi. Bunlardan biri H. idi, Galatya’dan geliyordu, yanında M. vardı, o da Galatya’dan – mesleği …. idi… Bir başka şahıs da vardı, A. – bu Eftagomili’ydi… Onun da mesleği …. idi. Onları o anda tanımıyorduk, sonradan sorduğumuzda başkaları bize kim olduklarını anlatmıştı. Yanlarında iki de daha genç Kıbrıslıtürk asker vardı.
Köy meydanına gitmişlerdi. Orada bir kahvehane vardı. Kahvede ne sorduklarını bilmiyoruz. Sonra hemen bizim eve doğru geldiler, bizim ev ilkokulun yanındaydı. İlkokulun karşısında da bir küçük kahvehane ve bir otel vardı.
Onların şöyle sorduğunu duydum, “Papazın evi hangisidir?”
Orada bir aile oturuyordu. Kendilerine “İşte budur papazın evi” diye işaret ettiler.
Bizim eve doğru geldiler.
H. “Papaz nerededir? Onu istiyoruz” dedi.
Ben babamın nerede olduğunu biliyordum ama söylemedim kendine.
“Bilmem nerededir” dedim.
“Anneme sorayım bakayım” dedim.
Anneme gittik.
Annem, “Evde değildir” dedi, “onu neden arıyorsunuz ki?”
“Korkma da önemli bir şey değildir” dediler.
“Niçin ararsınız kendini?” dedi annem yeniden.
“Korkma da önemli bir şey değildir” dedi H.
Üç kez böyle karşılıklı bunu söylediler…
“Birkaç dakika beklersanız, geliyor eve” dedi annem. “Bağa gitti, orada koyunları var, koyunlarını suvarmaya gitti ama gelecek” dedi.
“Merak etme, gidip buluruk kendini orada ve orada konuşuruk kendisiynan” dedi H.
Evden 250 metre kadar uzaklıktaydı bu bağ…
SORU: Mandra mı vardı orada?
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Hayır, mandra değildi, bağdı… Yesinler diye koyunları orada tutardı… Arabalarıyla oraya gitmeye başladılar. Biz de onları takip ediyorduk. Oraya vardıklarında babamdan yola çıkmasını istediler. Babam onlara doğru geldi. Koyunlar da babamı takip ediyordu… Ona bir şey söylediler. Bunun üzerine babam, “Gelip koyunları eve götürün” diye işaret etti. “Koyunları eve götürün” dedi. Sonra arabaya bindi. Ve köyden ayrıldılar.
SORU: Arabayla götürdüler onu…
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Evet, Komikebir’e doğru gittiler. Geri dönüp köyün ortasına doğru gideceklerini sandık ilk. Çünkü bir gün önce olduğu gibi, gene sokağa çıkma yasağı vardı. Ancak öyle olmadı.
SORU: Yalnız aldılar yani babanızı.
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Evet. Ve 15 dakika sonra bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü devriyesi köye geldi. Onlara bu olayı anlattık. BM Barış Gücü devriyesi de bize söz verdi, “Tamam, peşlerine düşeceğiz, neler olduğunu öğrenip size bilgi vereceğiz” dedi…
SORU: Bunlar herhalde İsveçliydi…
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Sanırım öyleydiler. Sanırım Mağusa’dan geliyorlardı. Eftagomi’de bir nöbet yerleri vardı ancak bunlar landrover’le gelmişlerdi, sanırım Mağusa’dan geliyorlardı. Devriye görevindeydi bunlar. Hiçbir zaman geri dönmedi bu BM Barış Gücü askerleri. Ancak anında kayda geçmişti bu olay.
Bir süreliğine babamın bir savaş esiri olduğunu düşünmüştük… Savaş esirleri serbest bırakılacağında, onun da serbest bırakılmasını bekliyorduk. Hiçbir zaman geri dönmedi oysa…
Bu arada babamın tutuklanmasından bir gün sonra çatışma da içeren bir olay olmuştu…Flamudi’de olmuştu bu (şimdiki adıyla Mersinlik – S.U.)
İki Kıbrıslırum asker orada öldürülmüştü.
Onlardan geride kalanları buldular – ben orada neler olduğunu bildiğim için süreci ben başlatmıştım bu iki “kayıp” askerin aranma sürecini… Onlardan geride kalanların bir kısmını kazılarda buldular. Cenazeleri de yapıldı bu askerlerin.
SORU: Orada saklanıyorlar mıydı?
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Evet… Birkaç küçük gruptu bunlar. Bunlardan bir kısmı yaya olarak kaçmayı ve Dikelya’ya varmayı başardı. Bazıları kaçtı ve daha sonra Apostolos Varnavas bölgesinde tutuklandılar. Ve bazıları da burada çatışmaya girişti, başka seçenekleri kalmamıştı çünkü, silahlı Kıbrıslıtürkler tarafından çevrilmişlerdi… İki saat kadar çarpışmışlardı, öldürülünceye kadar… Ve bu beş kişilik gruptan üç tanesi de kaçmıştı. Bölgede saklanıyorlardı. Bu olay 5 Eylül 1974’te meydana geldi. Anlaşılan oydu ki Kıbrıslıtürkler her gün bu bölgeye giderek onları aramaktaydılar. Bir mağarada kalmışlardı birkaç günlüğüne. Bir gün o mağaradan ayrılmaya karar verdiklerinde Kıbrıslıtürkler tarafından görülmüşlerdi. Tekrar koşarak mağaraya döndüler. Ancak bulundular. Ve tutuklandılar.
İki kişi öldürülmüştü, saklanan üç kişi ise 14 Eylül 1974’te tutuklanmıştı.
O günden hemen sonra Galatya’ya götürüldüler, sonra Mağusa’ya ve Pavlidis Garajı’na götürüldüler. Ve sonra da serbest bırakıldılar.
Ancak tutuklandıklarının ertesi günü yani 15 Eylül tarihinde sözünü ettiğim H. köye geldi – köye geliyordu, sokağa çıkma yasağı ilan ediyordu, bizleri tehdit ediyordu, eğer bu saklanmakta olan askerlerin yerini söylemezsek tüm köyü yerinden kaldıracağını, kadınları başka bir Kıbrıslıtürk köyüne, erkekleri başka köye göndereceğini söylüyordu. Çocukları da başka bir köye yollayacağını söylüyordu. “Sizi buradan alırsam, bir daha kimse yüzünüzü göremeyecek” diye tehditler savuruyordu.
Bu birkaç kez tekrarlandı köyde. Güneşin altında duruyorduk bütün gün, bunları dinliyorduk. Listeden kontrol edip hepimizin orada olup olmadığına bakıyorlardı. Biri kayıpsa listenin başından sonuna tekrar gözden geçiriliyordu… Bütün gün orada güneşin altında dikilip duruyorduk…
Bunu yaptıklarının ikinci günü bize “Bizim komutan hastadır, yarın tekrar geleceğim. Yarına kadar bana askerlerin yerini söylemezseniz, bu köyü buradan kaldıracağım” demişti. Ancak gelmedi geri.
Size bahsettiğim F. geldi, öfkeli biçimde birşeyler söyledi ve oradan ayrıldı.
Anlaşılan odur ki neler olup bitmişse, onun komutası altında gerçekleştirilmekteydi. İnandığım budur.
SORU: Yani F. demek istersiniz…
HRİSTAKİS HRİSTOFİ: Evet, emirleri veren F. idi…
O gün annem H.’ye gitmiş ve sormuştu…
“Papazı tutukladınız, nerededir papaz?” diye sormuştu H.’ye.
H. de ona, “Papaz şeherdedir” demişti, yani Lefkoşa’yı kastediyordu.
“Ben onu savaş esirlerinin tutulduğu yere verdim” demişti.
Bu, ilk savaş esirlerinin bırakılmasından önceydi.
16 Eylül 1974 idi…
Onun bize doğru söylediğini sanmıştık.
Çünkü papazın Lefkoşa’da olduğunda ısrar ediyordu.
Tüm savaş esirleri serbest bırakıldıktan sonradır ki papazın “kayıp” olduğunu anlayacaktık.
Bazı detaylardan söz etmek istiyorum.
2 Eylül 1974’te, esas sokağa çıkma yasağı sonrasında sabahleyin, küçük bir grup Kıbrıslıtürk köye gelmişti, bunlar yüksek rütbeli insanlardı. Köydeki belirli ihtiyaçların listesini çıkarmaya geldiklerini söylediler, bebekler için süt, kahve, tütün, şeker gibi… Enklavlarda kalanlara götürmeleri gereken şeylerdi bunlar. Babamın henüz köyden alınıp “kayıp” edilmediği günlerdeydi bu. 2 Eylül yani… Babamdan bu listeyi yapmaları için yardım istemişlerdi. Tabii babam köyün sorumlusu değildi. Ancak karşılarında onu buldukları için babamdan yardım istemişlerdi.
H. yanlarına gelerek İngiliz pasaportlu insan olup olmadığını sormuştu.
Babam da H.’ye “Evet benim İngiliz pasaportum vardır çünkü orada çalışıyordum, bu yüzden İngiliz pasaportum var” demişti.
Bu önemli bir noktadır. Aynı gün öğlen vakti köyde araştırma yapmakta olan aynı H. evimize geldi. Evimizde yoklama yaptı, “silah, asker vesaire” aramaktaydı!
Sonra da “İtiraf etmeliyim ki temizsin” dedi babama. “Sana karşı herhangi bir şey bulamadık” dedi.
Bundan birkaç dakika sonra bir başka köylüsüyle bir kutu hap gönderdi.
Bu adam “Hap istemişsin, işte hapların” dedi.
Evet babam hap içiyordu ama hiçbir zaman hap siparişi vermemişti. Yeterince hapı vardı evde.
“Yok, bunlar benim değil” dedi adama. “Başkasının hapları olmalı bunlar” dedi. Ve hapları almayı reddetti.
Ve bundan iki gün sonra H. köye geldiği zaman papazın evi nerede diye soruyordu… Bunu unutması mümkün değildi.
Bir nedenden ötürü unutmuş ya da bilmiyormuş gibi yapıyordu.
Köylülerin ihtiyacı olan maddeleri yazmaya gelen Kıbrıslıtürkler arasında askeri subay üniforması giyen birisi vardı. Babama gelerek “Sakalını kesmen lazım” dedi. “Eğer sakalını kesmezsen gelen defa ben köye gelene kadar, o zaman başın derde girecek” demişti. Babam bize bu adamın kendisini tehdit ettiğini anlatmıştı… Bunu hatırlıyorum. Bu adamın kim olduğunu bilmiyoruz, yüksek rütbeli askeri bir yetkiliydi bu… Tek bir kez köye geldi, sonra da gelmedi hiç.
SORU: Ne kadar kalmıştınız köyde?
HRİSTAKİS HRİSTOFİS: 29 Haziran 1975’e kadar köyde kaldık… Ve bütün köye yani 228 kişiye ertesi günü köyden ayrılacakları bildirilmişti. Yani 30 Haziran 1975’te… Köyden ayrılmadan bir ay kadar önce bir başka Kıbrıslıtürk bulmuştuk – dedem ona H.’nin babamı tutukladığını söylemişti. “Ben H.’yi bilirim, gidip sorar ve öğrenirim” demişti bize. Gidip sormuş, H. de ona “Uuu? Papaz köye dönmedi mi? Ama ben onu teslim etmiştim Pavlidis Garajı’na” demiş.
Köyden ayrılmadan üç hafta önce, Denktaş her hafta geliyordu, her Pazar köyden geçiyordu – belki Trabzon’dan gelecek göçmenler için yer bakıyordu. Ona da papazın durumunu bildirmiştik. “4 Eylül’de onu kim tutukladı? Kıbrıslıtürkler mi yoksa Kıbrıslırumlar mı?” diye soruyordu! 4 Eylül’de orada Kıbrıslırum askerlerinin bulunması imkansızdı, kendisi de bunu biliyordu ama “mış” gibi yapıyordu… O da kendi oyuncuğunu oynuyordu. Elbette kayda geçiriyordu bu şikayetimizi ancak eminim ki kendi adamlarından papazın başına neler geldiğini biliyordu. Ondan sonra hiçbir zaman geri gelip bize bir şey söylemedi. Ancak eminim ki o zaman sorduğumuzda ne olduğunu bilmekteydi. Bilmemesinin imkanı yoktu.
1975’te güneye geldiğimizde Strovulos bölgesinde bir çadır kampı vardı, oraya gelmiştik. “Kokkines” diye bir çadır kampıydı bu. 20 ay kadar bu çadır kampında kaldık. İlk yapılan göçmen evlerine taşınıncaya kadar orada kalmıştık.
SORU: Anneniz hayatta mıdır?
HRİSTAKİS HRİSTOFİS: Hayır, hayatta değildir… 2003 yılında vefat etti annem… Barikatlar açılmadan birkaç ay önce hayata veda etti.
DEVAM EDECEK