1974’ten beridir Yalusa’dan (Yeni Erenköy) eşi “kayıp” olan Panayota Haralambudis, eşinin akibeti hakkında bir haber beklerken, eşinin gömü yeri bulunamadan göçüp gitti... Birkaç sene önce onun vefat haberini aldığımda çok üzülmüştüm...
O, “kayıp” eşinin kalıntıları henüz bulunmadan göçüp giden ilk “kayıp” yakını değildi... Eşinin gömü yeri bulunup ona doğru düzgün bir cenaze yapamadan, eşinin akibeti hakkında doğru düzgün bilgi alamadan göçüp gitmişti...
Bir “kayıp” cenazesine katıldıktan sonra göçmen evlerinde yaşayan Panayota Hanım’ı evciğinde ziyaret etmiştim... Kızı Anna da bizimle birlikteydi... O gün gençliğinin fotoğraflarını görmüştüm duvarda, “kayıp” eşiyle birlikte çekilmiş olan fotoğraflarına bakmıştım, birlikte kahve içmiştik, sohbet etmiştik...
Acılarına karşın o kadar güzel, samimi, yürekten gelen bir gülümseyişi vardı ki... Bazı “kayıp” yakınları gülüşlerini kaybetmişler, hayat yüzlerini ekşitmişti ancak Panayota Hanım öyle değildi – hep gülümser ve ışıldardı, sevgi doluydu – onun vefatını öğrendiğimde hem üzülmüş, hem de öfkelenmiştim – “kayıplar”ın gömü yerlerinin bulunmasına yardım etmeyenlere öfkelenmiştim... Konuşma fırsatı olup da sessiz kalanlara kızmıştım... Günlerini ıvır zıvırla geçirip de “kayıplar”la ilgili bilgi toplama zahmetine girişmeyenlere öfkelenmiştim... “Kayıp” yakınlarının acısını kullanıp da kendileri için birşeyler “kazanmaya” çalışanlara öfkelenmiştim... Panayota Hanım’a acı çektirenler, lanet olsun size... Panayota Hanım, sen de nur içinde yatasın...
Birkaç hafta önce de çok değerli bir diğer arkadaşımız olan Emirali Hoca yani Emirali Özkılıç vefat etti... Güveyisinin babası olan “kayıp” İsmail İsmail’in gömü yerinin bulunmasını çok istiyordu Emirali Hoca...
“Kayıp” yakını olmayanlar, bir “kayıp” şahsın evindeki atmosferin nasıl olabileceğini düşünmek kolay değildir. İsmail İsmail’in oğlu Yusuf İsmail, babasının gömü yerini öğrenebilmek için bütün ömrü boyunca bekliyor, onun gömü yerini bulup ona uygun bir cenaze töreni yapmayı ve hayatına devam edebilmeyi bekliyor...
Bir keresinde Kıbrıslırum okurlarımdan biri bize Kaymaklı’da ara bölgede bir olası gömü yeri göstermişti ve Kayıplar Komitesi’nin bu bölgede kazı yapması için aradan yıllar geçecekti... Gömü yerini bulamamışlardı, bize bu yeri gösteren okurum da bu arada vefat etmişti... İsmail İsmail, Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’ndan köyü Lurucina’ya dönmekteydi 31 Ocak 1964 tarihinde – hem kendisi, hem de taksi sürücüsü Mehmet Hasan Onbaşı “kayıp” edilecekti... Eldeki bilgilere göre taksisi bir Vauxhall Cresta idi ve araç plakası da TR445 idi – okurumuzun bizi götürmüş olduğu bu bölgede birkaç gün süreyle öylece boş biçimde kalmıştı bu taksi... Sonra da oradan kaldırılmıştı... Okurumun arkadaşı, bu bölgede yürüyüşe çıkmış ve yol kenarında gömülü birisinin elinin dışarıda kaldığını görmüştü – herhalde alel acele gömmüşlerdi bu kişiyi ki eli dışarıda kalmıştı... Bunu çok iyi hatırlıyordu... Birleşmiş Milletler’den “izin” alarak ara bölgeye gitmiştik, böylece okurum ve arkadaşı bu olası gömü yerini bulmaya çalışacaklardı...
Her iki taraftan da “kayıplar”ın bulunmasında esas “mastermind” olan Ksenofon Kallis, o günlerde havadan çekilmiş eski fotoğraflar ve eski haritalar bulmuş ve o günlerde yolların nasıl olduğunu bunlardan belirlemeye çalışmıştı. Şimdi artık buralarda yol mol yoktu – aradan onlarca yıl geçmiş, toprak yollar kullanılmaya kullanılmaya ot bürümüştü... Kallis’in rehberliğinde Kayıplar Komitesi’nin buldozercisi, 1963-64’teki yolu tekrardan açmaya çalışacaktı o haritalarda görüldüğü kadarıyla...
Ancak bu kazı tek bir gün sürebilmişti çünkü aynı gün Kayıplar Komitesi kazı ekibindeki arkeologlar işi bırakmışlardı, gerekçeleri de bölgede mayın bulunabilme olasılığı idi. Birleşmiş Milletler Barış Gücü UNFICYP ile Kayıplar Komitesi’nin bu bölgede mayın olmadığı ve kazının devam edebileceğini açıklığa kavuşturması da yıllar alacaktı. O vakte kadar da bize bu bilgiyi veren okurum ölmüştü – nur içinde yatsın – ancak gömü yerini bilen arkadaşı hayatta idi....
Tekrardan kazıya başlanmıştı – okurumun arkadaşını arayıp aramadıklarını ve onu tekrardan bölgeye götürüp götürmediklerini bilmiyorum. Onun işaret ettiği yer mi kazıldı yoksa başka bir yer mi, bunu da bilmiyorum – tekrardan oraya gidip bakamamıştım... Ancak babasının bu bölgede gömülü olabileceği kuşkusu bulunduğu için Yusuf İsmail kazı yapılırken oraya gitmişti... Her gün eşiyle birlikte kazı yerine gidip kazıyı izliyordu. Nihayetinde bu bölgede bir şey bulunamadı – içimize bir kuşku girmişti... Acaba okurumun arkadaşı, dışarıda kalan eli gördükten sonra bundan birilerine bahsetmiş miydi? Eğer bahsetmişse, belki de buraya gömülen “kayıp” ya da “kayıplar”, bulundukları yerden çıkarılarak başka bir yere gömülmüştü... Kıbrıs’ta “kayıplar”ın bulunmaması için gömü yerlerinin değiştirilmesine ilişkin pek çok gerçek öykü biliyoruz – bu da öyle bir durum muydu? Oraya gömülmüş olan İsmail İsmail miydi yoksa başka birisi miydi? Gerçekte tam olarak ne olmuştu? Aradan 60 sene geçti ve biz hala bu soruların yanıtını arıyoruz ve Yusuf İsmail de hala babasının akibetini öğrenmeyi bekliyor. Değerli arkadaşımız Mihalis Yangu Savva da, Yusuf İsmail’e babasının gömü yeri bulunsun diye yardım etmeye çalıştı ancak Kıbrıslılar’ın o inanılmaz sessizliği, buna engel oldu. Havaalanından çıkıp bir taksiyle köyüne dönmeye çalışan İsmail İsmail’in başından neler geçtiğini, onun, taksicinin ve taksinin de nasıl “kayıp” edilmiş olduğunu hala bilmiyoruz...
Belki de taksi iyi bir başlangıç noktası, iyi bir ipucu olabilirdi – çünkü o günlerde “kayıplar”a ait araçların kullanılmaya devam ettiğini biliyoruz... Bu araçlar kimi zaman askerler tarafından kullanılıyordu, kimi zaman boyanıyorlardı, çok ender parçalara ayrılıyorlardı... O günlerde insanların “kayıp” edilmesinde her zaman “derin devlet”in parmağı olduğundan, bu tarz şeyleri yapmak – yani araç plakasını veya boyasını değiştirip kullanmaya devam etmek – onlar için kolaydı... Açıktır ki taksinin şasi numarası vardı ve bu izlenebilirdi, değil mi? Meğer ki taksi parçalara ayrılmış oldun...
Böylesi bir aracı – bir kamyonu – Koççinodrimitya’da bulmuştuk. Bu kamyon, 1963’te “kayıp” edilmiş olan Rifat Salih’e aitti tahminimiz – Lefke’den Mağusa’ya portokal taşıyordu Rifat Salih... Onunla birlikte Ertan Ali isimli bir de genç “kayıp” edilmişti – Rifat Salih’e portokalları taşıması için yardım etmeye gitmiş ve ikisi de Koççinodrimitya’da durdurulup alınmışlardı... Kamyon ise yol kenarında birkaç gün süreyle kalmıştı öylece, portokal yüklüydü kamyon... Rifat Salih ve Ertan Ali’yi esir alan Kıbrıslırumlar, portokalları köylülere dağıtmışlardı, o nedenle insanlar o günlerden bunları hatırlıyordu...
Köyden iyi kalpli bir Kıbrıslırum okurumun bize göstermiş olduğu köy dışındaki kuyulardan birinde, onlardan geride kalanlar bulundu... DNA testleriyle kimliklendirme yapıldıktan sonra onların Lefke’de yapılan cenaze törenlerine de katılmıştım. Koççinodrimitya’daki sıra kuyularda, toplam yedi “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar bulunacaktı... Bu konuda bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bilgi veren çok değerli Kıbrıslırum okuruma sonsuz teşekkürler...
Bu okurum bana kamyonun hala Koççinodrimitya’da olduğunu söylemişti, kendi gözlerimizle görünceye kadar buna inanamamıştık...
Annesi, babası, kızkardeşi ve erkek kardeşi – yani tek bir aileden dört kişi kayıp edilmiş, inanabiliyor musunuz? – “kayıp” edilmiş olan çok değerli arkadaşım Maria Yeorgiadu’yla gitmiştik Koççinodrimitya’ya... Maria’yla köyün ortasında duran kamyonu görmüştük... Kamyonu değiştirmişler ve başka bir maksat için kullanıyorlardı. Aynı şekilde, birincisine çok benzeyen ikinci bir kamyon daha bulmuştuk – bu kamyon da kuşkulu görünmekteydi... Bir süre sonra, bu kamyonlara tekrar bakmaya gitmiştik fakat orada değillerdi. Çok tuhaf bir deneyimdi bu, tüyler ürperticiydi – çünkü bir “kayıp” şahsa ait olabilecek kamyonlardı bunlar büyük olasılıkla ve köylülerin anlattıklarına bakılacak olursa...
Tabii şasi numarası oradaydı ancak bunu bizim gidip bizzat kendimizin kontrol etmesi mümkün değildi – bu bizim “misyonumuz” değildi... Ancak tüm bunlara bakılabilirdi, yani eğer şimdiye kadar bakılmamışsa..
Anlatılanlara göre, Rifat Salih’i öldürenlerden birisinin ailesi ona ait kamyonu almış, değiştirmiş ve onyıllar boyunca herhangi bir sorgulamayla karşılaşmaksızın bunu kullanmıştı – ve hala her iki tarafta da bu gibi korkunç cinayetler konusunda herhangi bir sorgulama yoktur... Her iki tafaf da “kendi katillerini” korumaya devam etmektedir. Kıbrıs için ne büyük bir utanç...
Böylesi gerçeklerle yüzleşmezsek, hiçbir zaman bu küçük adada ileriye gidemeyeceğiz...