“Kayıp” sahibini arayan ayna...4

Sevgül Uludağ

1963 yılında Lefkoşa’da bandabuliya yakınında bazı Kıbrıslıtürkler tarafından eşi Yannis’le birlikte öldürülerek “kayıp” edilen Gagullu Ellinas’a ait aynayı bulan ressam Ferah Kaya, bu aynayı Gagullu Hanım’ın ailesine iade etmeye hazırlanıyor...

Ferah Kaya’yla yaptığımız röportajın devamı şöyle:

 

SORU: Peki senin orada yaşadığın ve hatırladığın döneme dönersak, Yanni ve Gagullu’nun evinin bitişiğinde Konyalı Otel vardı…
FERAH KAYA:
Evet… Konyalı Otel, Baflı Şerifaba’nın kocasınındı. Adı Hüseyin Konyalı idi, Hüseyin Dayı… Konyalı üstteydi, Konyalı’nın altında, bizim hemen yan tarafımızda Hasan Dayı berberlik yapardı. Onun yanında Ali Raci’nin dükkanı vardı. Yeküncülük yapardı. Ali Raci, diş doktoru Gülin Hanım’ın babası… Onun yanında AYKO vardı. AYKO’da çalışan da, Dr. Mehmet Yağlı’nın babası Hasan Dayı’ydı… O da Sindeli olduğu için bilirdik kendini. Galiba AYKO oradan taşınınca, orası Hacıali’nin tavukçuluk dükkanı olduydu…

SORU: Peki köşeyi dönünca, kim vardı AYKO’nun yanında?
FERAH KAYA:
Köşede en son, hana girişin köşe başında Hasan Felek’in babası İbrahim Dayı vardı rahmetlik. Bira, kola falan satardı gençlere.

Gagullu’nun evinin karşısında Berkiye Hanım vardı – bir oğlu, Mehmet, Pasaport Dairesi’nde çalışırdı. Yani Rum tarafındaki Pasaport Dairesi’nde çalışırdı. Ondan sonra Şişman Dayı’nın iki tane dükkanı vardı. Hüseyin Şişman’ın dükkanları vardı. Amcamın da dünürüydü Hüseyin Şişman. Yani amcamın oğlu, Hüseyin Şişman’ın kızıyla evlendiydi.

SORU: Onun bitişiğinde Mesut Bakkal amcanın bir dükkancığı vardı orada, depo olarak kullanırdı, sonra da ayakkabıcı olduydu dediydin bana…
FERAH KAYA:
Evet, evet…

SORU: Başka birini hatırlar mın oradan?
FERAH KAYA:
İşte Musa Efendiler vardı. Ama hanımının ismini şimdi hatırlayamayacağım… Bir hanımefendiydi, bahçelerinde balçık hurmalarından vardı, her kestiklerinde her sene, komşulara da verirlerdi. Birbirimize verirdik… Onlar bandabuliyanın ikinci kapısının karşısındaydı. Daha sonra da tatlıcı vardı orada, basdiş yaparlardı, dondurma yaparlardı, Aksoy’lar… Rüstem eniştem da dondurmalarını götürürdü ve dondururdu kendine. Aksoy’un imalat yeriydi orası.

SORU: Mesut Bakkal, büyük bakkaldı…
FERAH KAYA:
Evet, dağıtım da yapardı. Hem perakende satışı vardı, hem da dağıtım yapardı. Babam mesela gezer dağıtım yapardı, köylere da dağıtırdı. Şehir içindeki mahalle aralarındaki küçük bakkallara da dağıtırdılar. Şeker, pirinç, torba torba… Okkaynan değil da torba torba dağıtırlardı.

SORU: Gagullu’nun evinde otururken, nasıldı yaşam bandabuliya ve çevresinde?
FERAH KAYA:
İkinci kapı, yeküncülerin olduğu yerdi. Yani biz gece uykularını da uyuyamazdık… Köylerden arabalar erken gelebilsin diye, mal getirsin, köyden çıkan sebzeleri, ürünleri getirsin diye erken erken gelirdiler… Getirirdiler ve arabalar tartılırdı galiba, tartıcılar vardı. Onları beklerlerdi gelsin, tartılsın, sıra kuyruğa girerlerdi… Yani cıvıl cıvıl, çok kalabalıktı mahalle…

SORU: Arka taraf da handı zaten…
FERAH KAYA:
Arka taraf handı, büyük han buydu. “Büyük Han” dediğimiz Lefke hanıydı, Lefke otobüsleri “Büyük Han” dediğimiz yerde dururdu. Burası da Hancı Hasan’ın Hanı’ydı… Burasının adı “Deveciler Hanı”ydı…

SORU: Hancı Hasan kimdi?
FERAH KAYA:
Yengemin babası, Mesut amcamın hanımının babası. Vadilili’ydi o da… Yani o da yeğen yetişirdi gene babaanneme…

SORU: O işletirdi hanı…
FERAH KAYA:
Evet… Hanı o işletirdi.

SORU: Ben hatırlarım onun dükkancığını orada…
FERAH KAYA:
Yan tarafta galiba kahve yapılan bir yercik da vardı. Bir hanım hatırlarım, karı-koca kahve yaparlardı. Gene o barakacıktan bir yer vardı, şu anda yoktur o… Orada da kebap yapan birisi vardı. Bir kadın… Bir adam… Gelen otobüslere, şöförlere, köylülere kebap yaparlardı o barakacıkta. Gene o hanın ucunda köyden gelen tavuklar, hindiler, güvercinler, hanın bir ucunda eski bir yapı, bir ev vardı iki gözlü, orada oturanlar vardı hanın içinde. Onlar alırdı o gelen hayvanları ve oradan bandabuliyaya satarlardı…

SORU: Bandabuliyanın içinde kasaplar da vardı…
FERAH KAYA:
Evet, mezbahada kesilir da gelirdi… Kesim yeri yoktu.

SORU: Demek ki sabahtan akşama bir dövünme vardı sizin mahallede…
FERAH KAYA:
Evet.

SORU: Siz tam ortasındaydınız…
FERAH KAYA:
Tam ortasındaydık ama benim çok hoşuma giderdi. Böyle kalabalıktı, akşamüzerileri böyle gannavuri satılırdı kavrulmuş, kelle kebap satanlar vardı, geçerdi.

SORU: Yani seyyar demek isten…
FERAH KAYA:
Evet… Sonra kış akşamları içilen salep satarlardı, onlar muhakkak dururdular, salepçi, alırdık… Bir da başı beyaz yemeni, ince uzun, zayıf, boylu bir kadın kavrulmuş gannavuri satardı, kağıttan külahçıkların içinde böyle… Tepside böyle sıralı… Alırdık yani, onun için hoşuma giderdi.

SORU: Başka ne satarlardı seyyar o civarda?
FERAH KAYA:
Sütçü da gelirdi… Süt satardı, biz da alırdık. Annem da alırdı çünkü biz köydeyken alışıktık diye, annem alır da sütlaç yapardı. Sütlü erişte yapardı… Severdik… Yoğurt da çalardı annem. Arabacıklarda çok satışlar vardı da arabacıklar da çok geçerdi böyle, domates satarlar, salatalık satarlar, eskiden Lefkoşa’da sokaklarda çok satarlardı… Çok cıvıl cıvıl bir mahalleydi. Ben şu anda Taşkınköy’de yaşarım ama Lefkoşa’da yaşarım demem… Ancak o mahalleye, bandabuliyaya, Ayasofya’ya gidinca “Hah! Lefkoşa işte burası” derim…

SORU: Hocalar da değişti. Eskiden Gürses’ti ezan okuyan… Artık ezanları tanımayık, şekli şemali değişti… Ne tür ezan okurlar, gerçekten tuhaf… Çünkü kalktı buradaki Din İşleri, Türkiye’ynan anlaşma imzaladı ve “dini konuları standartlaşma”ya imza attı… Kıbrıs’ı Türkiye’yle “senkronize etmeye” çalıştı. Şimdi ezanlar da artık farklılaştı… Ama eskiden Ahmet Gürses okurdu Ayasofya’da, hatırlarım… Sesini tanırdık…
FERAH KAYA:
Evet… Bedestan yan tarafta, eski halini bilirim. Şimdi restorasyon yapıldı, kullanılır bir duruma getirildi.

SORU: Sen tahsile gittikten sonra Gagullu’nun evindeki o küçük odada bakıp tarandığın aynayı ailen bir yakınlarına verdiydiler… Zaman geçti… Ne zaman ki bu Gagullu hikayeleri çıkınca sen bu aynayı hatırladın, buldun buluşturdun, o aynayı temin ettin.
FERAH KAYA:
Ya, ya… O ayna şu anda bendedir. Bu aynayı, kendi dinince nur içinde yatsın, rahat uyusun, Gagullu’nun ailesine vermek isterim… Hatıra olarak… O aynanın bende da bir hatırası var, benim gençliğimin hatırası var… Ve o aileye da kendi yakınlarının hediyesi olarak, anısı olarak seve seve hediye edeceğim…

SORU: Mayıs’ta gelecek Gagullu Hanım’ın bir akrabası, hem DNA örneği verecek Gagullu için, o zaman buluşturacağım sizi…
FERAH KAYA:
Ya, seve seve buluşuruk, tanışırık…

SORU: Daha önce gittik baktık, evin önünde resimler çektik… Gördüler yani… Yayınladıydım zaten bana yazdığı mektubu… Chris Zahariu… Londra’da yaşar ama bir evi da Kıbrıs’ta var, onun için birkaç ay onda, birkaç ay bunda, giderler gelirler.  Sana da çok teşekkür ederim sevgili Ferah, bu kadar ince düşünüp Gagullu’ya ait bu aynayı bulup geri aldığın ve ailesine iade edeceğin için…
FERAH KAYA:
Evet, Gagullu’nun hikayesi gündeme geldikten sonra bu ayna aklıma geldi ve bu aynayı geri aldım o yakınımızdan sonuçta… Ve seve seve ailesine geri vereceğim… “Kayıp” akrabalarından bir hatıra olarak…

SORU: Tabii bütün resimlerine girdi o eski Lefkoşa… Gagullu’nun yaşadığı, senin yaşadığın evini çizdin yağlıboya bir tablonda… Eski Lefkoşa’dan kapılar, pencereler, manzaralar çizdin… Kiremitlerin üstüne bize özgü çiçekleri çizdin…  Gagullu’nun portresini çizdin, o bizim için çok önemliydi, tek bir fotoğrafını bulamadık kadının, çok teşekkür ederiz bunun için…
FERAH KAYA:
Rica ederim…

SORU: Bu resim merağı nereden başladıydı, ne zaman başladıydı?
FERAH KAYA:
 Resim merağım lisedeyken başladı ama üniversiteye kontenjanla alınırdı, ben gitmekte gecikince, kontenjanlar dolduydu, resim tahsili yapamadım. Ancak emekli olduktan sonra tekrar başladım. Çalıştığım devrelerde arada resim yapmaya uğraşırdım ama çocuklar da vardı diye fazla zamanım olmazdı. Emekli olunca, kendime güzel bir uğraş oldu…

SORU: Kıbrıslıermeni arkadaşımız rahmetli Nuritsa’nın resmini da yaptıydın… Bedelyan’ın resmini da yaptıydın… Nilgün Güney’in atölyesindeki çalışmalarındı bunlar…
FERAH KAYA:
Sağolsun Nilgün Hanım da…

SORU: Gene “kayıplar”la ilgili “kayıp” yakını arkadaşımız Hristina’nın Galatya gölünde canlandıran resmini yaptıydın, Veli Beidoğlu’nun “kayıp” babasının resmini yaptıydın, Meral Eroğlu’nun “kayıp” kardeşi Hasan’ın resmini yaptıydın… Bunlar “Gerçeğin Rengi” başlıklı “kayıplar”la ilgili resim sergimizde yer alan bazı eserlerindi…
FERAH KAYA:
Bu sanat çizgileriyle “kayıplar” konusuna yardımcı olabildiysam, kendimi çok mutlu hissederim…

SORU: Aslında senin on parmağında 35 bin marifet var! Çok güzel nakışlar, danteller, Lefkaralar işlen… Eski Lefkara işinden tut, koza işine kadar telüstü işi, Lapta işi… Bunları annenden mi öğrendiydin?
FERAH KAYA:
Lefkara işini ilk tayin olduğumuz Pergama’ya gittiğimizde çalışmazdım diye, oradaki kadınlardan öğrendim, komşularımdan öğrendim. Ve yani satıya da işlerdim. Tığ işini annemden öğrendim. Ama annem mekik oyası da yapardı ama onu deneyemedim.

SORU: Bir da tabii çok güzel yemekler ve tatlılar yapan… Onları nereden öğrendiydin?
FERAH KAYA:
Bazılarını annemden öğrendim. Mesela işte koyunlarımız vardı, kaymak yağımız vardı, annem katmer yapardı. Mesela köylerde el makarnası yapılırdı çöplerle… Nenemden görürdüm. Kendimiz mesela patates yetiştirirdik ve hatırlarım, annem patatesi rendeler, şeker katar, kaymak yağı katar, un da katardı içine ve her hafta fırın yakılırdı köyde, annem ekmek yoğururdu şu – bu tatlıdan da yapar, salardı fırına da çıkarır şurup dökerdik…   Patatesli, unlu, kendi ürünümüzden. Kimi tatlıyı teyzemden öğrendim, kimi tatlıyı televizyonlar çıktı, televizyonlardan öğrendim… İşte, merak…

SORU: Bir de senin özelliğin, her dönem gerek sendikal harekette, gerek barış hareketinde, hep en önde oldun… Bir tür sembol oldun… Çok yakın Kıbrıslırum, Kıbrıslıermeni, her milletten arkadaşların oldu… Ve olmaya devam eder…
FERAH KAYA:
Galiba bu “en önde” olma şeyi, annemden etkilendim tahmin ederim… Çünkü babam bir yerlere gideceğinde annem ona derdi ki, “Ha yok kapının arkasına falan oturun, en öne otur ha!” Ben da derdim ki “Bu en ön herhalde iyi bir şey ki annem babama söyler!”
Mesela ben DEV-İŞ’ten öğrendim, 888 bayrağı temsili diye en önde yürünür…
Barış için devam yani… Harp çok kötü bir şey, neticelerini gördük, yaşadık… Yani iki taraf için da çok kötü… Ailelerini kaybedenler oldu. Biz da kaybettik, onlar da kaybetti… Harp olmasın derim, anlaşma olsun, anlaşalım… Birlikte yaşayalım… Kıbrıs bizim, Kıbrıs hepimizin…