22 Kasım 1963’te Leymosun’da bazı Kıbrıslıtürk “teşkilat” yetkilileri tarafından öldürülen ve “kayıp” edilen Osman Talat Hanifi, hiçbir zaman resmi “Kayıplar Listesi”ne konmadı, cinayetin suçu Rumlar’a atılmaya çalışıldı… Şehitler Albümü’ne “Rumlar 22 Aralık 1963’te kaçırıp şehit ettiler” diye yazılan Osman Talat, tam 55 yıldır “kayıp” – eşi ve iki oğlu vefat etmiş… Hayatta kalan ve onu arayan bir tek kızı Sultan Osman Talat var… Leymosun’daki olası gömü yerinin kazılması için Sultan Osman Talat, İnsani İşler Komiserliği’ne başvurdu…
Babası 55 yıl önce “kayıp” edilen, babası “kayıp” edildiği zaman henüz beş yaşında bir çocuk olan Sultan Osman Talat’la röportajımızın devamı şöyle:
SORU: Sonra anneniz bekler miydi?
SULTAN OSMAN TALAT: Annem hep bekledi, hiçbir zaman inanmadı, hatta en acısı – 1996’da kaybettik annemi – felçliydi, iki bacağını kaybetmişti… Benim evin altında, alt kattaydı annem. Orada bir bakıcısı da vardı, tuttuydum ben, o bakardı. Bir gün çok heyecanlı beni telefonla aradı, “Sultan çabuk gel, çok önemli şeyler söyleyecem sana” dedi. Gittim, “Beni Osman Talat aradı” dedi, yatakta…
Dedim “Anne, lütfen yahu artık… Kabullen yani…”
“Hayır” dedi, “aradı… Eminim” dedi, “oydu…”
Tabii felç geçirdiği için sağ tarafta, bütün organlarda hasar olur, sade el ayak tutmaz değil… Yani dilde da, kulakta da az işitir.
“Ben dinledim” diyor, “oydu…”
Sonra aklıma geldi, benim eski eşim İzmir’e gittiydi ailesinin yanına, dedim acaba şaka mı yaptı yahu bu, yapardı bazan çünkü… Ona açtım telefon, hemen oldu yani bu olay, “Yok” dedi, “bak sana birini verecem, kahvede otururken ben da bir adam Kıbrıslı olduğumu görünca geldi, “İşte ben da Kıbrıs’ta filan seneler bulundum” dedi. Vereyim da bu adam anlatsın sana” dedi ve verdi, adam aldı, “Bendim anneni arayan” dedi bana… “Şimdi yani aradık, tanışınca eşinle” dedi.
“Ben Hacıali’nin dünürü olurum” dedi.
“O dönemde düğün yapmak için biz Kıbrıs’a geldik ama bilmiyoruz ki biz vize isterik, o isterik bu isterik, Rum bırakmaz, birini kefil ister, para ister…”
Limasol’da gümrükten çıkarken demişler “Geri dönecen, olmaz… Sana biri kefil olmazsa…”
O zamanın parasıyla 100 Kıbrıs Lirası isterler nakit, o an verilsin… Orada gümrükte çalışan ki dedem da onların içindeydi, demişler “Bu kadar parayı kim verebilir hiç tanımadığı biri için? Hem kimde var ki herkeste fakirlik… Vallahi Osman Talat’ta var böyle para çünkü ticaret yapar bu adam…” demişler.
“Ve bu adamı hiç unutmam” dedi, “aradılar kendini, bıraktı görevini, geldi, hiç tanımadığı biri için bu parayı yatırdı, beni aldı” dedi, “evine götürdü… Çok güzel bir karısı vardı…” dedi… Annem çok güzel bir kadındı…
“Orada bize patates fırında yedirdi ve geldik biz düğünümüzü yaptık, çektik, kaçtık ve bir teşekkür edemedim” demiş…
“Ve ne enteresandır ki damadıyla karşılaştım ben bugün” dedi bana…
Eski eşim da “Açayım da şimdi teşekkür et eşine” demiş…
Telefonda “Osman Talat, Osman Talat” deyinca, annem da öyle anlamış…
SORU: Ondan sonra siz Tarasanta’ya gittiydiniz…
SULTAN OSMAN TALAT: O başka hikaye… İlkokul altı sınıftı, 12 yaşına kadar. Ben her gün okulda 4’ten çıkınca mahalleye gideceğime, dedeme giderdim, Gümrük’te çalışırdı… Çünkü o da 4’ten sonra çıkardı… Her gün giderim dedeme… Niko diye biri vardı, müdürleri. Her gün da derdi bana, “Gene geldin gori?” Lisana da biraz böyle düşkünlüğüm vardı benim açıkçası. Oturturdu beni işte, Rumca konuşuruk, İngilizce konuşuruk…
Taşinobitta ısmarlar bana… Dedem gelirdi, “Gene geldin be? Gene geldin be?” diye kızardı bana. Bisikletine atlar, eve dönerdik…
Bir gün sabah dedem apar topar geldi. 1968-69’lar falan galiba, o dönem… Çünkü anneme daha maaş bağlamadılardı… Çünkü yedi yıl olayı vardı ya,
anneme yedi sene falan maaş bağlamadılardı hiç.
Yeni bitirmişim ilkokulu, bir gün telaşla geldi dedem. Dedi ki bana “Vasili diye bir adam vardır, Hacibavlo’nun ortaklarından, beni görüşmeye çağırır…”
Özay Akif Bey vardı, Gümrük Müdürü’ydü da buranın kuzeyde…
O da o zaman Türkler’in sorumlusu bir pozisyonu vardı gümrükte… Limasol gümrüğünde…
“Özay Beyi, seni, beni çağırır” dedi, “bu adam… Ne yaptın?” dedi, “ne işler karıştırdın?”
Dedim “Ben bir şey yapmadım ki yahu!”
Aldı beni, Vasili diye bir adama gittik… Böyle modern, güzel bir evi vardı adamın… Özay Bey da… Girdik, adam güzel Türkçe konuşan biriydi… “Sen” dedi, “bana, lisan öğrenmeyi seven, duydum.. Doğru mu?”
Dedim “Evet… Kim söyledi sana?”
“Niko” dedi!
“Ben karar verdim” dedi bana, “seni Tarasanta’ya yollasam gider misin?”
“Gidemem ben” dedim.
“Niye gidemen?” dedi.
Dedim “Biz ancak geçinirik, olmaz” dedim.
Döndü dedeme, “Sen bu çocuğu neye göndermen?” dedi.
Dedem dedi, “Yok, paramız olduğunda gönderirim…”
Ama adam utandı, büzüldü böyle…
“Bak” dedi, “ben seni göndersem, gider misin?” dedi.
Baktım dedeme…
“Sen ona bakma” dedi, “sen gitmek ister misin? Onu düşün…”
E dedim “İsterim…”
Dedem dedi, “Yok” dedi, “kabul edemeyik biz…”
“Yok” dedi adam, “bak” dedi “Mustafa, senin paran olduğunda, sen öden” dedi.
“Ama ben şu anda bu çocuğu gönderecem” dedi dedeme. “İstersan, ha de…”
Ve Özay Bey’e dedi ki, “Özay, sen bu çocuğu yarın alıyorsun, gidiyorsun, vasisi oluyorsun okulda, kaydını yaptırıp geliyorsun…”
“Tamam efendim” dedi o da…
Ve öyle oldu…
Fakat ne enteresandır, bize ertesi ay – üç ayda bir ödenirdi okulun taksitleri ve 29 Kıbrıs Lirası’ydı okulun ücreti – ertesi ay bize 29 Kıbrıs Lirası maaş bağladılar!
Tabii sonradan düşünerek anlıyorum bunları… Özay Bey da büyük ihtimal TMT’ciydi, gitti dedi “Bakın böyle böyle da şu insanlar şöyle…” Yani böyle oldu bize para bağlamaları!
SORU: Ama espri şudur: Tırnak içinde “Rum bile” senin geleceğini düşündü ama bizim “efendiler” hiçbir şey düşünmedi!!!!
SULTAN OSMAN TALAT: Yahu, dul kadını bıraktılar, babası olmayabilirdi. İş gelmez elinden, el bebek, gül bebek büyümüş… Üç tane çocuknan… Bu ne demektir yani?
SORU: Tarasanta nasıl geldiydi size?
SULTAN OSMAN TALAT: İlk sene çok zor geldi bana açıkçası… Neden? Rumca bilen bir dedem var ama yazı yok, bir şey yok, okuyamaz… İngilizce bilen yok… Fransızca, İtalyanca bilen yok…
SORU: Yani Rumca, İngilizce, İtalyanca, Fransızca okumaya başladıydın…
SULTAN OSMAN TALAT: Evet… O kadar çok çalışmışım ki… Yani çok zeki bir insan değilim ben açık söylerim, “relax”ım o konuda ama çalışmayı da severim. O kadar çok çalışmışım çünkü o kadar para verir ailem, nasıl yani? Başarmam lazım… Çok iyi notlarla geçtim! Ertesi sene gittiğimizde ikinci sınıfta bulamadım ismimi! Üç kişiyiz ama biz sınıfta, bulamadık ismimizi! Sınıf başladı bizimle alay etsin! Nasıl yani? İsmimiz yok!
“Mother” dediğimiz müdürümüze gider sorarık, yok! “Nun” (Rahibe) okuluydu ya… Müdüre “Mother”, öğretmenlere da “sister” (kızkardeş) çağırırdık…
SORU: Bu gallurgezler yabancıydı? İtalyandılar?
SULTAN OSMAN TALAT: Tabii… Vatikan’dan… Ama sivil insanlar da vardı. İlk Rumca öğretmenimiz Kiriyos Nikos’tu… Türkçe bilen bir adamdı o. Fransızca dersimizde sivil giyimli bir öğretmendi… Yani iki-üç tane olmak kaydıyla sivil giyimli öğretmenler de vardı. Öbürleri hep “nun”dı…
SORU: İsminizi bulamayınca ne yaptınız?
SULTAN OSMAN TALAT: Bakarık, bakarık, yok, yok yahu… Son bir baktık, aman Allahım! Üçüncü sınıfta yazılı isimlerimiz! Nasıl yani üçüncü sınıf? Biz biri okuduk, iki nere gitti?
O kadar iyi çalışmışık ki sınıf atladık!
Üçüncü sınıfa devam ettik! Sevindik, gittik sınıfa… Nasıl yani? E üçe geçtik! E ama keşke geçmeseydik, bir o kadar daha zor! Sınıf karıştı yani, İtalyan var, Fransız var, İngiliz var! Güzel geçti yani, okul dönemimiz çok güzel geçti…
SORU: Üç sene gittiniz Tarasanta’ya… Üç sene okudunuz ama dört senelik okudunuz…
SULTAN OSMAN TALAT: İtalyanca ikinci sınıfta başlardı, ondan da ders alırdık… Bazı derslerde üçüncü, bazı derslerde da dördüncüydüm!
DEVAM EDECEK