Tekke Bahçesi’ne “Önder İbrahim” adı altında 1974’te defnedilen İsmail Bekir, Kayıplar Komitesi’nin kazıları ardından DNA testleriyle kimliklendirildi… Ailesi “kayıp” İsmail Bekir için 43 yıl aradan sonra 16 Ekim 2017 Pazartesi günü Boğaz Şehitliği’nde cenaze töreni düzenliyor…
Haziran 2012’de bu sayfalarda yayımladığımız röportajlarımızla, “kayıp” İsmail Bekir’in sevgili eşi Fatma İsmailoğlu ve sevgili kızı Ülfet Canseç’in söylediklerine geniş yer vermiştik…
O günlerde yazdığımızı yazının devamı şöyle:
SORU: Bütün dünyada kayıp yakınları böyledir, Rumlar’da da böyledir, onlar da kapılar açıldığında zannederlerdi ki bulacaklar... Mesela bir Kıbrıslırum kadınla tanıştım, dedi ki bana “Benim kocam öldürülmüş olamaz çünkü sarışındı, renkli gözlüydü, üç-dört dil bilirdi. Belki onu yabancı sanmışlardır, herhalde güzel bir Kıbrıslıtürk kadınla evlenmiştir...” Ve kuzeye geçip acaba kocasını yolda sokakta görebilir mi diye arardı sürekli... Arar hala daha yani kocasını, bekler... Çünkü somut olarak naaşını görmeyince, umudunu kesmen, kesemen...
ÜLFET CANSEÇ: Siz diyeceksiniz ki 35 sene geçti üstünden... Daha fazla... 38 sene geçti... Ama bunu beyninde bildiğin halde, 43 yaşında oldum ben, hala daha o umut var yani içimde, Rum tarafına geçtiğimde böyle bakarım, acaba babamı görebilecek miyim... Babam acaba şuurunu mu kaybetti, artık geçemeyeceğini düşünüp evlendi, çoluk çocuk sahibi mi oldu diye kendi içimde her zaman düşünürüm...
SORU: Halbuki mantıken baktığında tamamen imkansızdır bu çünkü güneyde kaybolsaydı evet ama Boğaz’da kayboldu, Kıbrıslıtürkler’in egemen olduğu bölgede kayboldu...
ÜLFET CANSEÇ: Yer yarılıp içine girmedi ya! Kimse bize bir şey söylemiyor, elimi uzatırım bir şey yapayım, yarım kalır... Öbür elimi uzatırım, öbür yarım kalır... Artık açıklığa çıkmasını isterim...
SORU: Babanı bulmak için neler yaptıydın?
ÜLFET CANSEÇ: Biz hep annemin anlattıklarını dinledik, o kadar yıl da, açık söyleyim size, hiçbir zaman araştırmak istemedim, bulmak istemedim, o umut içimde kalsın diye... Öyle inandım, öyle kaldı... Dediğim gibi size, yolda gezerken bile Rum arabası gördüğümde bakardım, acaba içinde babam var mı? Acaba esir mi düştü? O tarafta mı kaldı? Şuurunu mu kaybetti? Yoksa zorlandı mı o tarafta yaşamaya? Hep böyle içimden geçirdim yani... Son gördüğüm rüya beni artık çok etkiledi...
SORU: Ne zaman gördüydünüz bu rüyayı?
ÜLFET CANSEÇ: Bir on gün oluyor... Gece uyurken... Ki ben babamı bir oğlumu doğurduğumda gördüm, bir da son gerçek babam olarak, yüzünü, her şeyini, son rüyamda gördüm. Geldi, dedi ki “Babam nolur artık beni bulun... Bul beni babam, artık istemiyorum, bulun beni” dedi. Uykumun içinde uyandım, dedim ne yapabilirim, ne edebilirim, kendi kendime düşündüm. Hatta okula gittiğimde, arkadaşlar dedi “Neyin var?” Gözlerimden yaşlar akardı yani... Dedim böyle böyle yani, ben artık babamı bulmak isterim. Bir yerden başlamam lazım. Aklıma Mersin Hastanesi geldi. Telefon numarasını bir şekilde bir arkadaşım buldu. Bana ulaştırdı. Araştırmamda gördüm ki orada Kıbrıs Şehitliği var. Belki kayıtlardan oraya gitti mi, gitmedi mi, en azından o soru işareti kafamızdan kalkar diye düşündüm. Mersin Hastanesi’ni aradım, Mersin Hastanesi yetkilileri dedi ki “Beş yıldan sonra biz kesinlikle kayıtları atarız, 74’ten imkansız, bulamazsınız böyle biri var mıydı, yok muydu” diye.
Bu arada tanıştığım komutanlar vardı, onlara sordum, yok uçurum vardı, yok uçuruma atıldılar, yok Türk askeri ilk çıktığında Rum-Türk bilmezdi, hepsini öldürdü dendi Boğaz’da, biliyorsunuz Çıkartma’yla Boğaz yakındır. Hatta bir tanesi dedi ki Türk askeri bilmediği için Rum-Türk, tipleri birbirine benzer ya, hepsini öldürürdü. Komutan demiş ki “Öldürmeyin, bunların içinde Türkler da var!”
“E nasıl anlaycayık komutanım?” demiş asker...
“Söyleteceksiniz “üç” diye. “Uç” dersa Rumdur...”
Böyle şeyler bile duydum yani... İnsanlar bunları anlatırdı bana...
Gece yatmışlar bunların bölüğü, hepsi yatmış uykuya, bir tanesi kalkmış tuvalete gitsin ve döndüğünde bakmış her
Benim da ilk aklıma gelen Mersin oldu. Mersin Hastanesi’ni arayınca beni yönlendirdiler Mezarlık Müdürlüğü’ne. Mezarlık Müdürlüğü’nü aradım, dedim ki “Böyle böyle...”
Adam da samimiyetinden “Sen hiç merak etme, öyle bir şey varsa ben sana yardımcı olacam” dedi.
Ertesi günü aradı, “Böyle bir isim yok kızım” dedi, “Yalnız işte Zeki isminde biri var, burada gömülüdür. Ama bir yıllık taradım, 74’ü olduğu gibi taradım, böyle isimde birini biz bu mezarlığa gömmedik” dedi.
Ben okuldayken arkadaşlarım bu halimi anladı ya, İsmail diye bir arkadaşım var, onun kayınpederi Girne Boğaz bölgesinde komutanmış. Bahsetti Sermet Bey’e...
“Ben bir araştırayım, arayım hocanımı da konuşalım” dedi.
Sermet Bey aradı işte, babamın ismini, soyadını, doğum tarihini, nerede öldüğü, nasıl öldüğü veya kayıptır, nereye gittiği hususunda bilgi istedi. Ben bildiklerimi anlattım Sermet Bey’e. Babamı son vurulmuş gördüler ama öldüğünü kimse görmedi. Babamın vurulduğunu gören bu Değirmenci amcaydı, biz çocukluktan beri “Değirmenci amca” deriz kendine, Yorgozlu... O diyor ki “Ben geri dönüp baktığımda, İsmail’i omuzundan vurulmuş gördüm ama öldüğünü görmedim...”
Peki bu adam nereye gitti? Bütün mezarlıkları annem açtırdı, tarattı. Nereye gitti bu adam? Yaralandıysa naptılar? Veyahut öldüysa naptılar?
Sermet Bey ertesi gün bana döndü, bazı komutanlarla temasa geçmiş, Boğaz’da olan komutanlarla...Hasan Bey diye biri, ölüleri, şehitleri defnederlerdi o zaman, “Ben çok iyi hatırlarım, emekli çıkmadan önce da bunun için dilekçe verdim, aynı isim altına iki kişi Boğaz’dan gömüldü, biri Boğaz’a, biri Tekke Bahçesi’ne... Boğaz’dakini açtırdılar, kimliği çıktı adamın, gerçek Önder İbrahim odur, Tekke Bahçesi’nde aynı ismi taşıyan Önder İbrahim yazılı mezarda olan İsmail Bekir olabilir...” Hasan Kutay söylemiş bunları Sermet Bey’e...
“Ama böyle bir şey var mı, yok mu, siz gene da gidip bakın” dediler.
Ben aynı gün annemi da aldım, bütün mezarlıkları gezdim. Gerçekten Tekke Bahçesi’nde Önder İbrahim var, Boğaz’da da Önder İbrahim var.
Önder İbrahim’in kızkardeşi Sevilay Hanım’la da konuşacam. Hem Tekke Bahçesi’nde, hem Boğaz’da mezarı var. Gerçekten var...
SORU: Hasan Kutay, o dönem savaşta ölenlerin gömülmesinden sorumluydu dediniz...
ÜLFET CANSEÇ: Evet, ölülerin gömülmesinden sorumluymuş... Hasan Bey’i ben çoktan beri tanırım aslında, hiç da aklıma gelmedi öyle birşeyle alakası olabileceğini yoksa ben çoktan soracaktım. Girne bölgesindedir. Benim bir arkadaşımın da çok iyi tanıdığıdır, hatta kaç defa oturduk, sohbet da ettik ama hiç aklıma gelmedi. Sadece nerede olduğumu sordu, Pelatusalı, Baflı dedim, o kadar. Adamın asker olduğunu falan bilmezdim çünkü genelde askerlere sorarım, komutan gördüğümde sorarım, “Böyle böyle, benim babamla ilgili ne bulabilirim” diye...
SORU: Tekke Bahçesi’yle ilgili bir şey daha söylediydiniz, bir akrabanızla ilgili...
ÜLFET CANSEÇ: Kamyonun içerisinde savaşta ölenler varmış, Tekke Bahçesi’ne gidiyormuş bu kamyon, ölülerin gömülmesi için... Bu akrabamız çevirmiş bakmış ve demiş ki “Bu bizim İsmail’dir”, tekrar çevirmiş, kapatmış. Kabullenmek mi istemedi? Kendi bu kara haberi vermek mi istemedi bizlere? Bilmiyorum artık. O insanın psikolojik durumuna bağlı...
SORU: Birinci harekatta olur bütün bunlar...
ÜLFET CANSEÇ: Evet, birinci harekatta olur çünkü ateşkes olduktan sonra Göçmenköy’den Kumsal’a gideriz, oraya alırlar bizi... Ben çocuk aklımla pencereden bakardım, hiç unutmam, uçaklar atardı Türk askerlerini paraşütlerle... Bir tanesi elektrik tellerinin içine düştüydü ve paramparça olduydu, çocukluğumdan bunu hiç unutmam... O silah seslerini, o uçak seslerini... Şimdi 20 Temmuz olur ya, bizde uçaklar geçer, herkes çıkar sevinir, ben saklanırım... Çünkü o duyguyu yaşarım... Beş yaşında... Diyeceksiniz ne kadar aklın keserdi beş yaşında?
SORU: Ben da 63’te beş yaşındayım, ben da o dehşeti hatırlarım, kurşun, bomba seslerini, evden kaçışımızı, göçmen oluşumuzu, raşınları, o savaş korkusunu...
ÜLFET CANSEÇ: Her şey aklındadır, kötü olayların hepsi aklındadır. Neyi hatırlarım? Babamın – hayal meyal – Su İşleri Dairesi’nde işlediğini, annem beni köye gönderdiydi Baf’a, babam hiç gitmemi istemediydi, zorla geri getirttiydi... Gittim böyle köşecikten, yasaktı da işyerine girmek, gittim kenardan, babam geldi, sarıldı, “Bir daha seni bırakmaycam kızım” dedi ama bıraktı... Bıraktı Sevgül Hanım... Ben bulmak isterim onu artık, gerçekten...
SORU: Babanla neler yapardınız?
ÜLFET CANSEÇ: Benim süslenmemi hiç istemezdi, saçlarım kıvırcıktı, anneme derdi “Büyüsün kızım, ütüledeceyim kendine saçlarını!”
SORU: Onun için şimdi düz oldu saçların...
ÜLFET CANSEÇ: Evet...
ÜLFET CANSEÇ: Evet... Babam öyle isterdi... Bir defa bakkala gittik annemnan, bir bebek gördüm... Babam beni çok severdi, tek kızdım, kız çocuğunu zaten çok severdi, ben doğduğumda çok sevinmiş, annem anlatır. Gittik bakkala, bir bebek gördüm, annemden istedim, annem “Hayır” dedi. Babam işten geldi, annem da bir şey yapardı, evde yoktu yani annem. Babama söyledim, gizli gizli gittik aldık bebeği! Dolabın üstüne sakladık, annem görmesin! Her istediğimi yapardı...
Bir defa oje sürdüm tırnaklarıma, hiç küçükken süslenmemi istemezdi, tuvalete kapattıydı beni, sonra geldi aldı, sarıldı, öptü, öptü, öptü... Çok severdi...
Denize götürürdü, gezdirirdi, çocuklarıyla çok ilgilenirdi...
Arabamız yoktu ama götürürdü bizi her yere...
Şeyi hatırlarım... Evimizin önü boştu böyle, bomboş, toprak bir yerdi... Evler böyle “U” şeklindeydi... Bir lastik vardı yolun orta yerinde, ben da kardeşimle lastikle oynardım, ben dört yaşındaydım, o da iki yaşında herhalde. Babam sadece demircilik yapmazdı, gece Alasya Restorant’ta garsonluk da yapardı. Çok işlek bir insandı, herkes çok severdi kendini... Babam geldi, uyur içeride, annem evişi yapardı, ben kardeşimle oynardım. Araba geldi, çocuk aklı, ben dört yaşında, kaçtım, kardeşimi bıraktım lastiğin içinde! O da görünmez! Araba aldı altına çocuğu! Annem çığlık attığında araba durdu, kardeşim kaldı arabanın altında! Aklıları kesmedi, geri vitesi koydular geri alsın diye, kardeşim Aysan’ın üst başını hep aldıydı! Deriyi olduğu gibi aldıydı, babam hiç unutmam çığlıklardan kalktıydı, üstü çıplaktı ve kanlar süzülürdü üstünden, kaptıydı Aysan’ı, koşa koşa hastaneye gittilerdi...
Bana “Maydanoz ağacına asacam seni” derdi!
Biz da çocuktuk, bunu ağaç sanırdık, ceza verecek diye düşünürdük ama babam bizi çok severdi, bizimle vakit geçirmeyi çok severdi...
SORU: Üç kardeşsiniz...
ÜLFET CANSEÇ: Evet, üçümüz de üniversitede okuduk. Ayhan öğretmen oldu, ben öğretmen oldum, Aysan Türkiye’ye gitti, Karadeniz’de Gümüşhane diye bir bölgede üniversiteyi kazandı... Çok hasta olunca Öğretmen Akademisi sınavına girdi, kazandı, o da öğretmendir. Üçümüz da öğretmen olduk, üçümüz aynı anda üniversitede okuduk, aramız bir buçuk yaştır, bir buçuk yaş olduğu için annem çok zorlandı ama okuttu bizi. Harçlıklarımızı biriktirdik, annemize destek olduk... Şimdi annemizi bırakmayık çünkü hayatta bir annemiz kaldı, biz da üçümüz, kardeş... En yakın, bilirsiniz. O bizim için canını feda etti, hayatını feda etti...
SORU: Önder İbrahim’in iki ayrı yerde gömülü olduğunu öğreninca Kayıplar Komitesi yetkililerinden Murat Soysal’ı aradığınızı anlattıydınız bana...
ÜLFET CANSEÇ: “Ben da ekibimi yönlendirecem, gerekli araştırmayı yapsın” dedi bana Murat Soysal Bey. “Komutanlıktan izin isteyceyik Tekke Bahçesi açılsın” dedi. “Madem ki bu mezar bellidir... Gidip Önder İbrahim’in kız kardeşi Sevilay Hanım’la da görüşebilin bakalım naptılar, nasıl buldular...” dedi.
Çünkü Boğaz’dakinden kimlik çıktı ve ayrılsın diye onlar Mustafa’lık koydular... Ayrılsın iki Önder İbrahim... Boğaz’daki Mustafa Önder İbrahim’dir, Tekke Bahçesi’ndeki Önder İbrahim’dir. Önce Önder İbrahim’di ikisi da, ne zaman açtırdılar, o zaman “Mustafa”lığı koydular.
DEVAM EDECEK