University of Nicosia’nın Kültürlerarası İncelemeler Kıbrıs Merkezi tarafından düzenlenen “Global Finans: Çağdaş Yerler” başlıklı Yaz Programı’na katılan Polonya, İngiltere, Rusya ve Kıbrıs’tan öğrencilere, “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı anlattık…
University of Nicosia’nın Kültürlerarası İncelemeler Kıbrıs Merkezi tarafından düzenlenen ve sekiz gün devam edecek olan “Global Finans: Çağdaş Yerler” başlıklı Yaz Programı’na katılan Polonya, İngiltere, Rusya ve Kıbrıs’tan öğrencilere dün bir sunuş yaparak “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı anlattık, üniversite öğrencileri ile master öğrencilerinin sorularını yanıtladık.
University of Nicosia, London School of Economics and Political Science, Varşova Üniversitesi ve Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’nden profesörlerin işbirliği sonucunda hazırlanan yaz programının dünkü bölümü Lefkoşa’da Leventis Galerisi’nde gerçekleştirildi. Yaz Programı’nın müfredat başkanlığını Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Kıbrıslı ekonomist ve akademisyen Profesör Christopher Pissaridis yürütüyor.
Aralarında Hindistan, İspanya, Rusya, Polonya, İngiltere ve Kıbrıs’tan üniversite master öğrencileri ve üniversite öğrencilerinin Leventis Galerisi’nde katıldığı “Kıbrıs’ın Birleştirilmesi” başlıklı bölümde, Dr. Marilena Zackheos, “Kıbrıs sorunu ve etnik gruplar arasında uzlaşma” konusunda bir sunuş yaptı.
Marilena Zackheos konuşmasında özellikle Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın anlatıları üzerinde durarak, Kıbrıslıtürkler’in daha çok 1963’ten söz ederken, Kıbrıslırumlar’ın da daha çok 1974’ten söz ettiğine işaret etti. Zackheos, adanın yeniden birleştirilebilmesi için bu anlatıların karşılıklı olarak dinlenilerek empati kurulması ve iki toplumun tüm bunlardan yeni bir anlatı geliştirerek barışı inşa etmesi gerektiğini ifade etti.
Biz de “Kıbrıs’ta kayıpların izinde” başlıklı sunuşumuzda Kıbrıs’ta “kayıplar” konusunun ve “kayıp” yakınlarının acılarının iki tarafın politikacıları tarafından nasıl kullanıldığını aktararak, Kıbrıs’ta en çok acı çekenlerin “kayıp” yakınları olduğuna dikkati çektik. “Kayıp” yakınlarının yalnızca ailelerinden en sevdiklerinin “kayıp” edilmesini değil, aynı zamanda göçmenlik, malını-mülkünü kaybetme, mağdur olma ve yoksulluğa mahkum edilmiş olma durumu yaşadıklarını, travmalarının ise hiçbir zaman ele alınmamış olduğunu örnekleriyle aktardık. Buna örnek olarak Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün 1963’ten tam 56 sene, 1974’ten tam 45 sene sonra, “kayıp yakınlarının neler yaşadığını” araştırmaya giriştiğini ve bunu bir rapor haline getirdiğini göstererek, “Geciken adalet, adalet değildir… 40-50 sene sonra kayıp yakınlarının travmaları hakkında araştırma yapıp bunu rapor haline getirmek, bu insanlarımızın travmalarının iyileştirilmemiş ve yarım asır boyunca ele alınmamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz” dedik.
Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum toplumlarının kendi kendilerini çatışmaların tek mağduru olarak gördüklerini, bizim ise son 18 yıldır yazdıklarımızla, her iki tarafın da mağduriyetini ve acılarını ortaya koyduğumuzu, “kayıplar”ın acısının “Türk acısı-Rum acısı değil, insani bir acı olduğunu, bütün dünyada kayıp yakınlarının aynı insani acıyı hissettiğini” ortaya koymaya çalıştığımızı aktardık.
Dohni, Muratağa-Atlılar-Sandallar, Galatya, Çatoz, Palekitre, Koççinodrimitya, Paralimni, Aşşa-Afanya gibi yerlerde yapılan katliamlar, bazı bölgelerde bunlara eşlik eden tecavüzler ve işlenen insanlık suçlarından örnekler verdik ve her iki taraftan okurlarımızın çok değerli yardımları sonucu pek çok Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıp” şahsın gömü yerleri hakkında çok değerli bilgiler toplamayı başardığımızı aktardık. Bu çerçevede gazetemiz YENİDÜZEN ve POLITIS’te okurlarımız için kendi telefonlarımızla oluşturmuş olduğumuz “Telefon İhbar Hattı”nı arayan binlerce okurumuzun çok ayrıntılı bilgiler verdiğini, bunları Kayıplar Komitesi’yle gönüllü ve insani bir görev olarak paylaştığımızı, okurlarımızın kimliklerini ise gizli tuttuğumuzu aktardık ve bunu tümüyle insani bir görev olarak üstlendiğimizi, herhangi bir projenin veya fonun parçası olmaksızın, insanların samimi yardımlarıyla pek çok gömü yerinin bulunduğunu, çok değerli bilgilerin edinildiğini aktardık.
Yaz programına katılan üniversite gençlerine ayrıca şunları söyledik:
“Yapmak istediğinize karar verirseniz, bir konuya yürekten inanıyorsanız, hiç kimse ve hiçbir şey sizi durduramaz. Yapmak istediklerinizi yapmak için öncelikle kafanızın içindeki engelleri kaldırmalısınız. Herhangi bir sosyal konuda en az on yıl süreyle samimi ve yürekten gelen bir çaba ortaya koyarsanız ve bunu gönüllü olarak yaparsanız, insanlar bu samimiyetinizi görerek size destek olacaktır. Pek çok şeyi yapmak için para veya fon veya proje gerekmez. Yeter ki yapmak istediğiniz şeye yürekten, kuvvetle inanınız ve bunun için organize olunuz… Eğer gizli gündemleriniz yoksa, yapacağınız işten herhangi bir çıkar elde etmeyecekseniz, insanlar bu samimiyetinizi hissederek size yardım edecektir gönüllü olarak. Kayıplar konusundaki çabalarımıza yüzlerce, binlerce insan bu şekilde yürekten gelerek, herhangi bir proje veya fonun parçası olmaksızın, herhangi bir para almaksızın insani şekilde yardım ettiler ve ediyorlar… Bizim bütçemiz, paramız, arabalarımız, araştırma görevlilerimiz, polis ya da devlet dosyalarına erişimimiz yoktur. Bizim erişimimiz her iki toplumdan insanlaradır – onlar bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını samimiyetimiz nedeniyle bizimle paylaşıyorlar. Sizlere tavsiyem, hiçbir engel tanımayın. Yapmak istediğinize karar vererek korkmadan, çekinmeden o yolda ilerleyin. Çevrenizdeki insanlar size mutlaka yardım edecektir…”
BASINDAN GÜNCEL…
“Fransa geçmişiyle yüzleşiyor…”
Kayhan Karaca
İkinci Dünya Savaşı sırasında on binlerce Fransız Yahudisinin Nazi Almanyasına teslim edilmesi yeniden Paris’in gündeminde. Fransa tarihinin kara sayfalarından biriyle yüzleşiyor.
Fransa, tarihinin kara sayfalarından biri olan “Vel d’Hiv Baskını”yla yüzleşmeye devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkede iktidarda olan Vichy rejiminin on binlerce Fransız Yahudisini kitlesel baskın operasyonlarla toplayıp Nazi Almanyası’na teslim etmesi tartışmalı biçimde anılmaya başlandı. Yeni açıklanan bir kamuoyu araştırması gençlerin yüzde 60’ından fazlasının olaylardan haberdar olmadığını ortaya çıkardı.
Cumhurbaşkanı François Hollande’ın konuyla ilgili anma törenlerinde Fransa’nın bu olaylardaki sorumluluğu konusunda kullanacağı ifadeler merakla bekleniyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’yı yöneten Nazi işbirlikçisi Vichy rejimi ile Naziler arasında 1942 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Fransa’da yaşayan Yahudilerin nasıl toplanacağının “pratik ayrıntıları” konusunda iki gizli toplantı yapılmıştı. Bu toplantılarda alınan kararlar gereği Fransız polisi, 15-16 Temmuz günleri 4 bin 500 kişilik bir güçle Paris ve banliyösünde yaşayan 13 bin 152 Yahudiyi apar topar ev ve işyerlerinden alarak Fransa içinde “hazırlanmış” toplama kamplarına yerleştirdi.
Fransız devletinin resmi rakamlarına göre, toplanan Yahudilerin 5 bin 802’sini kadınlar, 4 bin 51’ini ise 2 ila 16 yaş arası çocuklar oluşturmaktaydı. Yakalanan Yahudilerin çoğu ilk aşamada kışın bisiklet pisti olarak kullanılan “Veledrome d’Hiver”de tutulduğu için operasyonlar savaş sonrasında bu mekanın kısaltılmış isminden esinlenilip “Vel d’Hiv Baskını” olarak anılmaya başlandı. Aynı yıl Ağustos ayında Yahudilere yönelik baskınlar Lyon, Marsilya ve Toulouse gibi ülkenin diğer büyük kentlerinde de gerçekleştirildi. Sadece 1942 yılında Fransa’dan Polonya’daki Auschwitz imha kampına 42 bin Yahudi gönderildi. Bunlardan sadece 811’i savaş sonunda Fransa’ya geri dönebildi.
Baskınlar 1941’de başladı
Aslında Yahudilere yönelik baskınlar 1941 yılında kararlaştırılmıştı. O yıl ilk olarak ülkede yaşayan çoğu dönemin Polonyalı, Çekoslovak ve Avusturyalı Yahudisi, “durumlarının gözden geçirileceği” gerekçesiyle Paris Emniyet Müdürlüğü’ne çağrılıp orada tutuklanmış ve ülkenin merkez bölgelerindeki toplama kamplarına gönderilmişti.
Polis bu ilk “resmi” toplama operasyonunun ardından aynı yıl 20-23 Ağustos tarihleri arasında sadece Paris sokaklarında 4 bin 232 Yahudiyi hiçbir gerekçe göstermeksizin tutuklayıp kentin kuzeyindeki Drancy toplama kampına yerleştirdi. Yine aynı yıl 12 Aralık’ta bu sefer sıra milletvekili, avukat, doktor, öğretmen, işadamı ve mühendislerden oluşan 743 Yahudideydi.
Operasyonlara başta Paris, Marsilya, Lyon ve Bordeaux kentleri olmak üzere 1943 ve 1944 yıllarında da devam edildi. Önce Fransa’daki toplama kamplarına yerleştirilen bu insanların tamamı Almanya ve Polonya’daki imha kamplarına gönderildi.
Bu “toplama” operasyonlarından en önemlisi olan “Vel d’Hiv”, Fransız devleti veya Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahduilere yönelik soykırımdaki “sorunluluğunun” tartışılmasını da tetikledi. Bu konuda ilk adım 1990’lı yılların başlarında Sosyalist cumhurbaşkanı François Mitterrand döneminde atılmış, ancak Mitterrand sadece “Fransız devletinin rolünü” tanımakla yetinmişti. Oysa halefi Jacques Chirac 1995 yılında “Fransa’nın sorumluluğu”ndan söz edecekti.
Aradaki nüans toplumsal hafıza açısından olağanüstü farklıydı. Buna rağmen 1995 yılından bu yana konu toplumsal tartışmanın dışında kaldı, sadece tarihçilere bırakıldı.
Hollande’ın konuşması bekleniyor
Ancak Mayıs ayında cumhurbaşkanı seçilen François Hollande bu geleneği bozma ve “Vel d’Hiv Baskını”nı anma törenlerine katılma kararı aldı. Hatta Hollande, katılmakla kalmayıp konu hakkında düzenlenecek resmi anma töreninde bir konuşma da yapacak. Konu uzmanı tarihçiler ve Yahudi kuruluşları, Hollande’ın, Mitterrand’ın mı yoksa Chirac’ın mı çizgisinden gideceğini merak ediyor. Zira bu kuruluşlara göre, Yahudilere yönelik kampanyada sadece o dönem devletin yönetiminde olanlar değil, toplumun da sorumluluğu var. Dolayısıyla Fransız devletinin değil, “Fransa”nın sorumluluğundan” söz etmek gerektiği belirtiliyor. Elysée Sarayı’ndan gelen haberler ise Hollande’ın Chirac çizgisinden gideceğini işaret etmekte.
Tarihçilere göre Fransa’nın, tarihinin bu dönemiyle yüzleşmesi konusunda 1995 ile günümüz arasında olağanüstü mesafe alındı. Tarihçi Henry Rousso, Vichy rejimi hakkında 1994 yılında yazdığı kitabı bugün yazmayı dahi aklından geçirmeyeceğini, zira “Artık bu geçmiş geçmiştir, unutulmuş olduğu için değil ama yerini bulduğu için geçimiştir” diyor. “Aklanmış hesaplar”dan bahseden bir diğer tarihçi Annette Wieviorka ise “Bundan 15 yıl önce olayların tanınması mücadelesi verilmekteydi, oysa şimdi herkesi tatmin edici sonuçlara ulaşıldı” diyor.
Chirac’ın 1995 yılında yaptığı konuşmanın ardından, Yahudilerin imha kamplarına gönderilmesinde önemli rol oynayan Fransız vali Maurice Papon “insanlığa karşı suç işlemekten” yargılanıp mahkum edilmiş, savaş yıllarında mallarına el konulan Yahudilerin tazmin edilmeleri için de 1999 yılında özel bir komisyon oluşturulmuştu.
Tarihçi Jean-Pierre Azema, bugün gelinen aşamada sorunun artık “Fransız devleti değil, sokaktaki Fransız” olduğunu söylüyor. Esas sorgulanması gerekenin “Yahudi soykırımının ve Yahudilerin Fransız toplumunda algılanışı” olması gerektiğini savunuyor. Bugün yayımlanan bir kamuoyu araştırması Azema gibi düşünen tarihçileri doğrular nitelikte.
Fransızlar olaydan haberdar değil
CSA kuruluşu tarafından açıklanan araştırmaya göre bugün Fransa’da nüfusun yüzde 42’sinin Vel d’Hiv Baskını’ndan haberi yok. 34 yaş altı nüfusun çoğunluğu olayı bilmiyor. 15-17 yaş grubunun yüzde 67’si bu olayın adını dahi duymadığını söylüyor. Nüfusun yüzde 53’ü olayda Yahudilerin hedef alındığını bilmezken, yüzde 46’sı olayın Fransız güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiğinden habersiz.
İşin en trajik yanı ise halkı bilgilendirmekle yükümlü basının da Fransız tarihinin bu karanlık sayfası hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması. Her gün başta başkent Paris olmak üzere ülke genelinde yüz binlerce kişiye “ücretsiz” dağıtılan “20 Minutes” adlı günlük gazete, konu hakkında yayımladığı haberde, Vel d’Hiv Baskını’nın Fransız güçleri değil, “Naziler” tarafından gerçekleştirildiğini yazdı.
(DEUTSCHE WELLE – Kayhan KARACA – 22.7.2019)