“Kayıp Şahıslar Komitesi’ne Almanya, Avrupa Birliği ve Kıbrıslıtürk Toplumundan bağışlar...”

Sevgül Uludağ

Kayıplar Komitesi’nden dün yapılan açıklamalarda şöyle denildi:

“Kıbrıs'taki Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK), Federal Almanya Cumhuriyeti ve Kıbrıslıtürk toplumundan gelen yeni mali katkılar için teşekkürlerini ifade etti. Almanya'nın 100.000 Euro’luk bağışı, KŞK’ya 2006'dan bu yana toplam 800.000 Euro’luk mali yardıma getiriyor ve aynı şekilde Kıbrıslıtürkler'in bağışları da 75.000 Euro'luk katkıyla toplam 508.000 Euro'yu buluyor.

Avrupa Birliği Kayıp Şahıslar Komitesine 2.6 milyon Euro bağışladı

Kıbrıs'taki Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK), 2,6 milyon Euro'luk mali katkısı için Avrupa Birliği'ne (AB) de teşekkür etti. AB, 2006 yılında faaliyetlerinin başlamasından bu yana Komiteye 33,3 milyon Euro katkıda bulunan açık ara en büyük bağışçıdır.

2022'de bu fonlar, Kıbrıs'taki Kayıp Şahıslar Komitesi’nin Genel Kazı, Kimlik Tespiti ve Kayıp Şahısların Kalıntılarının İadesi Projesini destekleyecektir.

Şimdiye kadar her iki Kıbrıs toplumundan 1.023 kayıp kişinin kimliği tespit edildi ve onurlu bir cenaze töreni için ailelerine iade edildi.

KŞK, ilgili ailelerin acılarını hafifleten iki toplumlu projesini uygulamak için bağışçı desteğine güveniyor.”

(Kaynak: Kayıplar Komitesi basın bildirisi – 17.1.2022)


Mechanical-Excavation-and-Examination-of-Soil-1

 

Yunan askeri Kokkas’tan geride kalanlar defnedildi...

Lefkoşa, 17 Ocak 22 (T.A.K.): 1974’teki çarpışmalarda ölen Yunan Alayı mensuplarından Konstantinos Kokkas’ın kalıntılarının dün Yunanistan’da defnedildiğini bildirildi.

Alithia ve diğer gazeteler, 1974’te Yunan Alayı 6’ncı bölüğün başçavuşu olan Kokkas’ın kalıntılarının, çarpışma sırasında öldüğü Gönyeli’de bulunduğunu, defin törenine Yunanistan Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Nikos Hardalias, Rum Savunma Bakanlığı Sözcüsü Hristos Pieris ve Yunan Silahlı Kuvvetleri komutan yardımcısının katıldığını yazdı.

(TAK Ajansı Rumca Haber Bülteni’nden – 17.1.2022)

“Anne Frank ve ailesini Yahudi noter mi ihbar etti?”

BBC - Yusuf Özkan - Lahey, Hollanda

Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da 2. Dünya Savaşı sırasında saklandıklar evde Naziler tarafından yakalanarak toplama kampına gönderilen Anne Frank ve ailesini kimin ihbar ettiği, yapay zeka kullanılarak büyük ölçüde ortaya çıkarıldı.

Modern teknolojileri kullanarak 6 yıl boyunca araştırma yapan 23 kişilik uluslarası ekibin çalışmasına göre, Anne Frank ve ailesini, Yahudi Konseyi üyesi olan Amsterdam'ın önde gelen noteri Arnold van den Bergh ihbar etti.

Amsterdam'ın Prinsengracht semtinde saklandıkları evde 4 Ağustos 1944'te yakalanan Anne Frank ve ailesinin, kim tarafından ihbar edildiği, 2. Dünya Savaşı'nın hala aydınlatılamayan sırlarından biriydi.

Evdeki gizli bir bölmede saklandıkları süre boyunca tuttuğu günlükleri, Yahudi soykırımının (Holokost) simgelerinden biri haline gelen Anne Frank ve ailesine Nazilerin nasıl ulaştığı hiçbir zaman öğrenilemedi.

Hollandalı belgesel yapımcısı Thijs Bayens'in 2017 yılındaki önerisi üzerine, 23 kişilik uluslarası bir soğuk vaka ekibi oluşturuldu.

Uluslararası ekip, yapay zeka ve modern araştırma tekniklerini kullanarak, röportajlar ve günlüklerden arşivlerdeki dizinlere ve savaş dosyalarına kadar 66 gigabaytlık veriyi araştırmaya karar verdi.

Yapay zeka sayesinde 6 yıl boyunca 7 ülkede Frank ailesine kimin ihanet etmiş olabileceği incelendi. Olası 30 teori listelendi ve bunlardan 28'nin olanaksız olduğu belirlendi.

Araştırmacılar, Yahudi Konseyi üyesi ve Amsterdam'ın önde gelen noteri Arnold van den Bergh'in, kendi ailesinin güvenliğini garanti altına almak için gizlenen Yahudilerin adreslerini Almanlara ilettiği sonucuna vardılar.

Araştırma ekibinden emekli FBI dedektifi Vince Pankoke, Hollandalı kamu yayıncısı NOS'a yaptığı açıklamada, bu sonucun yüzde 85 doğru olduğunu söyledi.

Bu tür eski davalarda DNA kanıtı veya video görüntüleri olmadığı için, her zaman ikinci derece kanıtlara güvenmek zorunda kalındığına işaret eden Pankoke, "Yine de teorimizin olasılığı en az %85. Dumanı tüten bir silahımız yok ama yanında boş mermileri olan sıcak bir silahımız var" diye konuştu.

Araştırmacıları böyle düşünmeye iten nedenlerden biri, Van den Bergh'in hiç toplama kampında bulunmadığını öğrenmeleri oldu.

Araştırmacılara göre, Van Den Bergh kendini ve ailesini kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaptı ve sürgüne gitmesi geçici olarak durduruldu. Van den Bergh, başarılı bir şekilde Yahudi olmadığını savundu. Bu arada kızları için saklanacak bir yer ayarladı.

Tüm önlemlere rağmen, Van den Bergh 1944'te zor durumda kaldı. Toplama kampına gönderilmemesi için verilen geçici erteleme belgesinin süresi doldu. Bu dönemde saklanan Yahudilerin adresleri van den Bergh tarafından Nazilere verildi.

Araştırmaya göre, Yahudi Konseyi, Almanlara iyi işbirliği yaptıklarını kanıtlamak amacıyla gizlenen kişilerin adreslerinin listelerini hazırlamıştı.

Muhtemelen Frank ailesinin saklandığı Prinsengracht 263 adresi de listedeydi ve Yahudi Konseyi'nin önde gelen bir üyesi olan Van den Bergh bu adres dosyasını almıştı.

Araştırma ekibini ikna eden bir başka nokta da, savaştan kısa bir süre sonra Otto Frank'a teslim edilen isimsiz bir not oldu.

Bir polis memurunun aile arşivinde kopyası bulunan notta, "Amsterdam'da saklandığınız yer, o sırada O. Nassaulaan, Vondelpark yakınlarında yaşayan A. van den Bergh tarafından Amsterdam, Euterpestraat'taki Yahudi Göçü Bürosu'na bildirildi" yazıyordu.

Frank ailesinin Nazi toplama kampından sağ kurtulan tek üyesi olan baba Otto Frank notun varlığını ancak ihanetin 1964'te ikinci kez soruşturulması sırasında fark etti.

Otto Frank'ın, o dönem Parool gazetesinden Friso Endt'e "Yahudiler tarafından ihanete uğradık" dediği söyleniyor.

Araştırmacılara göre, Otto Frank'in Yahudi aleyhtarı saldırılardan korktuğu için Van den Bergh'i suçlamaktan kaçındı.

Van den Bergh 1950'de gırtlak kanserinden öldü. Ayrıca Otto Frank, Van den Bergh'in çocukları olduğunu biliyordu. Ölümünden sonra onun adını açıklayarak çocuklarına zarar vermek istemedi.

Araştırma ekibi, 77 yıl sonra Van den Bergh hakkında hüküm vermek istemiyor. Bunu da şu sözlerle ifade ediyorlar:

"Bu olaydaki tek kötü insanlar Nazilerdi. Onlar olmasaydı bunların hiçbiri yaşanmazdı. Van den Bergh'i suçluyorsanız, önce kendinize sevdiklerinizin hayatını kurtarmak için ne kadar ileri gidebileceğinizi sormalısınız."

Anne Frank, Ağustos 1944'te ailesiyle birlikte Auschwitz-Birkenau toplama kampına gönderildi.

Anne Frank ve ailesi, 4 Ağustos 1944'te Naziler tarafından yakalanarak Auschwitz-Birkenau toplama kampına gönderildiler.

Frank, 15 yaşındayken Şubat 1945'te Bergen-Belsen toplama kampında tifüsten öldü.

Saklandığı sırada tuttuğu günlüğü, ölümünden sonra yayımlandı ve dünyada en çok okunan kitaplardan biri oldu.

Günlükler, 2. Dünya Savaşı sırasında 6 milyon Yahudinin sistematik şekilde zulüm ve soykırıma uğramasının sembollerinden biri haline geldi.

Toplama kampından sağ kurtulan tek aile üyesi olan baba Otto Frank, 1980 yılında hayatını kaybetmişti.

(BBC – Yusuf ÖZKAN – 17.1.2022)

“Soykırım” kavramı, tüm ailesini yitiren Polonya Yahudisi hukukçu Rafael Lemkin tarafından yaratılmıştı...

Soykırım ya da jenosit (genocide) kavramı ilk kez 1943 yılında Polonya Yahudisi hukukçu Raphael Lemkin tarafından kullanıldı. Lemkin Yunanca ırk ya da kabile anlamına gelen "genos" ile Latince öldürmek anlamına gelen "cide" kelimelerini birleştirmişti.

Yahudi soykırımı ya da Holokost'un dehşetine tanık olan ve bir erkek kardeşi hariç bütün ailesi öldürülen Dr. Lemkin hayatı boyunca, jenosit yani soykırım kavramının uluslararası hukuk tarafından bir suç olarak tanımlanıp kabul edilmesi için mücadele etti.

Onun çabalarının da katkısıyla 1948 yılının Aralık ayında Birleşmiş Milletler Soykırım Konvansiyonu kabul edildi ve 1951 yılının Ocak ayında yürürlüğe girdi.

Konvansiyonun 2. maddesi soykırımı, "bir ulusal, etnik, ırksal ya da dini grubu tamamıyla ya da kısmen yok etme amacı ile işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri" diye tarif edip bunları şöyle sıralıyor:

***  Grup mensuplarını öldürmek

***  Grup mensuplarına fiziki ya da zihni olarak ciddi zarar vermek

***  Gruba onu kısmen ya da tamamen fiziksel olarak yok edeceği hesaplanan yaşam koşulları dayatmak

***  Grup içinde doğumları önleyecek önlemler uygulamak

***  Grubun çocuklarını alıp başka bir gruba vermek

Konvansiyon ayrıca altına imzasını atan devletlere soykırımı önleme ve cezalandırma konusunda genel bir sorumluluk veriyor.

BM'nin bu anlaşması benimsendiğinden itibaren, özellikle de belli olaylara uygulanıp uygulanamayacağı konusunda net olmadığı söylenerek çok eleştirildi. Kimileri tanımın çok dar olduğunu söyledi, kimileri ise her şeye soykırım denilerek içeriğinin ağırlığının hafifletildiğini öne sürdü.

Tanımı çok dar bulanların eleştirileri

Bazı uzmanlar soykırım tanımının bu konvansiyonda çok dar yapıldığını, dolayısıyla da imzalandığından bugüne yaşanan toplu katliamların hiçbirinin bu tanımın içine girmediğini söylüyor.

En çok dile getirilen eleştiriler arasında şunlar var:

***  Konvansiyon hedef alınan siyasi ve sosyal grupları kapsamıyor

***  Tanım doğrudan insanlara karşı işlenen fiillerle sınırlı ve o insanların yaşamlarını ve kendilerine has kültürlerini sürdürebilmelerinin bağlı olduğu çevreyi kapsamıyor

***  Fiillerin arkasında, tanımda aranan yok etme amacının bulunduğunu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlamak çok zor

***  BM üyesi ülkeler, Ruanda'da olduğu gibi başka üye ülkelere müdahale konusunda tereddüt ediyorlar

***  Konvansiyonda açık olmayan noktalara yorum getirebilecek bir uluslararası hukuk kurumu yok (Gerçi bunun BM savaş suçları mahkemelerinin iddianameleri ile değişmekte olduğunu söylemek mümkün)

***  Bir grubun mensuplarını "kısmen yok etme" tam olarak hangi büyüklükte bir katliamın soykırım sayılabileceği gibi zor bir soru yaratıyor.

Fakat bütün bu eleştirilere rağmen, soykırımın, karşı karşıya kalındığında tanınabilir ve adı konulabilir bir şey olduğunu söyleyen de çok.

Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünün eski genel sekreteri Alain Destexhe, "Ruanda ve 20. yüzyılda Soykırım" adlı kitabında "Soykırım bütün diğer suçlardan, arkasındaki niyet ile ayırt edilebilir" diyor.

"Soykırım, insanlığa karşı işlenen diğer bütün suçlardan farklı boyutta bir suçtur ve belirlenen bir grubu tamamen yok etme amacını içerir. Dolayısıyla soykırım insanlığa karşı işlenen en ağır ve en büyük suçtur."

Destexhe tam tersine soykırım kavramının, tıpkı "faşist" tanımlamasının "tehlikeli derecede yaygın olarak kullanılması" gibi bir tür "sözel enflasyonun" kurbanı olduğunu düşünüyor.

Harvard Üniversitesi'nin Carr İnsan Hakları Merkezi'nin eski başkanı Michael Ignatieff de bu görüşte. Kavramın her türlü mağduriyetin öneminin vurgulanması amacıyla kullanıldığını savunuyor.

Bir dersinde bunu "Mesela köleciliğe soykırım deniliyor. Oysa bu, her ne ise de -ki utanç vericidir-, canlıları yok etmek için değil sömürmek için kullanılan bir sistem" diye anlatmıştı.

Soykırımın nasıl tanımlanması gerektiği konusundaki görüş ayrılıkları aynı zamanda 20. yüzyılda kaç soykırım yaşandığı konusunda da görüş ayrılıklarına sebep oluyor.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57287734

(Kaynak: BBC)