Kıbrıs Haber Ajansı’nın dün verdiği bir habere göre, Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üyesi Nestoras Nestoros, KHA’na demecinde, Londra’daki temaslarını anlattı.
Haberde Kayıplar Komitesi’nin üç üyesinin Britanya hükümeti, diğer kurumlar ve İngiltere’de ikamet eden Kıbrıslılar’la bir araya geldiği anlatılıyor.
Üyeler, salı günü Britanya Savunma Bakanlığı temsilcisinin huzurunda Britanya Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüştü.
Kıbrıs Haber Ajansı’na açıklamada bulunan Komite’nin Kıbrıslırum üyesi Nestoras Nestoros, görüşme sırasında üyelerin Britanyalı yetkilileri Kayıp Şahıslar Komitesi’nin çalışmaları ve yürüttüğü program hakkında bilgilendirdiklerini söyledi.
Üyeler, Britanyalı yetkilileri ayrıca 2019 yılının Komitenin çalışmaları için “kritik” olacağı görüşünü ifade ederek komitenin çalışmalarında karşı karşıya bulunduğu zorluklara atıfta bulundular.
Britanyalı yetkiler ise, Komitenin çalışmalarına yardımcı olmaya niyetini ifade ettiler.
Komite üyeleri salı günü ayrıca, Britanya’nın Kıbrıs kökenli milletvekili Pambos Charalambous ve parlamenter Bayan Teresa Villiers ile görüştü.
Nestoros, KHA’ya parlamenterlere “diasporanın yaptığımız çalışmalara daha aktif bir şekilde katılması konusundaki planımızı sunduk” dedi.
Üyeler, devamla, Londra’da ikamet eden ve Kıbrıslırum “kayıp” şahısların yakınları ile de görüştüler. Dün ise Kıbrıslıtürk “kayıp” yakınlarıyla görüşmeleri beklenmekteydi.
Kayıplar Komitesi delegasyonu geçtiğimiz Pazartesi günü Oxford Üniversitesi arşivlerinde 1963-67 yılları arşivini araştırdılar. Nestoras Nestoros, “Kayıplarla ilgili spesifik kayıtlar yoktu ancak potansiyel olarak bu kayıtlar bize bazı bilgiler sağlayabilir” diye konuştu. Kayıplar Komitesi’nin bir ekibinin İngiltere’nin Milli Arşivleri’ndeki dosyaları incelemeye başladığını belirten Nestoros, bu arşivlerin Londra’nın güneybatısındaki merkezde olduğunu kaydetti. Nestoras Nestoros, bu incelemenin gelen haftanın ortasında tamamlanacağını, Londra’nın güneyindeki Savaş Müzesi arşivlerinde de inceleme yapılacağını belirtti.
Nestoras Nestoros, “Gerek Londra’da, gerekse Britanya’da başka yerlerde Kıbrıs kökenliler vardır, bunlar bizi ilgilendiren olayları yaşamışlardır. O nedenle ziyaretimiz bunların nerede olduğunu bulmak maksadıyla yapılmaktadır. Bizim için açıktır ki bu toplumdan bilgi alma olasılıkları vardır, elbette Türkiye’nin çalışmalarımıza katkı yapması için baskı uygulamamız gerektiğini de unutmuyoruz” diye konuştu.
(Kıbrıs Haber Ajansı’nın haberinden derleyen: Sevgül Uludağ-YENİDÜZEN – 20.3.2019)
BASINDAN GÜNCEL…
“Yüzleşerek yaşatmak…”
Özden Dönmez
Anne Frank House ile Türkiye’de bir sivil toplum kuruluşunun birlikte düzenlediği Hafıza Yürüyüşleri eğitimi çerçevesinde sekiz kişi Şubat 2018’de Berlin’deydik. Toplam dört gün süren eğitimin bir kısmı teorik olarak yapıldı, bir kısmı da sahada, sokakta gerçekleştirdiğimiz söyleşilerden ve çekimlerden oluşuyordu.
Teorik olarak yapılan eğitim bile Türkiye için çok düşündürücüydü. “Anıt nedir?” sorusuna ya da anıtın kimler tarafından yapıldığı konusunda Türkiye’de cevap seçeneklerimiz çok fazla yok. Burada anıt savaştaki galibiyetler ya da komutanlar, “Anıtı kim yaptı?” sorusunun tek cevabı da “Devlet.” Bir yandan eğitim alrken bir yandan da neden onlarca acının yaşandığı bu topraklarda bir tane bile mağdur için anıt yok diye düşünmeden edemedim.
Gittiğimiz çalışma esas olarak demokrasi ve insan hakları konusunda olsa da özel olarak anti-semitizm ve Nazi döneminde yaşananlar olduğu için, saha çalışması yapmak istediğimiz yerler bu konularla ilgili oldu. Bir ekibimiz Avrupa’nın dört bir yanında bulunan “Tökezleme taşları” (“Stolpersteine”) üzerine, diğeri de Bayerisches Viertel, Berlin-Schöneberg’de “Hatırlama tabelaları” üzerine çalıştı.
“Yetimhane”
Tökezleme taşları için saha çalışmasına başlamadan önce Paul de Haan’ın rehberliğinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce 160 bin Yahudi’nin yaşadığı Berlin’de bir Yahudi mahallesini gezdik. Mahalle onlarca kez bombalanmıştı, ancak olduğu gibi yerinde duruyordu. Bana ilginç gelen, daha doğrusu pek de alışık olmadığımız pek çok bilgi ile karşılaştım. Bir yetimhanenin önünde durduk. Rehberimiz binanın son derece eski ve metruk bir halde olduğunu ve kimsenin ne yıkmak ne de yenilemek için dokunmadığını anlattı. Yetimhanedeki çocuklar, hemşireler ve bakıcıların toplama kampına götürüldüğünü söyledi. Adeta bir anıt, bir utanç belgesi olarak Berlin’in orta yerinde bırakılmıştı. Aynı mahallede parkın içinde alınıp götürülmeyi temsil eden bir masa ve devrilmiş bir sandalye heykeli ve ayrıca mahallede toplama kampına götürülmeden önce Yahudilerin bulunduğu bir binanın olduğu yer park olarak bırakılmış ve üzerine yine bir anıt yapılmıştı. Götürülmeden önce insanları topladıkları yerde bir başka anıt vardı.
9 Kasım 1938 gecesi Yahudilere karşı başlayan şiddet hareketi, Kasım Pogromu’nun gerçekleştiği yerlerden biri olan Sinagog’un da bulunduğu mahalle… Bir başka dikkatimi çeken “anıt”: Bombardımanla yıkılmış bir binanın yerine bir başka bina kondurmak yerine yandaki binaya “Bu gördüğünüz yerde şu şu aile oturuyordu” yazılmış. Bütün yaşanan acıların izlerini ve yüzleşmeyi sadece o mahalleyi dolaşarak bile görmek mümkün.
Mahallede dolaşırken onlarca tökezleme taşına rastlamak mümkündü. Biz o günkü konumuz olan tökezleme taşlarıyla ilgili çalışmaya başladık. Tökezleme taşları her bir binanın önünde Naziler tarafından alınıp götürülmüş ve toplama kampında öldürülmüş her bir Yahudi’nin anısına yapılmış 10×10 cm büyüklüğünde pirinçten yapılma taşlar. Bu taşların üzerinde o binada oturan kişinin adı, doğum tarihi, alındığı tarih ve hangi ölüm kampında öldürüldüğü yazıyor. Bir binanın önünde üç taş vardı, üç kişilik bir aile alınıp götürülmüş…
Tökezleme taşları
Berlin sokaklarında 7 bin ve tüm Avrupa’da toplam 60 bin civarında tökezleme taşı yer alıyor. Söz konusu taşların üretimi ve kaldırımlara yerleştirilmesi çalışmaları ise aralıksız sürüyor. Bütün Almanya’da ve hatta Nazilerin işgal ettiği bütün ülkelerde, her yerde tökezleme taşları ile gündelik hayatın içine sızan bir yüzleşmeyi görüyoruz. Tökezleme taşları Almanya’nın birçok kentinde olduğu gibi Macaristan’da, Avusturya’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Belçika’da, Hollanda’da da var. Aynı gün tökezleme taşlarının el emeğiyle üretildiği atölyeyi ziyaret etme şansına sahip olduk. Sanatçı Gunter Demnig’in fikri ile başlayan bu proje, kapsadığı alan dikkate alındığında, Soykırım konusunda “dünyadaki en büyük anıt” olarak anılıyor. Bu anıt hem çok küçük hem de yerde duruyor diye düşünenlere, bize eşlik eden Paul de Haan’ın sözlerini iletmek isterim: “Yerdeki küçük parlak taşı görüyorsunuz, yanına gidip okumak için eğiliyorsunuz, fotoğrafını çekerken diz çöküyorsunuz”.
Ekibimizin diğer kısmı ise “Hatırlama Yerleri”ndeydi. Hatırlama yerleri Bayerisches Viertel, Berlin-Schöneberg’da. 1933’ten savaşın bitimine kadar sürede Nazi Almanya’sında çıkmış olan ırkçı, ayrımcı yasaları adım adım hatırlatan anıt tabelaların olduğu yer. Sokak lambalarına asılmış 80 adet tabelada bu utanç yasaları yer alıyor. Renata Stih ve Frieder Schnock isimlerinde iki sanatçı tarafından 1993 yılında gerçekleştirilmiş.
Bu tabelaların, tökezleme taşlarının günlük hayatın bir parçası olarak karşımıza çıkması, bir sivil inisiyatif sayesinde hayata geçmesi, gelecek kuşaklara yaşanan utancın aktarılabilmesi, bir daha asla demenin bir yolu.
Yaşanan acıların dinmesi imkânsız
Berlin’in çok yakınında bulunan bir toplama kampına, Sachsenhausen’e gittik. Bu kamp, Auschwitz, Bergen-Belsen gibi büyük ölüm kamplarından değildi. Ama bütün Almanya’ya yayılan yüzleşmenin neden bu kadar gerekli olduğunu bir kez daha anlamamızı sağladı. Hemen hepsi yıkılmış onlarca baraka… Bir barakayı yeniden yapmışlar, korkarak içeri girdiğiniz “revir” denilen yer duruyor, yaşanan acıları tüyleriniz ürpererek hissediyorsunuz. Sachsenhausen toplama kampı ilk başta siyasî tutukluların gönderildiği, eşcinsellerin ve komünistlerin getirildiği bir toplama kampı. Kasım Pogromu’ndan ve savaşın başlamasından sonra Yahudilerin de getirildiği bir kamp oldu. Ayrıca 1936-1945 yılları arasında Yehova şahitlerinin, Roman ve Sintilerin ve daha sonrasında Sovyet sivillerinin, akıl hastalarının, fiziksel engelli olanların da getirildiği ve imha edildiği bir toplama kampı. Kasım 1939’da Prag’daki Nazi karşıtı gösterilerden sonra 1200 Çek üniversite öğrencisi de bu kampa getirilmiş.
… Üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen dinmeyen acılar var bu topraklarda. Yüz binlerce insanın sayılardan değil, hikâyelerden, aşktan, direnişten oluştuğunu görmenin bir yolu en azından anılarını yaşatmak. Özür dilemenin, daha da önemlisi bu acıların tekrarlanmasını engellemenin bir yolu da belki hiç gitmeyeceğiniz bir yerde, belki de evinizin sokağının başında anılarına ilişkin bir not, bir sembol, bir anıt bırakmak…
(YÜZLEŞME ATÖLYESİ – Altust – Özden Dönmez – 27.2.2019)