Kufezli "kayıp" yakını Fiyu Mihail Loizu'yu kaybettik... Tümüyle masum olan ve herhangi kötü bir olaya karışmamış olan Fiyu hanımın eşi ve oğlu bazı Kıbrıslıtürkler tarafından 1974’te soğukkanlılıkla öldürülerek “kayıp” edilmiş oldukları halde, Fiyu hanım da, ailesi de, hiçbir zaman şovenist ve kindar olmamış, Kıbrıslıtürk arkadaşlarını ve köylülerini hep kucaklamıştı…
Biz de Fiyu hanımın oğlu ve eşinin gömü yerinin bulunmasına yardım etmiştik... Bu aileyi seven ve onlara saygı duyan bazı Kufezliler’in yardımlarıyla, Kayıplar Komitesi Fiyu hanımın değerli eşi ve değerli oğlunun gömü yerini bularak, onlardan geride kalanları defnedilmek üzere küçük tabutlar içinde ailesine iade etmiş, cenaze törenine Kufezli Kıbrıslıtürkler ve ailenin yakın dostu olan Kıbrıslıtürkler de katılmışlardı.
Beş ay önce Fiyu hanımın kızı Nitsa da vefat etmişti ve onun cenaze törenine de gitmiştik ve bu, Fiyu hanımı son görüşümüz olmuştu...
Çok güzel Türkçe konuşan Fiyu hanımın, çok zor bir hayatı olmuştu ancak tüm bu zorlukların üstesinden gelmişti… Acılarını yüreğine gömerek ayakta kalmayı başarmıştı…
Fiyu hanımın cenaze töreni Lefkoşa’da, Yukarı Lakadamya'da Aynigola Kilisesi’nde bugün (9 Haziran Salı) sabah 11'de yapılacak... Işıklar içinde yat Fiyu hanım, çok zor bir hayat geçirdiydin, seni tanımaktan onur duyduydum... Ailenin acısını paylaşıyorum...
DR. LOİZOS LOİZU’NUN YAZDIKLARI…
Fiyu hanımın yakın akrabalarından Dr. Loizos Loizu da onun için kaleme aldığı yazıda, “Kufez’in son kayası da göçüp gitti” diyerek “Yengem Fiyu Dimitrios-Liozu hayata veda etti… Kıbrıs’ın yakın tarihinde en trajik hayatı olan kadınlardan biri olan yengem Fiyu, sevgili kocası Mihail (Hailis) ile henüz 16 yaşındaki oğlu Loizo’nun 20 Ağustos 1974’ten Mart 2016’ya dek “kayıp” olmalarını yaşadı ve hayat onu çok sert sınavlardan geçirdi” diye yazdı. Dr. Loizos Loizu, özetle şöyle dedi:
“Fiyu yengem 1928 yılında Kufez’d dünyaya gelmişti, annesi genç yaşta vefat ettiği için öksüz olarak büyümüştü… Amcam Mihail ile evlenerek dört çocuk etmişlerdi. Eşiyle birlikte yan yana çiftçilikle uğraşmaktaydılar. 1964 yılında Kufezli Kıbrıslırumlar yavaş yavaş köyü terk ederken, TMT’nin ultimatomlarına karşın eşi ve oğluyla birlikte köyde kalmaya devam etmişlerdi… Gerek Kufezliler’in, gerekse tüm civar köylerin Hristiyanları ve Müslümanları, hem ona, hem de eşine büyük saygı duymaktaydı…
Fiyu yengemin evinde pek çok insan karnını doyurmaktaydı – işbirliği yaptıkları insanlardan herhangi bir kötülük beklemiyordu… Kıbrıslıtürk kadınlarla da çok iyi ilişkileri vardı ve her zaman sevinçte ve tasada birlikteydiler… Mayıs 1964’te köylülerimiz Kemal Emin Demiröz ile Ahmet Karaca bazı Kıbrıslırumlar tarafından Mağusa’da öldürüldüğünde, Fiyu yengemin onların evlerini ziyaret ederek acılarını paylaştığını çok iyi hatırlıyorum…
Fiyu yengem, tıpkı amcam gibi taa çocukluğundan beri çok iyi Türkçe biliyordu, Rumca kadar Türkçe de biliyordu çünkü köyünde özgürce ve önyargısız biçimde insanlarla kaynaşıyorlardı.
14 Ağustos 1974’te tüm aile TMT tarafından tutuklanmış ve 20 Ağustos’a kadar tutuklu kalmışlardı. TMT, amcam ve yeğenimi 20 Ağustos 1974’te öldürerek yengeme de “Onları Türk ordusu aldı” demişlerdi. Onsan sonraki iki gün içerisinde Fiyu yengem, sadece üstündeki giysilerle köyü terketmeye zorlanmıştı, yanında dedem Loizo ve ninem de vardı… Maratovuno’da ve İpsoz’da da acıları devam edecekti esir olarak ve serbest bırakılınca, “kayıp” amcamla yeğenimi aramaya devam edecekti. Onları bulmak için her yere gidecek, her yere başvuracaktı. Hatta Glafkos Kleridis dahi Rauf Denktaş’a başvuracaktı bu konuda fakat inandırıcı bir yanıt alınamayacaktı.
Yengem o günden sonra siyahlara büründü, hiçbir zaman onları anma toplantısı yapmadı ve bir gün mutlaka dönebileceklerine inandı… Bu işkence Mart 2016 tarihine kadar devam etti, bazı Kıbrıslıtürk köylülerin ifadeleri uyarınca Kayıplar Komitesi onlardan geride kalanları köyün dışında tepelik bir alanda bulmuştu… Uzun arayış ve belirsizlikten kaynaklanan acılar böylece bir nebzede sona erecekti…
Kaderin son darbesi ise Ocak 2020’de, dünyaya getirdiği ilk kızı olan Eleni’nin (Nitsa) kansere yenik düşerek ölmesi oldu. Yengem bununla baş etmekte gerçekten zorlanmıştı…
Fiyu yengemi “Kufez’in kayası” olarak tanımlıyorum çünkü tıpkı bir kaya gibi yerinden kıpırdatılamazdı, TMT’nin ve Ankara’nın milliyetçi çevrelerinin düşmanlıklarına, tehditlerine ve tacizlerine karşın sarsılmadan duruşunu korumaktaydı… Kufez’den en son ayrılan kişiydi ve bunun bedelini de çok ağır biçimde ödeyecekti… Ancak köylüsü Kıbrıslıtürkler’e karşı duyguları ve ilişkileri hiçbir zaman bunlardan zarar görmedi… Onlarla her zaman teması sürdürdü ve hiçbir zaman onlara kolektif bir sorumluluk yüklemedi… Koşullar elverdiği zaman pek çok Kıbrıslıtürk, bu ailenin cenazelerine katıldılar. Bugün de Fiyu yengemin ölümünden büyük üzüntü duyuyorlar…
Fiyu yengem bugün Kufez’e dönüş hayali gerçekleşmeden dünyadan ayrıldı… Cenaze töreni 9 Haziran Sali günü Lakadamya Aynigola Kilisesi’nde saat 11’de yapılacaktır, çelenk ve çiçek göndermek yerine, Kufez’in Ayyorgi Kutsal Kilisesi’nin tamiri için bağış yapılması isteniyor ailesi tarafından. Bu tarihi mirasımızın tamiratı, komisyonun programında önceliklidir…”
Ruhumuzu iyileştiren bir öykü…
1974’te henüz birkaç aylık bir bebek olan Birgül Kılıç Yıldırım için Pelargon kutu südü getiren ve Kanlıdere’nin içinde Birgül’ün babası Mehmet Hulusi’yle buluşan Andreas Efstatiu’nun öyküsü Kıbrıs’ın güneyinde geniş yankı yarattı… Birgül Kılıç Yıldırım’ın, kendisi için süt getiren Kıbrıslırum’u arayışı ve onu bulmamız, onun yıllardır bize “kayıplar” konusunda yardımcı olan Andreas Efstatiu olduğunun ortaya çıkması ve tüm bu süreci anlattığımız YENİDÜZEN’deki yazılarımızın yanısra Kıbrıs’ın güneyinde POLİTİS gazetesindeki köşemizde de yer alması, büyük ilgi çekti… Gerek sosyal medyada, gerekse YENİDÜZEN ve POLİTİS’te yayımlanan yazılarımız, çok geniş bir Kıbrıslırum okur kitlesi tarafından büyük beğeniyle karşılandı. Alfa TV de Andreas Efstatiu ve Birgül Kılıç Yıldırım ve babası Mehmet Hulusi hakkında geniş bir program yaparak, televizyonda birinci haber olarak geçtiğimiz günlerde yayımladı ve program YouTube’a da konarak geniş bir izleyici kitlesine ulaştı…
“Lefkoşa’nın Geçmiş Yılları” başlıklı sosyal medya sayfasında ise grup yöneticisi George Mesaritis POLİTİS’teki yazımızın tam sayfa küpürünü paylaşarak, şöyle yazdı:
“Ruhumuzu iyileştiren öyküler…
Bu makalenin başlığı daha uygun olamazdı… Bu hikaye kişisel olarak beni çok etkilemiştir, sadece insani boyutu açısından değil ancak daha çok zamana meydan okuyan bir inancı hatırlattığı için…
O da şudur: En zor koşullarda dahi insanlar ortak değerler bulabilirler ve iletişim kurarak kendi içlerinde birbirlerine yardım edecek gücü bulabilirler. İletişim kurmanın bir yolu olduğu sürece bu böyledir.
Andreas’ın Mehmet’e birkaç aylık kızı için süt verdiği bu durumda ortak koşullar, savaş idi… Kendilerini ayıran dere ise buluşma noktasına dönüşmüştü…
Bugün bu durum barikatlar ve yeşil hat için de geçerlidir. Ortak hedefimiz kentimizdir, adamızdır, çocuklarımızın geleceğidir. Ayırıcı eleman ölü bölgedir fakat barikatlar, iletişim ve bağ kurulan noktalardır.
Savaşın ortasında bu Kıbrıslıtürk-Kıbrıslırum dostluğunun ortaya konması, bu sorulara yanıt aranan en uygun zamanda ortaya çıkıyor. Acaba barikatlar açılmalı mıdır? Ve ayrıca zaten Türk askerleri varken, neden onların ayrılmasını ve daha sonra bu adayı birleştirmeyi beklemeyelim?
Çünkü en basitinden, insanlar arasındaki iletişimdir onları gönderecek olan. Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler arasında dostluk ve ortak çıkarlarla ilgili bağlar kurulduğu zaman, onların burada kalması için herhangi bir argüman kalmayacaktır… Askerlerin varlık nedeni ortadan kalkacaktır. Şu anda burada olmalarının nedeni, Kıbrıslıtürkler’in “korunması” gerekçesidir.
Umarım ki tüm bunlar bir dizi eyleme ve hareketlenmeye neden olur ve Lefkoşa’nın yeniden birleştiğini ve tüm askerlerden (Türk, Yunan ve Kıbrıslı) arındırıldığını gelecek yıllarda görebiliriz.
Çünkü ada şöyle veya böyle bölünmüşken, başkent Lefkoşa’yı bu bölünme mahvediyor… Ve başka bir ilacı da yoktur bunun… Yaralar kapanmalıdır, dostluklar ilerletilmelidir, işler geliştirilmeli ve insanların hareket serbestisi olmalıdır!
Paylaştığım resim, POLİTİS gazetesinde bugün yayımlanan Sevgül Uludağ’ın yazısının küpürüdür…”
DEVAM EDECEK